En iyisi bu.
Bebeği kucakta çok tutma, alışır zaten.
Bu da yetmezmiş gibi bazı(!) anneler var, sen çocuğunu sar sarmala, nefes almasına engel ol. Hele o bebek var ya o bebek, utanmadan annesinin kokusunu içine çeke çeke uyumasın mı bütün gün…
Bu ne biçim bir anne çeşididir? Hiç tasvip etmiyorum.
En sonunda diyeceğim ki toptan yasaklansın bebeklerin kucakta taşınması. ''Emzirmek lazım illa'' diyorsanız o da kolay. Sağın sütleri, biberonla verin. Kucağa almak şart değil ki. Aslında sokağa da çıkmamalı, otur evinde işte. ''Çıkacağım'' diye inat ediyorsanız da puset veya port-bebe denen şeyler var. Taşıyın bebeklerinizi onlarla. Neyinize yetmiyor? Slingmiş, anne göğsünde büyütmekmiş…
Hem sen, bir şeyden anlamaz, tecrübesiz, gerizekalı anne;
*çocuğun o slinglerin içinde rahat mı, nefes alıyor mu, nereden bileceksin ki?
*kendin gezeceksin, puset muset taşıma üşeniyorsun diye bebeğini koynuna alacaksın, ayıp be ayıp!
Benim küçük oğlum,
Henüz 2.5 yaşındasın. 3 bile değil işte. Doğduğun gün, dün gibi aklımda.
Büyüyorsun ama…
Kucağımda, ellerimin arasında, gözlerimin önünde büyüyorsun.
Bembeyaz bir sayfasın sen şimdi. Merak ediyorsun, öğrenmek istiyorsun; dokunmak, hissetmek istiyorsun.
Ben, annen, senin ışığın olacağım. Senin rehberin olacağım. Doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü, güzeli çirkini birlikte bulacağız. Biliyor musun, ben de seninle yeniden öğreniyorum her şeyi. Bambaşka bir insan oldum sayende. Hayata bakışım değişti. Önceliklerim değişti. Mutluyum, hep mutluyum artık.
Büyüyorsun işte, büyüyoruz birlikte.
Bakma sen benim annelik şikayetlerime. Bazen içimi dökmek, bazen diğer annelere yalnız olmadıklarını anlatmak, bazen de yardım almak için yazıyorum onları ama her seferinde de içim içimi yiyor. Ya büyüdüğünde tüm bu
Başlığı yazarken benim de suratımda sırıtma şeklinde bir ifade vardı.
Zeka oyunları, hafıza kartları, zeka geliştiren-eğitici oyuncaklar… Komik geliyor ne yapayım. Bizim yaş grubumuz ve bizden yaşlılar, üzerlerinde 3+, 6+, 0-3 ay yazan oyuncaklarla büyümedi. Büyümedim. Sokak çocuğuyduk biz. Kızların bebekleri, çay takımları, ipleri olurdu; erkeklerin de arabaları, su tabancaları, misketleri. Kitaplar sadece masallar içindi. Uyku öncesi eğlenceydi Ayşegüller, Hansel & Grateller. Dokun-öğren, bas-ingilizce konuşsun, hafızanı geliştirsin, IQ’nu yükseltsin oyuncaklarım olmadı. Biz zaten ağacın kendisine, sokaktaki kedilere dokunuyorduk; çiçekleri koklayabiliyorduk, dalından meyve koparıyorduk. Akşama kadar koşturuyorduk. Her yer oyun alanıydı bizim için. Anneler camlarda, balkonlarda kontroldelerdi sadece.
Oysa şimdi düzen değişti. Kimse çocuğunu sokaklara salacak kadar çevreye güvenmiyor. Eh, evde yapılacak bir sürü iş varken veya çalışıyorsa da çocukla tüm gün sokaklarda mı gezecek anneler? Evde vakit nasıl geçer
Aaa o ne demek? değil mi... Valla itiraf ediyorum, sevmiyorum.
Çocuk yedirmek zor, çok zor. Sabır istiyor. Annelik = Sabır demek zaten de bu benim sınırlarımı aşmaya başladı. İştahsız bir çocuğum mu var? Hayır. Yemek yemeyi sever. Damak tadı da oldukça gelişmiş. Mesela yoğurdun yemekle karıştırılmasına illet oluyor ve en sevdiği yiyecek bile olsa yoğurt ile aynı kaşıktaysa mümkün değil kabul etmiyor. Sofraya oturtmakta da pek problem yaşamıyorum. İlk üç lokma harika gidiyor. Sonra ne oluyorsa, sandalyesinde çivi varmış gibi kalkıp gitmek istiyor. Sanki demin acıktığı için ekmek sepetini karıştıran o değilmiş gibi yemeyi reddediyor.
Niye?
Al, ye işte değil mi?
Sevdiğin yiyecekleri hazırladım. Renkli çatal-bıçak-bardak-tabak takımını koydum. İstersen sevdiğin bir oyuncak, kitap da bize eşlik edebilir.Tamam kendin ye, dök saç, önemli değil. Yeter ki ye. Ben mi yedireyim? Olur. Yeter ki ye.
