Bu toplantının sonuçlarını şimdiden tahmin etmek mümkün değil. Ancak nihayet çok üst düzey bir tanıtım olarak yarar sağlayabilir. Kuşkusuz yabancı sermaye son derece önemli. Ve ne yazık ki, tüm elverişli olanaklarına rağmen Türkiye yeterince sermaye çekemiyor. Hatta aksine, çeşitli nedenlerle yerli sermaye dışarıya kaçıyor.Bundan 6 ay önce HSBC, IMF ve Dünya Bankasının himayesinde bu konuda bir rapor yayımlanmıştı (Gelişmekte olan Ülkelerde Yabancı Sermaye). Raporda çok ilginç analizler bulunuyor.Rapor önce yabancı sermayenin gelişmekte olan ülkelere neden girdiğini açıklıyor:1. Pazar gayet büyükse,2. Ücret düşükse, veya emek daha verimliyse, ya da ücret - verimlilik ilişkisi daha elverişliyse,3. Altyapı uygunsa, yani iletişim, ulaşım gibi temel hizmetlerde sorun yoksa,4. Vergi düzeyi daha düşükse ve/veya daha basitse,5. Siyasal istikrar sorunu yoksa ve kişinin emniyeti tamsa,6. Yolsuzluklar ortadan kalkmışsa ve ciddi bir yönetişim sorunu görünmüyorsa,7. Hukukun üstünlüğü sağlanmışsa, yahut hukuk etkin bir biçimde çalışıyorsa, yabancı sermaye de o ülkeye akıyor. Ancak bu şartlardan bazıları yabancı sermayeyi çekmeye yettiği gibi, bazıları da gelmesini engellemeye yetiyor. Yatırım
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Yatırım Danışma Konseyi bundan üç yıl önce düşünülmüş bir toplantıydı. Ekonominin kaptanı Kemal Derviş bu toplantıyla çok düşük olan yabancı sermayeyi çekmeyi amaçlıyordu. Ancak kendisi yeni bir siyasal senaryo talep edince, seçimlere gidilmiş ve Konsey toplanamamıştı. Nihayet şimdi toplanıyor. Tam bir seçim arifesinde olması ise talihsizlik.
Bu toplantının sonuçlarını şimdiden tahmin etmek mümkün değil. Ancak nihayet çok üst düzey bir tanıtım olarak yarar sağlayabilir. Kuşkusuz yabancı sermaye son derece önemli. Ve ne yazık ki, tüm elverişli olanaklarına rağmen Türkiye yeterince sermaye çekemiyor. Hatta aksine, çeşitli nedenlerle yerli sermaye dışarıya kaçıyor.
Bundan 6 ay önce HSBC, IMF ve Dünya Bankası'nın himayesinde bu konuda bir rapor yayımlanmıştı (Gelişmekte olan Ülkelerde Yabancı Sermaye). Raporda çok ilginç analizler bulunuyor.
Rapor önce yabancı sermayenin gelişmekte olan ülkelere neden girdiğini açıklıyor:
1. Pazar gayet büyükse,
Ancak 2000 yılında şanssızlıklar da birbirini kovaladı. Hatırlayalım. Ekonomik dengelerin sağlanmasında kısmetin rolü olabilir mi? Gelişmelere bakılırsa, olduğu anlaşılıyor. 2000 yılında gerek bankaların yeterince sağlam olmaması, gerekse kamu finansman dengesinin sağlanmaması sonunda, cari işlemler açığı büyüyünce bir krize yol açılmış ve yeni bir programa geçilmişti. 1999 ocağında euro - dolar paritesi 1,16 düzeyindeydi. Program başlarken 1,01 düzeyine çekilse de beklentiler bunun düzeleceği yöndeydi. Oysa gerçekleşme tam tersine oldu. Parite 0,85 düzeyine kadar geriledi.Bu Türkiyenin o süreçte ilk şansızlığıydı. Çünkü Türkiyenin döviz gelirleri euro ağırlıklı olduğundan hem dolar olarak cari işlemler açığı büyüdü, hem de dış ticarette rekabet gücüne ağır bir darbe indi. Bu öyle bir sırada oldu ki, kur rejimi nedeniyle zaten TL dövize karşı değer kazanıyordu. Yani çifte bir rekabet gücü yitirilişi yaşandı. Bu konuda Türkiyenin kaderine razı olmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu elbette.Ancak aksilikler birbirini kovaladı. Petrol fiyatları önemli ithalat kalemlerimizin biri ve dolarla ithal ediliyor. 2000 yılında doların sürekli yükselmesi yetmediği gibi, petrol fiyatları da
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ekonomik dengelerin sağlanmasında kısmetin rolü olabilir mi? Gelişmelere bakılırsa, olduğu anlaşılıyor. 2000 yılında gerek bankaların yeterince sağlam olmaması, gerekse kamu finansman dengesinin sağlanmaması sonunda, cari işlemler açığı büyüyünce bir krize yol açılmış ve yeni bir programa geçilmişti.
