Gösterge Kuşku yok ki Amerikan bankalarının son haftalarda açıkladığı, 2007 yılının son çeyreğine ait bilanço sonuçları mali sıkıntının boyutunu gösteriyordu ve böylesi bir çalkantının oluşacağı öngörülüyordu. Ekonomiyi canlandırmak için geçen hafta ABD Başkanı Bush'un açıkladığı milli gelirin yüzde 1.5'i kadar olan mali destek paketi, piyasaları yatıştırmaya yeterli olmamıştı. Ancak dün, bunun üstüne, ABD Merkez Bankası FED'in açıkladığı erken faiz indirimi piyasalara büyük bir güven verdi. Çünkü FED'in bu konudaki kararlı ve çabuk hareket edebilme iradesi ortaya çıkmış oldu. Bu da şimdilik mali piyasaların moralini düzeltmiş gözüküyor. Dünya piyasaları dün sabah saatlerinde bir önceki güne bağlı olarak büyük bir çalkantı geçirdi. Aslına bakılırsa pazartesi günü Amerika'da piyasalar kapalı olduğu için, diğer gelişmekte olan ülkelerin içine girdiği sıkıntı düne yansıdı. Bununla beraber, mali piyasaların ve özellikle banka zararlarının henüz telafi edilmediğini biliyoruz. Tedavi hiç kuşkusuz zaman alacaktır. Ancak ABD'deki durgunluğun ve konut piyasasındaki sıkıntının sonsuz olmayacağını ve şu anda piyasaların abartılı bir maneviyat içinde olduğunu da unutmamalı. Dün sabah
Gösterge Altın fiyatlarındaki yükseliş diğer değerli madenleri de etkiledi. Platinin ons fiyatı 1.57 dolarla rekor kırarken, gümüş 16.56 dolara çıkarak son 27 yılın en yüksek düzeyini gördü.İlginçtir, altının yükselişindeki baş aktör olan dolardaki düşüş sürüyor. Dün euro/dolar paritesi son altı haftanın en yüksek seviyesi olan 1.4881'e kadar yükseldi. ABD'de bu hafta açıklanacak banka bilançolarından kaynaklanan tedirginlik artarsa dolardaki değer kaybı daha da artabilir. Önceki gün altın fiyatları yeni bir rekor daha kırdı. Bu ay ABD Merkez Bankası FED'in faizi yarım puan (50 baz puan) daha indireceği beklentisiyle metallere gösterilen ilgi arttı ve düşük dolarla yükselen petrol fiyatlarıyla altın 900 dolarlık psikolojik sınırı aştı. Altının ons fiyatı spot piyasada dün 914 dolarla tarihin en yüksek seviyesine yükseldi. Altın fiyatları geçtiğimiz yıl yüzde 30 yükselmişti. Bu yıl daha şimdiden artış yüzde 9'u aştı. Kuşkusuz fiyatların artmasında spekülatif hareketlerin rolü var. Bir anlamda bir köpük ya da balon (bubble) yaşanıyor. Düşük faizle borçlanan, altına yatırım yaparak fiyatları daha da yukarı tırmandırıyor. Zaman zaman gelen ters yahut olumsuz haberler de bunu aksi yöne
Gösterge Özellikle Ankara'nın içinin boşaltılması, Atatürk'ün vasiyetinin ihlal edilmesi yahut bir kamu kuruluşunun İstanbul'a taşınmasındaki mahzurlar sayılıyor. Ancak konunun bir de ekonomik boyutu var. Hemen her özel bankanın genel müdürlüğü artık İstanbul'da. Bu da İstanbul'un, dünyanın olmasa da, Türkiye'nin finansal merkezi olmasından kaynaklanıyor. Geçen hafta Başbakan Tayyip Erdoğan, başta Merkez Bankası olmak üzere kamu bankalarının merkezlerinin İstanbul'a taşınacağını açıkladı. Kamu bankalarının İstanbul'a taşınması pek tepki çekmese de (Halkbank ve Vakıfbank zaten özelleştirme kapsamında) Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması kamuoyunda bir hayli tepki çekti. Tepkiler daha çok siyasal eksende odaklanıyor. Gerçi Ziraat Bankası'nın kamusal görevleri, özellikle tarım destekleme kredilerindeki Hazine'nin aracısı olması sürecek. Bu sorumluluk nedeniyle Ankara'da kalması daha uygun olabilir. Fakat Ankara'da kalınca da bankalar üzerinde siyasal baskı oluşuyor. Nitekim, İş Bankası gibi, aslında özel olan, fakat kamuoyunda devletin sanılan, bir banka da İstanbul'a taşındıktan sonra çehresi ve algılanması çok değişti. Yani İstanbul'a taşınmanın ekonomik yararları
