Uygulanan program meşakkat istiyor. Kuşkusuz borçlu olan devletlerin, hele enflasyonu yenmeye çalışırken, sıkı maliye politikası sürdürmekten başka çareleri olmuyor. Sıkı maliye politikası demek, az harcayıp, çok vergi toplamak demek. Yani devletin hizmetlerini sınırlayıp, halktan para toplaması. Krize girdiğimizden beri de temel olarak uyguladığımız politika bu.
Türkiye krize girdiğinde kamu borcu daha az görünüyordu. Çünkü kamu borcunun bir kısmı halının altına süpürülmüştü. Kamu bankalarının görev zararları şeffaf hale getirilince, gerçek borç da ortaya çıktı. 2000 yılında iç borç 54 milyar dolarken, 2001 yılında 84 milyar dolara çıkıverdi. Tabii aşırı yüksek faizler de buna katkıda bulundu. Kamunun dış borcu ise pek değişmedi.
Şu anda iç borç 149 milyar dolar olmuş görünüyor. Yani krizden bu yana dolar bazında neredeyse üç kat, kriz sonrası da yüzde 50'den fazla artmış. Keza 46 milyar dolar olan kamu dış borcu da 65 milyar dolara çıkmış. Yani o da aynı oranda yükselmiş görünüyor. Özetle tüm fedakarlıklara rağmen borç oranı hızla artıyor. Oysa bu borç azalsın diye her yıl milli gelirin yüzde 6.5'u kadar harcamalardan fazla gelir yaratılmaya çalışılıyor. Gerçi bu hedef tam tutmuyor, ama yine kemerler sıkılıyor. Hastaneler, okullar, yollar için yapılacak harcamalardan fedakarlık yapılıyor. Sırf borçlar azalsın, diye.
Doğru. 214 milyar dolarlık borç gerçekten az buz değil. Milli gelirin neredeyse yüzde 82'si. Ancak bunun ödenmesi için kamu hizmeti bekleyen kesimlerin ilelebet fedakarlık yapmaları da beklenemez. Bunun bir sınırı var. Nihayet insanlar daha nitelikli sağlık, eğitim ve altyapı hizmetleri bekliyor.
Zaten Türkiye'de gelir dağılımı çok bozuk. Bir de devlet çok toplayıp az harcayınca, gelir dağılımı devlet tarafından büsbütün bozuluyor.
İkincisi, vergilerin yüzde 67'si dolaylı vergilerden oluşuyor. Yani her vatandaş eşit vergi veriyor. Oysa varlıklı kesimler daha fazla, yoksul kesimler daha az vergi ödemeli. Demek ki, mevcut vergi sistemi de gelir dağılımını bozuyor.
Böyle kalsa iyi. Kamu harcamaları da bileşim itibariyle gelir dağılımını bozuyor. Kamu harcamalarının yüzde 42'si faize gidiyor. Yani toplanan vergiler kamunun refahı için değil, tasarrufçunun reel bir faiz alabilmesine gidiyor. Bu da sadece sınırlı bir toplumsal kesimin refahını artırıyor.
Kısacası, uygulanan politika kaçınılmaz. Sıkı maliye politikası zorunlu. Ancak bu politikanın ilelebet uygulanması adil değil. Mümkün de değil.
Çarelerden biri faizlerin hızla düşürülmesi. Bunun için bankacılık alanında gereken adımlar hızla atılmalı. Daha etkin bir bankacılık sektörüyle bir daha TMSF'ye yük taşınmamış olacaktır. Çünkü bu da iç borçları artıran bir etmen. Öte yandan, borcun vadesi uzamalı ki, bütçedeki finansman yükü düşsün. Sosyal sigortalar gibi finansman gediklerinin de tıkanması gerekiyor. Ve nihayet ekonomi daha hızlı büyümeli ki, borçlar oran olarak düşsün. Son söz, borç yiğidin kamçısıdır, ama sürekli de can acıtmaktadır.