Ben miyim tek bu işten nefret eden bilmiyorum ama bebek-çocuk beslemek bu hayatta en çok zorlandığım işlerden biri. Annem yanımda olunca otomatik olarak görev onun oluyor. Soramıyor bile,
Ben bunu ilk duyduğumda, yani gerçek anlamda hayatıma girdiğinde Koray henüz 1 aylıktı. Gündüz uykuları düzensiz, 45 dakikayı geçmiyordu. Ben sinir krizinin eşiğine geliyordum. Geceleri uykusuz, gündüzleri yorgun. Ne yapacağımı bilemez haldeydim. Elime bir kitap geçti. 90 Minutes Baby SleepProgram. Okuduğum en harika uyku kitabıdır. Aslında kitabın dediği şuydu: bebeklerin 90 dakikada bir uykusu gelir. Uyanık olduğu 85.dakikada gözlemlemeye başlayın, sinyalleri verecektir. Onu uyku için hazırlayın. Böylece tam olarak uykusuzluk sıkıntıları göstermeden yatıracaksınız ve çok daha kolay uykuya geçtiğini göreceksiniz. Ayrıca bebeklerin uyku döngüleri biz yetişkinlerden farklıdır. Uyuduktan sonra 45.dakikada uykusu hafifler eğer devam ederse minimum 90 dakikaya tamamlar. Yani uyudukça uyumayı öğrenir.
Koray'ın uyanık olduğu süreleri gözlemledim. Gerçekten de 90.dakikada uykusuzluktan söylenmeye başlıyordu. Ben de 5 dakika önceden onu sakinleştirmeye başladım. Uyudu hem de çabucak. 40-45.dakikada kalkıyordu o ayrı. Bazen devam
Malesef böyle bir yazı yazmak zorunda kaldım bugün.
Çünkü kışın bebeklerini hatta 2-3 yaşında çocuklarını sık yıkamayan aileler var. Çocuk hasta olur, diye korkuyorlarmış. Nasıl yaa?!? Çocuk uygun ortamda giydirilip, saçları da kurutulursa hasta olmaz. Rüzgarlıysa dışarı çıkarmak iyi bir fikir olmayabilir. Akşam uykusundan önce banyoya sokmak en iyisi. Ilık ve rahatlatıcı banyodan sonra çocuk, çok daha kolay uykuya geçer üstelik.
Bebeklerini lahana gibi kat kat giydiren annelere ne kadar sinirlendiğimi blogu takip edenler biliyor. Şimdi bir de bu çıktı. Dün bir anne ile tanıştım. 2,5 yaşında bir oğlu, 8 aylık bir kızı var. Sohbet ederken konu uykuya geldi. Uyku rutinini denemesini önerdim. Klasik, banyo-masaj-masal üçlüsünden bahsettim. Bana ne dese?:
- Banyoyu her gün yaptıramam ben, hasta olur.
- Ne kadar sıklıkta yıkıyorsunuz ki?’
Bu soruya aldığım cevapla yüzüm nasıl bir şekle girdiyse artık, kadın:
- Siz ne sıklıkta yıkardınız? diye sormak zorunda kaldı bana.
Bu iki ç
Var mıdır böyle bir şey?
Aslında önce mükemmel kocayı ararız. Sonra mükemmel bir evlilik, mükemmel bir hamilelik, mükemmel bir baba hatta mükemmel anne... eh çocuk da mükemmel olur kesin. Hadi dedik tüm beklentiler mükemmel, peki ya aile?
Hem mükemmellik nedir ki?
Yapılan araştırmalara göre dışarıda çalışan bir baba, evde oturan saçını süpürge eden bir anne ve bir kız-bir erkek iki çocuktan oluşan aile en mükemmeliymiş. Bu nasıl bir araştırmaysa... mutlular mı, ekonomik durumları nedir, anne sinir krizinin eşiğinde mi, çocuklar kedi-köpek gibi birbirlerine giriyorlar mı? Bu soruların önemi yok. Şeklen tamam. Çünkü herkesin ideali buymuş.
Düşünün şimdi. Yakışıklı bir adam, güzel karısı, daha da güzel çocukları olan bir aile. Büyük bir evde rahat hayatları var. Mükemmel mi? İlk bakışta sorun yok gibi gözüküyor. Oysa öğreniyorsunuz ki ilgisiz bir baba, kocasının mal varlığından gözleri körleşmiş bir anne, bu ilgisizlik ve zenginlik içinde büyüyen son derece
Herkes gibi ben de bu sözleri sarf ettim zamanında. Aslında büyük konuşmamak gerektiğini çok daha ilginç bir tecrübeyle öğrendim ben. Ortaokuldayken düzenlenmiş olan bir Bursa gezisi dönüşü anneme 'Bir daha asla Bursa'ya gitmem. Ne tuhaf bir şehir öyle. Karanlık, mutsuz bir yer' demiştim. Gitmedim gerçekten de. İyi de insana böyle yuttururlar lafını: sen git Bursa'lı bir adamla evlen. Oldu mu? Oldu valla.
Bu deneyimden sonra hep dikkat etmişimdir sözlerime. Büyük konuşmamak gerektiğini biliyorum. Ancak konu çocuk olunca insan 'disiplin abidesi' olacağını falan zannediyor, atıp tutmaya başlıyor. Henüz hamile değilken ancak çocuk fikri gündemdeyken çevremdeki aileleri daha dikkatli incelemeye başlamıştım. Herkesin anneliğine, babalığına bir eleştirim vardı.
En büyük konu UYKU biliyorsunuz bizde.
İki kuzenim 1.5 sene arayla doğum yaptı. İlki, kızını ağlatarak uyuttu. Kuzenimi destekleyenler ve desteklemeyenler arasında bir kargaşa oluyordu her uyku seansında. Ben tam ortadaydım. Anneye karışılmaması gerektiğini ancak 'ağlatmadan da bu iş olur pekala' diyenle