Gösterge İkincisi, bazı Türk firmaları öylesine büyüdü ki, kimi Çin'de fabrika alıyor, kimi Almanya'da marka, kimi de Doğu Avrupa'da basın kuruluşları, ya da emlak yatırımı yapılıyor. Bu yönüyle Türk firmalarının yurtdışına açılması son derece olumlu. Hatta daha da ötesi sevindirici.Ama bir başka yönü de gözden kaçırmamalıyız. Türkiye doğrudan yeni yatırımların yapılması için cazibesini yitiriyorsa bu son derece üzücü olur. Nitekim son yıllarda Türkiye'ye gelen yabancı yatırımlar hep mevcut varlıkları satın alma yönündeydi. Yeni bir istihdam kapasitesi, ya da ihracatı artırma yönünde katkı sağlamadılar. Son yıllarda ilginç bir değişim gözleniyor. Türk yatırımcılar yurtdışında daha fazla yatırım yapıyor. Bunu olumlu olarak da yorumlamak mümkün. Küreselleşmenin gelişmesi bunun bir etmeni. Artık üretim ya da ekonomik faaliyetler her ülkede benzer yasal koşullarda yapılıyor. Nerede daha ekonomik ya da verimli koşullar yakalanırsa hemen oraya gitmek mümkün oluyor. İlk başlarda bu, Türkiye'de sağlanan makroekonomik istikrara ve değişen yatırım iklimine bağlandı. Ancak şimdi bunun asıl etmeni daha iyi anlaşılıyor. Bu denli yüksek sermaye akımında hiç kuşku yok ki, küresel likidite
Gösterge Üstelik bu rakamlara petrol fiyatlarındaki son artışlar dahil değil. Yani durum daha da kötüleşebilir. Dış açığın finansmanında da önemli değişimler gözleniyor. Birincisi, giderek yurtdışında daha fazla yatırım yapılıyor. 1980-1998 arası yani tam 18 yılda yurtdışında 968 milyon dolar yatırım yapılmış. Fakat sonraki dönemde hemen her yıl 614 milyon dolarlık yatırım yurtdışına akmış. Kimileri bunu Çin'de beyaz eşya fabrikası yatırımı yahut kimileri müteahhitlerin aldıkları ihalelerin hazırlığı gibi etmenlere bağlasa da, yatırım ortamının giderek cazibesini yitirdiği göz ardı edilemez. Nitekim geçen yıl 11 ayda 841 milyon dolar olan sermaye kaçışı, bu yıl 2 milyar dolara yaklaşmış. Gelen yabancı sermaye yatırımlarında da geçen yıla göre azalma görülüyor. 11 ayda geçen yıl 18.3 milyar dolar gelmişti. Bu yıl ise 16.7 milyar gelmiş. Kaldı ki, bu yıl Türk Telekom'un satışının erken ödemesi gerçekleşti. Bunu da bir tarafa koyarsak, 2007 yılı yabancı sermaye açısından pek olumlu olarak nitelenemez.Asıl dikkat çeken husus, yabancı yatırımcıların portföylerindeki değişim. Geçen yıl 11 ayda 10 milyar doların üstünde para akmıştı. Bu yıl ise bu rakam 1.8 milyar dolarda kalmış. Gerçi
