<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Krizlerin en belirgin özelliği piyasaların, özellikle dayanıklı tüketim malları satışlarının durgunlaşmasıdır. Özellikle gayrimenkul alımları ertelenir. Nihayet kimse evsiz kalmaz. Nasıl olsa oturulan bir ev vardır. Araba alımları da ertelenir. Eski araçla, ya da eski yolla ulaşım yapılır. Hatta televizyon, müzik seti gibi kahverengi eşya, yahut çamaşır makinesi, buzdolabı gibi beyaz eşya alımları da ertelenir.
Ertelenemeyecek tek tüketim, gıdadır. Bu nedenle krizden çıkarken gıda sektörü pek düzeltme yapmaz. Ancak kriz sonrası dayanıklı tüketim mallarındaki satışlar, ekonomik canlanmaya bağlı olarak, toparlanır. İşte bu süreç 2003 yılında hızlanarak, yaşanıyor. Hatta patladı desek yeri var.
Tüm dayanıklı tüketim malı satışlarında artış
Malum, televizyon artık ekonomide bir ihraç ürünü haline geldi. İç piyasada belli bir doyum var. Ancak buna rağmen yurtiçi satışlarda, bahar ve yaz aylarında bir gevşeklik yaşanmasına rağmen,
Nihayet ihale, daha doğrusu halka arz süreci tamamlandı. Ve 1.5 milyar dolarlık 30 yıllık bu yeni eurotahviller kapış kapış gitti. Elimizde kesin bir rakam yok. Ama 6 milyar dolarlık bir talebin oluştuğu belirtiliyor. Biz bu rakamı pek ciddiye almıyoruz. Çünkü ihaleye girenler sonuç almak için fazlaca teklif verdiler. İhalede faiz 8.23 olacaktı. 97 dolar iskontolu fiyatla satılan tahvil daha sonra ikinci piyasada prim yaparak 100 dolar civarında alıcı buldu. Kısacası, operasyon başarıyla sonuçlandı. Önceki gün Hazine 30 yıl vadeli, dolar bazında eurotahvil ihracına çıktı. Piyasalar talebin güçlü olacağını konuşuyordu. Çünkü dövizde kalmayı sevenler veya düşük kurdan TLye geçmek istemeyenler, hiç olmazsa bu tahvilleri alarak yüksek getiri kazanmak istiyorlardı. Bu operasyonun en uygun zamanda yapıldığına kuşku yok. Çünkü ABDde ve dünyada faizler gayet düşük bir düzeyde. Mesela 3 yıl önce ABD Hazinesinin borçlanma faizi neredeyse buna yakındı. Anlayın artık siz. Biraz da kısmet.Ancak bizce bu durumda arz daha fazla olmalıydı. Uygun konjonktür daha fazla kullanılmalıydı. Üstelik euronun bu denli güçlü olduğu bir konjonktürde bir miktar da euro cinsinden borçlanılabilirdi. Gerçi
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Önceki gün Hazine 30 yıl vadeli, dolar bazında eurotahvil ihracına çıktı. Piyasalar talebin güçlü olacağını konuşuyordu. Çünkü dövizde kalmayı sevenler veya düşük kurdan TL'ye geçmek istemeyenler, hiç olmazsa bu tahvilleri alarak yüksek getiri kazanmak istiyorlardı.
Nihayet ihale, daha doğrusu halka arz süreci tamamlandı. Ve 1.5 milyar dolarlık 30 yıllık bu yeni eurotahviller kapış kapış gitti. Elimizde kesin bir rakam yok. Ama 6 milyar dolarlık bir talebin oluştuğu belirtiliyor. Biz bu rakamı pek ciddiye almıyoruz. Çünkü ihaleye girenler sonuç almak için fazlaca teklif verdiler. İhalede faiz 8.23 olacaktı. 97 dolar iskontolu fiyatla satılan tahvil daha sonra ikinci piyasada prim yaparak 100 dolar civarında alıcı buldu. Kısacası, operasyon başarıyla sonuçlandı.
