Gösterge Önce geldiğimiz eşiği açıklayalım. Birincisi, uygulanan program krize girmiş bir ülkenin borç sarmalından kurtulabilmesi için tasarlanmıştı. Ancak krizden bu yana tam 6 yıl geçti. Yani bu programın artık geçerliği kalmadı. Kaldı ki uzatmalı sevgili IMF bile 2008'de devreden çıkıyor.İkincisi, dünya bir likidite bolluğu döneminde. Türkiye ise böylesi bir konjonktüre tamamıyla teslim olmuş durumda. Ekonomide üretim yapısı hızla değişiyor. Bir yandan verimlilik artışları sağlanırken, diğer yandan da bazı kesimler rekabet gücünü tamamıyla yitiriyor. İthalatın bu denli hızlanması da bunun bir göstergesi. Dünyada likidite pozisyonları değiştiğinde ne olacak? İç dengeler ne hale gelecek? Nasıl bir politika izlenecek? Seçimlere sadece 45 gün kaldı. Ama günler hâlâ transferler ve pazarlıklarla geçiyor. Kampanya döneminde ise gündemin cumhurbaşkanlığı seçimleri ve terör gibi konulara oturması bekleniyor. Oysa ekonomik yapı çok önemli bir eşiğe gelmiş durumda. Siyasal partilerin ne bildirgelerini, ne de söylemlerini ekonomiye yöneltmemesi büyük eksiklik. İki önemli sıkıntıyla karşı karşıyayız: Birincisi, Türkiye ekonomisi hızla büyümeye kalktığında ithalat talebi yükseliyor ve cari
Gösterge Özel konuşmalarında ise haksız biçimde 26 yıldır parlamento dışında bırakılmasını gösteriyor. Öte yandan, İlhan Kesici de CHP'den aday oldu. O da bunu olağanüstü bir dönemde Baykal'ın potansiyel bir başbakan performansı göstermesine bağlıyor. Her ikisini de değerlendirmeyeceğiz. Ancak parti değiştirmenin hafızamızın derinliklerinde yeri var.Bundan 25 yıl önce vefat eden babam bir politikacıydı. Ailesine rağmen siyasete CHP'den değil, Demokrat Parti'den atılarak 1954 yılında milletvekili seçilmişti. Bu davranışında seçkinci devlete karşı halkın demokrasi arayışı etkin olmuştu. Ancak iki yıl içinde DP'de muhalif kanada düşmüş, Menderes'in antidemokratik ve hukuk dışı davranışları üzerine, bir grup arkadaşıyla DP'den ayrılıp Hürriyet Partisi'ni kurmuştu. 1957 seçimlerinde HP bozguna uğrayınca da CHP'ye katılma kararı almışlardı. O günlerde DP kökenli olmaları nedeniyle, İsmet İnönü'nün kanatları altında olmalarına rağmen, bazı CHP'lilerce ilk başlarda pek sıcak karşılanmadıklarını bana aktarmıştı. Yani bu iş dışarıdan göründüğü gibi kolay değildir. Çok sancılıdır. Ertuğrul Günay'ın AKP'ye geçmesi medyada büyük gürültü kopardı. CHP'liler çok kızgın. Günay ise kamuya açık
Gösterge Krizden bu yana, daha doğrusu 11 Eylül 2001'den bu yana dünyada inanılmaz bir likidite bolluğu yaşanıyor. Tabii bunun tek nedeni ABD Merkez Bankası'nın (FED) faizleri düşürmesi değil. Nitekim son iki yıldır faizler epeyce arttı ama küresel koşullar pek değişmedi. Japonya'nın düşük faiz uygulaması da buna katkı sağlıyor. Öte yandan Çin ve Hindistan'ın çok hızlı büyüme performansları dünyada emtia, özellikle petrol, demir ve altın fiyatlarını, sıçratıyor. Bu da aşırı bir birikim yarattı. Seçimlere 52 gün kaldı. Buna rağmen siyasal partilerin seçim bildirgeleri henüz açıklanmadı. Aslında bu Türk siyasetinin ne denli program dışında tezahür ettiğinin bir göstergesi.. Ortaya çıkan aşırı likidite gelişmekte olan ülkelere yoğun biçimde aktı. Önceki gün Bankalar Birliği Başkanı Ersin Özince de yaptığı konuşmanın başında bu konuya değiniyordu. (Aşağıdaki grafik de bu konuşmadan alınmıştır) Son iki yıldır gelişmekte olan ülkelere 450 milyar dolara yakın para akıyor. Böylece bu ülkelerde mali piyasalarda bahar değil, yaz havası esiyor. Türkiye de bu ülkeler içinde ciddi pay alanlardan biri. Üstelik bu pay giderek büyüyor. Üç yıl önce gelişmekte olan ülkelere 300 milyar dolar kadar