Gösterge Aslına bakarsanız, bu yapı 2005 yılında değişmeye başladı. 2004 yılında yüksek küresel büyüme ve buna bağlı olarak yoğun sermaye girişleriyle yatırımlardan kaynaklanan yüzde 9.9'luk bir büyüme sağlandı. 2005 yılında bu performans yüzde 7.6'ya düştü, ama hâlâ yüksek sayılırdı. 2006 yılında ise büyüme yüzde 6 oldu. Bu yıl ise yüzde 5'in üstünde de olsa giderek düşecek olması dikkat çekiyor.2005'ten sonra büyüme hızının düşmesinde özellikle yatırım iştahının azalması etkili oldu. Ancak 2006'nın ikinci yarısından sonra da daralan iç talep bu kez tüketimi vurdu. Özellikle dayanıklı tüketim mallarına olan talep daraldı. Bu yıl büyümenin düşeceği konusunda bir fikir birliği gözleniyor. Hemen herkes 2007 yılında 2006'ya göre daha düşük bir büyüme bekliyor. Yine 2008 yılında da performansın 2007 yılından daha düşük olacağı düşünülüyor. Kuşkusuz, büyüme hızının düşmesinde yahut iç talebin daralmasında Merkez Bankası'nın para politikasını daha da sıkmasının önemli bir rolü bulunuyor. Ancak yurtdışında faizler yükselip küresel talep daralınca bunun ulusal düzeyde yansımaları da oluşuyor. Yani, iç talep çifte darbe yemiş durumda. Bu nedenle iç talebi, özellikle de tüketimi, büyümenin
Gösterge Önce seçimleri değerlendirelim. Bush'un iki dönem başkanlık yapmasından sonra aday olabilmesi mümkün değil. Cumhuriyetçiler hem ekonomik yavaşlama, hem de Irak'ta gelinen nokta itibariyle bir hayli yıprandılar. Bu nedenle seçimlerde Cumhuriyetçilere pek şans tanınmıyor. Bu yılın sonuna doğru ABD'de başkanlık seçimleri gerçekleşecek. Bu seçimler birkaç bakımdan önemli. Birincisi, ekonomik bakımdan seçimlerle beraber politika değişimleri gerçekleşebilir. Küresel ekonomiyi son yıllarda iki olgu birden etkiliyor. Biri Çin'deki olağanüstü büyüme performansı. Diğeri de dünyada faizlerin minimal denecek bir düzeyde bulunması. Gerçi bu ikinci etmen ABD'de önce faizlerin yükseltilmesiyle büyük ölçüde değişti. Ama son zamanlarda yine düşürülüyor. Demokratlar daha şanslı olsa da, o cenahta da aday bolluğu gözleniyor. Bunların da özellikle ikisi öne çıkıyor. Biri zenci Barack Obama. Diğer de eski başkan Bill Clinton'un eşi Hillary Clinton. Yani ABD halkı ya ilk kadın başkanı ya da ilk zenci başkanı seçecek. Geçen hafta Iowa eyaletinde delege seçimleri vardı. Bu eyaletin delege sayısı az. Ancak Obama bu eyalette bir hayli öne çıktı ve fark yaptı. Genç delegelerin genellikle Obama'ya
Gösterge İnsan sağlığına zararlı olduğu bu kadar bilinen bir maddenin üretimi neden yasaklanmıyor diye sorulabilir. İşte burada da "sigara içme özgürlüğü" denen garabet karşımıza çıkıyor. Kimileri "Sigarama karışma" diyor. Sanki bir insanın kendini hastalandırma ya da öldürme özgürlüğü olabilir. Oysa insanların yaşama sorumluluğu vardır. Üstelik sigara içen her kişi bu maddeyi başkalarına da özendirdiği ya da pasif içici durumu yarattığı için zararı kendisiyle sınırlı kalmıyor. Sigara kadar insan sağlığını bozan bir başka insan icadı herhalde olmamıştır. Bununla beraber üretimi hâlâ yasaklanamamıştır. Önceki gece Meclis'te yasalaşan karar da sadece tüketimin kamusal yerlerde sınırlandırılmasıdır. Kuşkusuz amaç, insanları sigara içmekten alıkoymak... Şimdi merak edilecek konu, sigara içme yasaklarının etkinliği olacaktır. Peşinen belirtelim; sigara yasaklarının Batı ülkelerinde son derece etkili olduğu ortaya çıkmış, sigara içenler sigarayı azaltmış, ayrıca sigara içen oranı da düşmüştür. Bizde de bu olacaktır. Türk halkı için son derece hayırlı bir karar alınmıştır. Peki, bu yeter mi? Hayır. Sigara hâlâ Türkiye'de fiyat olarak ucuzdur. Araştırmalar sigara fiyatlarının da içme