En uygun zaman
Önce bir düzeltme yapalım. Bu artış bütünüyle işverene yansıtılmadı. Artışı kısmen işveren, kısmen de hükümetin kamu gelirlerinden fedakarlığıyla sağlandı. Demek ki, yük paylaşıldı.Konunun iki yönü var. Biri üretim maliyeti. Diğeri sosyal taraf. Ücretler çok yükseltilince rekabet gücü olmuyor. Ancak düşük tutulunca da geçinmek mümkün olmuyor. 1999 Ocak ayında belirlenen asgari ücret net 59 milyon liraydı. O yıldan bu yana ücretler 5.1 kat artmış. Ama enflasyon bu ücretin satın alma gücünü aşındırmış.Nominal net asgari ücret sürekli artıyor. Öte yandan, reel ücret ise 1999 - 2001 ortasına dek sürekli düşüş gösteriyor.Ocak 2001e gelindiğinde asgari ücretle geçinenlerin satın alma gücü yüzde 18 oranında geriledi. Asıl gerileme ise Temmuz 2001 tarihinde oldu. Satın alma gücü yüzde 17 daha düştü. Diğer bir deyimle, ücret artışları enflasyon karşısında gayet sınırlı kaldı. İşçinin refahı azaldı. Ağustos 2001 tarihinde tekrar bir ücret ayarlaması ele alındı, ancak yine yetersiz kalarak, satın alma gücü iki yıl öncesinin neredeyse yarısına indi.Her krizde reel ücretler ciddi biçimde düşer. Ama ülkemizde asgari ücret zaten çok az. Neredeyse ayda 200 dolar maaşla geçinmeye çalışan bu kesim
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Onceki hafta hükümet asgari ücreti yüzde 34.1 oranında artırınca kıyamet koptu. Bir yanda, işveren kesimi bu artışın ekonomik hedeflere uymadığına dayanarak eleştirmeye başladı, diğer yanda işçi de her zamanki gibi artışı yetersiz buldu. Bakan Başesgioğlu da her politikacı gibi, "yetersiz ama eldeki olanaklar bu kadar" dedi.
Önce bir düzeltme yapalım. Bu artış bütünüyle işverene yansıtılmadı. Artışı kısmen işveren, kısmen de hükümetin kamu gelirlerinden fedakarlığıyla sağlandı. Demek ki, yük paylaşıldı.
Konunun iki yönü var. Biri üretim maliyeti. Diğeri sosyal taraf. Ücretler çok yükseltilince rekabet gücü olmuyor. Ancak düşük tutulunca da geçinmek mümkün olmuyor. 1999 Ocak ayında belirlenen asgari ücret net 59 milyon liraydı. O yıldan bu yana ücretler 5.1 kat artmış. Ama enflasyon bu ücretin satın alma gücünü aşındırmış.
Nominal net asgari ücret sürekli artıyor. Öte yandan, reel ücret ise 1999 - 2001 ortasına dek sürekli düşüş gösteriyor.