Gösterge Türkiye ekonomisini elbette ne gelişmiş batı ekonomileriyle, ne de gelişmiş Asya ülkeleriyle karşılaştırmak doğru değil. Çünkü gelişmekte olan ülkeler farklı yapı ve performanslar sergiliyor. Nitekim aşağıdaki tabloda da bu görülüyor. Sanayileşmiş Asya ülke ekonomilerinin son iki yıldır yüzde 2 kadar büyürken, gelişmekte olanlar yüzde 8.5 - 9.0 oranında büyüyor.Bunun çok özel ya da istisnai bir durum olduğu, Çin'in büyüme hızından etkilendiği düşünülebilir. Gerçekten Çin her yıl yüzde 10 kadar büyüyor. Hindistan da çok yüksek bir performans sergiliyor; o da yüzde 8.5 - 9.0 kadar büyüyor. Dün Başbakan Erdoğan yanına Devlet Bakanı Ali Babacan'ı alarak TÜSİAD'da sözlü sınava çıktı. Başbakan'ın temel savlarından biri istikrardı, diğeri de yüksek büyüme. Gerçekten krizden bu yana Türkiye ekonomisi çok hızlı büyüyor. Ancak bunu Türkiye'nin kendine özgü olağanüstü parlak ekonomi politikaları performansına bağlamak doğru değil. Ancak ASYA-5 dediğimiz, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur ve Tayland'dan oluşan yükselen ekonomilerin son iki yıldır büyüme performansları Türkiye'ye oldukça yakın: yüzde 5.6. Üstelik bunun önümüzdeki yıllarda yükseleceği öngörülüyor. Demek ki,
Gösterge Yıllardır bütçedeki faiz dışı fazlanın nasıl elde edildiğinin analizi yapılmaksızın başarılı olarak niteleniyordu. Şimdi takke düşüp kel görünmeye başladı. Uzun zamandır maliye politikasının sıkılması gereğini yazıyoruz. Bu gereklilik son dört ayın verileriyle daha da belirgin hale geldi. Bütçe hedefleri zamanından önce tahsil edilen özelleştirme gelirleriyle bile tutmuyor. Son birkaç yıldır elde edilen faiz dışı fazla üç nedene dayanıyordu: Birincisi, dolaylı vergi gelirleri ekonomik konjonktürdeki canlılık nedeniyle artıyordu. Canlı iç talep tüketimi (yani KDV ve ÖTV gelirlerini) ve ithalatı yükseltiyordu.İkincisi, özelleştirme gelirleri ve TMSF satışları vergi dışı gelirleri artırıyordu. Nihayet, 2003-2005 döneminde kamu yatırımlarında herhangi bir artış yoktu. Buna rağmen faiz dışı kamu harcamaları (özellikle sosyal güvenlik açıkları nedeniyle) hızla artıyordu. Şimdi iç talep yavaşladıkça vergi gelirleri de hızla düşmeye başladı. Özelleştirme gelirleri eski hızında devam etse de kamu yatırımları hızlanıyor.Aslında yıllardır sorun gözden kaçıyordu. 2004 yılı haricinde faiz dışı kamu harcamaları sürekli enflasyondan çok daha artı geldi. Bunun da temel nedeni bir türlü