Ancak 2000 yılında şanssızlıklar da birbirini kovaladı. Hatırlayalım.
1999 ocağında euro - dolar paritesi 1,16 düzeyindeydi. Program başlarken 1,01 düzeyine çekilse de beklentiler bunun düzeleceği yöndeydi. Oysa gerçekleşme tam tersine oldu. Parite 0,85 düzeyine kadar geriledi.
Bu Türkiye'nin o süreçte ilk şansızlığıydı. Çünkü Türkiye'nin döviz gelirleri euro ağırlıklı olduğundan hem dolar olarak cari işlemler açığı büyüdü, hem de dış ticarette rekabet gücüne ağır bir darbe indi. Bu öyle bir sırada oldu ki, kur rejimi nedeniyle zaten TL dövize karşı değer kazanıyordu. Yani çifte bir rekabet gücü yitirilişi yaşandı. Bu konuda Türkiye'nin kaderine razı olmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu elbette.
Ancak aksilikler birbirini kovaladı. Petrol fiyatları önemli ithalat kalemlerimizin biri ve dolarla ithal ediliyor. 2000 yılında doların sürekli
Ülkemizde önceleri sabit kur uygulanırdı. Böylece enflasyonun büsbütün ipini koparmaması amaçlanıyordu. Daha doğrusu 2000 yılına dek Merkez Bankası kuru bir önceki ayın özel imalat sanayiindeki fiyat gelişmelerine bağlı olarak ayarlardı. Yani hem dış ticarette göreli fiyat değişimi dikkate alınıyor, hem de fiyat istikrarı da göz önüne alınmış oluyordu. Ancak 2000 yılında cari işlemler açığının temel sorun haline gelmesiyle ve krizin patlamasıyla 2001 yılında esnek kur sistemine geçildi.Artık dalgalı kurdayız. Bir süre bu sisteme dirensek de şimdi bunun en ideal yol olduğuna inanmış görünüyoruz. Oysa zaman zaman TL bir hayli değer kazanıyor. Biraz pariteyle, biraz da iç üretim verimliliğiyle bu sorun aşılsa da, daha ne kadar sürdürülebilir bilmiyoruz. Üstelik, günün birinde Avrupa Para Sistemine geçilecek. Yani bir çeşit sabit kura. Hiç olmazsa şimdiden alışmış olmaz mıyız?Türkiyede sabit kurun uygulandığı oldu, ama para kurulu hiç uygulanmadı. Daha doğrusu para kurulunun temel ilkesi olan para arzının döviz rezervlerine bağlı olması 2000 yılında uygulandı, fakat çöktü. Oysa her ülkede para kurulu hüsranla sonuçlanmadı. Mesela 1992 yılında Estonya Para Kurulu uygulamasına geçerek
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Bayramda bir tezi gündeme getirmiş, günün birinde TL'yi bırakıp euroya geçeceğimiz varsayımıyla sabit kuru tartışmıştık. Malum dalgalı kur da dış şoklara karşı önemli bir bağışıklık sağlasa da, sabit kur da ekonomik istikrar sağlıyor.