Ocak 2001'e gelindiğinde asgari ücretle geçinenlerin satın alma gücü yüzde 18 oranında geriledi. Asıl gerileme ise Temmuz 2001 tarihinde oldu. Satın alma gücü yüzde 17 daha düştü. Diğer bir deyimle, ücret
2004 yılı teknik verilerle çok olumlu görünüyor. Özellikle programın iki önemli tarafı olan kamu maliyesi ile dış dengesinin sağlanması konusunda gayet olumlu bir manazara var. Kamu borcunu giderek azaltma konusunda faiz - dışı fazla hedefi tutturulmasa bile yaklaşılıyor. Bu aynı zamanda enflasyonun düşmesine neden oluyor. Çünkü iç talep sürekli sınırlı kalıyor. 2004 yılında enflasyonun yüzde 12ye hedeflenmesi gerçek önemli bir başarı. Öte yandan, farklı nedenlerle ihracat artış gösteriyor. Yani dışa açılmada da başarı gözleniyor.Ancak 2004 yılında riskler yok değil. Birincisi, yerel seçimler göz ardı edilmemeli. İlk defa iktidara gelen AKP haliyle yerel seçimleri kazanmak istiyor. Bu süreçte yok denecek düzeye düşmüş yatırımları hızlandırmak isteyebilir. Yahut da başka yöntemlerle kamu harcamalarını artırmaya yeltenebilir. Bu da belirtilen olumlu gelişmeleri aksi yönde etkiler.Yerel seçimlerin bir de sonuç kısmı var. Eğer seçimlerde AKP büyük başarı alırsa, iç siyasi gerginlikler yoğunlaşabilir. Bu bir süre için piyasalara yansır. Hem faiz, hem de kur yükselir. Bir yandan iç borçlanma, diğer yandan enflasyonu önlemede sıkıntılar baş gösterebilir. Ancak sıkıntı deyince aklımıza
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ya hep isimserizdir ya da tamamıyla karamsar. Bir türlü arayı bulamayız. Oysa gerçek başarı iyi ve olumlu gelişmeler olurken riskleri hesapayabilmekte yatar. Çünkü risk her zaman vardır. Az, ya da çok. Yeter ki, hesaplanabilsin.
2004 yılı teknik verilerle çok olumlu görünüyor. Özellikle programın iki önemli tarafı olan kamu maliyesi ile dış dengesinin sağlanması konusunda gayet olumlu bir manazara var. Kamu borcunu giderek azaltma konusunda faiz - dışı fazla hedefi tutturulmasa bile yaklaşılıyor. Bu aynı zamanda enflasyonun düşmesine neden oluyor. Çünkü iç talep sürekli sınırlı kalıyor. 2004 yılında enflasyonun yüzde 12'ye hedeflenmesi gerçek önemli bir başarı. Öte yandan, farklı nedenlerle ihracat artış gösteriyor. Yani dışa açılmada da başarı gözleniyor.
Ancak 2004 yılında riskler yok değil. Birincisi, yerel seçimler göz ardı edilmemeli. İlk defa iktidara gelen AKP haliyle yerel seçimleri kazanmak istiyor. Bu süreçte yok denecek düzeye düşmüş yatırımları hızlandırmak isteyebilir. Yahut da başka yöntemlerle kamu harcamalarını artırmaya yeltenebilir. Bu da belirtilen olumlu gelişmeleri aksi yönde etkiler.
Yerel seçimlerin bir de sonuç kısmı var. Eğer
Amerikada sigara alışkanlığı yılda 430 bin erken ölüme neden oluyor. Çünkü sigara kanser, enfarktüs ve solunum hastalıklarına neden oluyor.Sağlığı tehdit eden ikinci hastalık şişmanlık. Bu da her yıl Amerikada 300 bin kişinin yaşamını yitirmesine neden oluyor. Şişmanlık da hipertansiyon, diyabet, kalp hastalıkları, böbrek ve solunum hastalıklarına neden oluyor.Nihayet sürekli idman, ya da spor yapanlar kanser dahil tüm hastalıklara daha az yakalanıyorlar. Hem kilo verdiklerinden kendilerini daha iyi hissediyorlar, hem de gerçekten iyileşiyorlar.Ruhmun son çalışması ekonominin kötü dönemlerinde kötü alışkanlıkların azaldığını, iyi alışkanlıkların ise arttığını gösteriyor. Çünkü kötü alışkanlıklar yerine artık bu insanlar sağlıklarına özen göstermeye başlıyor. 20 yıllık bir veri tabanı ile çalışan Ruhm işsizlikte yüzde 1ik bir artışın yaşam beklentisinde yüzde 0.5lik bir artışa neden olduğunu gösteriyor.Ruhmun çalışmasında örneklemlerin yüzde 25i sigara içiyormuş. Ancak bunun sadece yüzde 2si günde 40tan fazla sigara içiyormuş. Yine bu nüfusun yüzde 54ü aşırı kiloluymuş, yüzde 5i de aşırı şişmanmış. Sürekli idman yapanlar yüzde 42 olmakla birlikte, yüzde 29u hiç ekzersiz