Gösterge "Bak" dedim. "Bana kimi e-postalarda 'dönek, AKP yağcısı, babanın kemikleri sızlıyor' vs. eleştiriler geliyor. Kimilerinde de 'Kemalist, Baykal'ın tetikçisi, hükümet düşmanı' yazıyor... Ben kolayını buldum; sağdan gelenleri sola, soldan gelenleri de sağa yolluyorum. Yani yaptıkları haksızlığı yüzlerine vuruyorum. Bir daha aynı kişiler e-posta yollamıyor. Ama bana tek taraflı bir mektup yığını gelirse bunu ciddi biçimde düşünmem gerekir." Köşe yazarı olan bir arkadaşımla gazetemizin bir gecesinde sohbet ediyorduk. Konu meşhur 367 sayısıydı. Ona, "Köşende laik kesimden e-postayla gelen eleştirilere (!) yanıt yetiştiriyor gibisin" dedim. Anlaşılan ağır mektuplar alıyordu. Meseleyi sivil demokrasi açısından yorumlamaya çalışıp yanıtlar veriyordu. Aramızda tartışma çıkınca, bana "Herhalde Baykal milletvekilliği teklifi yapsın istiyorsun" dedi. Ben ise sadece güldüm. Tabii okuyucu e-postaları içinde beğeniler de yer alıyor. Fakat eleştiriden öte, kendini kaybeden ya da hakaret edenler de olmuyor değil. Bunlar daha çok toplumun içinde bulunduğu psikolojik atmosferi yansıtıyor. Malum, toplum iyiden iyiye gerildi. Bir yanda halkın üçte bir desteğiyle tek belirleyici haline gelmeyi
Gösterge O zaman konut fiyatlarını ne belirliyor? ABD'de bu konuda iki ay önce bir araştırma yayımlandı: Süper-yıldız kentler (Joseph Gyourko, Cristopher Mayer, Todd Sinai). Araştırmada fiyatların çok hızlı artması üç nedene bağlanıyor: Konut sayısının azlığı, ABD'de yüksek gelirli kesimin büyümesi ve bu kesimin ev bulamaması nedeniyle düşük gelirlilerin konutlarını bile talep etmesi. Tüketimin düştüğünü, ancak konut talebinin henüz düşmediğini önceki hafta yazdık. Öte yandan bazı kentlerde konut fiyatları hızla artmaya devam ediyor. Özellikle de İstanbul'da. Bunun nedeni genellikle nüfusa bağlanıyor. Yani talebi belirleyen nüfusun konut fiyatları üzerinde egemen olduğu düşünülüyor. Oysa konut fiyatları sadece nüfus artışına bağlı olsaydı, krizlerde de konut fiyatları artardı. Süper-yıldız kentlerde konut yapmak için mekânsal sorunu olduğundan arzın esnekliği olmuyor. Bu durumda ev edinmeye büyük gereksinim duyan, yani yüksek bir bedeli ödemeye razı olanlar, hali hazırdaki kıt olan konutlara talep yaratıyor ve fiyatlar da haliyle uçuyor. Araştırmacılara göre 1960-1980 arasında süper-yıldız kent kategorisine sadece San Francisco ve Los Angeles giriyordu. Ancak 1970-2000 döneminde
Gösterge Birinci ve en önemli gerçek yabancıların artık bundan böyle en büyük payla sahip olduğu en büyük sektör sigortacılık olarak görünüyor. Tekrarla belirtelim, hem en büyük pay, hem de yabancıların egemen olduğu en büyük sektör sigortacılık. İkincisi, yabancılar sektörün yüzde 39'una para ödeyerek sektörün yüzde 66'dan fazlasını kontrol eder hale geldi. Yani az bir sermayeyle bir hayli egemenlik elde ettiler. Oysa kimi ülkede yabancılar şirketlerin tamamını satın alsalar dahi, o sektörde egemenlik oluşturamıyor. Üçüncüsü, satın alanların hemen hepsi sigortacı. Satanların ise çoğu bankacı.. Yani sektör bankacı esaretinden kurtulmuş oluyor. Bundan böyle sektör çok daha verimli, çok daha etkin bir çalışma olanağı bulabilir. Hatta büyüdükçe birçok sektörlerin patronu haline gelebilir.Ödenen paralar bir bakıma çok az, bir bakıma da şaşırtıcı. Mesela İsviçre Sigorta satıldığında, Almanların ne çok para verdiğini düşünüp şaşırmıştık. Ray Sigorta'nın satış bedeli açıklandığında şaşkınlığımız terse döndü. Meğer ne ucuza gitmiş! Sektörde fiyatların giderek büyümesi bankacılıkta olanlara benziyor. Alınacak şirket sayısı azalınca talipler de kesenin ağzını açmak zorunda kalıyor. Ödenen