Ülkemizde önceleri sabit kur uygulanırdı. Böylece enflasyonun büsbütün ipini koparmaması amaçlanıyordu. Daha doğrusu 2000 yılına dek Merkez Bankası kuru bir önceki ayın özel imalat sanayiindeki fiyat gelişmelerine bağlı olarak ayarlardı. Yani hem dış ticarette göreli fiyat değişimi dikkate alınıyor, hem de fiyat istikrarı da göz önüne alınmış oluyordu. Ancak 2000 yılında cari işlemler açığının temel sorun haline gelmesiyle ve krizin patlamasıyla 2001 yılında esnek kur sistemine geçildi.
Artık dalgalı kurdayız. Bir süre bu sisteme dirensek de şimdi bunun en ideal yol olduğuna inanmış görünüyoruz. Oysa zaman zaman TL bir hayli değer kazanıyor. Biraz pariteyle, biraz da iç üretim verimliliğiyle bu sorun aşılsa da, daha ne kadar sürdürülebilir bilmiyoruz. Üstelik, günün birinde Avrupa Para Sistemi'ne geçilecek. Yani bir çeşit sabit kura. Hiç olmazsa şimdiden alışmış olmaz mıyız?
Türkiye'de sabit kurun uygulandığı oldu, ama
Diyarbakırın DEHAPlı adaylarının seçim öncesi yurtdışına gitmesini anlamak zor Diyarbakıra dört yıl önce de gelmiş ve yine çarpık yapıdan etkilenmiştik. Bir yanda kent merkezinde çok katlı modern binalar, diğer yanda kentin çevresinde terörün yarattığı göçle oluşmuş semtler. Bölgenin bu en büyük yerleşim merkezi ne yazık ki hâlâ hiç yatırım çekemiyor. İşsiz kalan umudunu yitirince de, bir zamanlar sarılmış silaha. Gerçi son birkaç yıldır terör ciddi biçimde azalmış, ama ortalığın tam olarak yatıştığını söylemek zor. En azından kırık duygular sürüyor.Diyarbakırda favori parti DEHAP, SHP bayrağı altında seçime giriyor. Mevcut Belediye Başkanı Feridun Çelik bu kez aday gösterilmiyor. Partililer konuyu "halk böyle istedi" diye geçiştiriyor. "O zaman bunlar başarısızdı" denince de tepki gösteriyor.Suriçi adayı hariç, Güçbirliğinin yeni adayı Osman Baydemir ve tüm metropol belediye başkan adayları yurtdışına gitmişler. Tam seçim arifesi bu seyahati anlamak mümkün değil. Sade bir öğretmen olan Suriçi adayı, Abdullah Demirtaş halkın ilgi ve beklentisini açıklarken, "halk biz oyumuzu size değil, kendimize veriyoruz diyor" diye övünüyor. Tabii bu durumda neden adayları değiştirdikleri
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Diyarbakır'ın DEHAP'lı adaylarının seçim öncesi yurtdışına gitmesini anlamak zor
Önceki gece Diyarbakır'a Bingöl üzerinden geldik. Fakat 150 kilometrelik yolu 2.5 saatte ancak tamamladık. Hem yol çukur içindeydi, hem de zaman zaman güvenlik güçlerinin barikatlarına takıldık. Anlaşılan bu hatta güvenlik sorunları hâlâ sürüyordu.
Diyarbakır'a dört yıl önce de gelmiş ve yine çarpık yapıdan etkilenmiştik. Bir yanda kent merkezinde çok katlı modern binalar, diğer yanda kentin çevresinde terörün yarattığı göçle oluşmuş semtler. Bölgenin bu en büyük yerleşim merkezi ne yazık ki hâlâ hiç yatırım çekemiyor. İşsiz kalan umudunu yitirince de, bir zamanlar sarılmış silaha. Gerçi son birkaç yıldır terör ciddi biçimde azalmış, ama ortalığın tam olarak yatıştığını söylemek zor. En azından kırık duygular sürüyor.
Diyarbakır'da favori parti DEHAP, SHP bayrağı altında seçime giriyor. Mevcut Belediye Başkanı Feridun Çelik bu kez aday gösterilmiyor. Partililer konuyu "halk böyle istedi" diye geçiştiriyor. "O zaman bunlar başarısızdı" denince de tepki gösteriyor.
Suriçi adayı hariç, Güçbirliği'nin yeni adayı Osman Baydemir ve tüm metropol belediye başkan adayları