üresel iklim değişikliğinin etkileri bu denli hissedilmeden önce, Türkiye tarımının sorunları ile ilgili olarak; yetersiz sulama, yüksek maliyetler, kırsal nüfusun azalması, uzun aracı kanalları, fireler ve örgütlenememeyi sayardık.
Şimdi bunların en başına küresel iklim değişikliğini koymaya başladık.
Çünkü Türkiye, küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından riskli ülkeler grubuna giriyor.
Su kaynaklarının azalması, orman yangınları, aşırı yağışlar, dolu, kuraklık ve çölleşme ile Türkiye tarımı gelecekte, bundan daha fazla etkilenecek.
***
Bu yıl sel ve dolunun vurduğu yeşil fasulye, bezelye ve barbunya üretiminde bunun etkileri görüldü bile.
Yeterince önlem alınmazsa bu etkiler giderek artacak.
Türkiye, bir yandan geri gönderilen tarım ürünleri nedeniyle hem para hem de prestij kaybına uğruyor, diğer yandan gıdalara katılan sentetik kimyasallar yüzünden vatandaşının sağlığını da kaybediyor. Bu haftaki yazımı birkaç örnekle bu konuya ayırdım...
Örneğin geçen yıl, AB’nin kalıntı sınırını 0.01 miligrama kadar düşürerek aslında ‘kullanmayın’ dediği ve bu yüzden de Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın yasakladığı klorpirifoz etken maddeli ilaçlar nedeniyle bazı tarım ürünleri ülkeye geri geliyor.
Yaklaşık 1,5 yıldır yasak olmasına rağmen bu etken maddeli ilaçları çiftçiler nereden bulup kullanıyorlar?
Bakanlık yasakladığında bayilerin stoklarında bu ilaçlar bulunuyordu. Özellikle zararlılara karşı oldukça etkili olan bu ilaçları bayiler halen satıyor. Bu durumun söz konusu ilaçlar depolarda bitinceye kadar süreceğini, edindiğim bilgilerle öğrenmiş bulunuyorum.
Yani resmen yasak olan klorpirifoz etkili ilaçlar kullanılmaya devam ederken, bu durum nedeniyle bir yandan tüketici zehirleniyor, diğer yandan geri gelen tarım ürünleri nedeniyle ülke hem prestij hem de para kaybediyor.
Plastikte salçaya dikkat!
Bir diğer zehirli madde de geçenler de yazığım gibi glifosat etkili ot
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Türkiye tarımı ile ilgili malumun ilanını yaptı.
Yıllardır gerek bu köşede, gerekse radyo, televizyon konuşmalarımda Türkiye tarımının köylerin boşalması nedeniyle SOS verdiğini yazıp, anlattım.
Benim gibi tarımın içerisinde olanların da mütemadiyen uyardıkları “gıda egemenliğimiz kayboluyor” tezini FAO’nun bu verileri maalesef destekliyor.
***
Buna göre 2000 yılında yüzde 35.5 olan kırsal nüfus 2011’de yüzde 28.6’ya düştü.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar da halen 20 milyon olan kırsal nüfusun böyle giderse 2050 yılında 4.5 milyona gerileyeceğini söyledi.
Bu ülkede üreten ender sektörlerden biri olan tarım, hiçbir zaman hak ettiği değeri bulamadı. “Efendilik” de sadece sözde kaldı.
1960’lı yıllardan itibaren kırsal boşalmaya, İstanbul’un beton taş yolları ve inşaat alanları
Bundan üç hafta önce ot ilaçlarının tehlikelerini anlatmıştım... Bu yazımda da tüm tarım ilaçlarına dikkat çekmek istiyorum...
Dünyada tarım ürünlerine zarar veren, yaklaşık ‘9.000’ tür böcek ile kırmızı örümcek, ‘50.000’ tür bitki hastalık etmeni (patojen) ve ‘8.000’ tür de yabancı ot bulunuyor.
Bu zararlıların ortadan kaldırılması için günümüzde tarım ilaçları, yani pestisitler kullanılıyor. Şayet ilaç kullanılmazsa meyvelerde yüzde 78, sebzelerde yüzde 54 ve tahıllarda da yüzde 32 kayıp söz konusu olacak.
Bu kayıplar gerçekleştiğinde, zaten sorunlu olan dünya nüfusunu beslemek, daha da sorunlu hale gelecek.
Ancak tarım ilaçları zararlıları ortadan kaldırırken, insanlarda da toksik etkiler oluşturuyor.
Ekosistemi değiştiriyor
Tek bir dozda alındığında kısa sürede ortaya çıkan zehirlenmeye ‘akut toksisite’, uzun bir süreçte oluşana da ‘kronik toksisite’ deniyor. Uzun süreçte ilaçlar, insanların çeşitli organlarında yavaş yavaş birikerek, başta kanser olmak üzere birçok hastalığa neden oluyor.
Çünkü, ilaçlamalarda atılan ilacın sadece yüzde 1’i, hedef alınan mikrop, böcek ya da otun üzerine ulaşıyor. Geri kalan yüzde 99’luk kısım ise, toprağa, suya ve atmosfere kimyasal kirleticiler olara
Bu hafta tam, Türkiye’deki tarımın genel bir özetini yazayım diyordum ki, sahadan baharatlara yapılan hilelerle ilgili bilgiler geldi.
Türkiye’de hemen hemen herkesin severek tükettiği, sofraların vazgeçilmez çeşni maddesi olan baharatlar, et ve tavuktan-pilava kadar birçok yemekte kullanılıyor. Özellikle acı kırmızıbiber tozu, acı sevenler tarafından bütün yemeklerin içine katılıyor.
Aşağıda yazılan hileleri bütün baharat şirketleri yapmıyor elbette. Benim ‘gıda hilebazları’ sözüm sadece bunu yapanlarla sınırlı. Dürüst çalışan firmalar, hilenin bolca yapıldığı bu ortamda ayakta durabiliyorsa, takdiri hak ediyor.
Sadece ot-saman değil!
Dökme baharatlar arasına kurutulmuş ot ve sap karıştırılması gibi bazı hileleri zaten biliyorduk. Sahadan gelen bilgiler, yapılan hilelerin sadece bununla sınırlı kalmadığı yönünde. Bunları duyunca bir baharatsever olarak gerçekten şoke oldum.
Meğerse karıştırılanlar sadece ot ve saman değilmiş. Örneğin, baharatlara aflatoksin adıyla bilinen küf toksinlerini gizlemek için bentonit olarak ifade edilen bir tür kil maddesi katıyorlar.
Aflatoksinler kanserler başta olmak üzere, DNA’da kalıcı değişiklikler, bebeklerde biçim bozuklukları, noksan gelişme ile
Glifosat bütün ülkelerde, yabancı otlara karşı kullanılan önemli ilaçların etken maddesi.
GDO’lu tohumların 1996 yılından itibaren gittikçe artmasıyla birlikte, dünya ot ilaçlarının kullanımı 15 katına çıkmış.
Bugün tüketilen toplam glifosat etkili ot ilaçlarının yüzde 56’sı, GDO’lu bitkilerin tarımının yapıldığı alanlarda kullanılıyor.
Bunların dışında geleneksel tarım alanları, orman alanlarında da kullanılıyor.
Seçici etki göstermediği bitkilere uygulama sarasında sadece yabancı otlar hedef alınırken, seçici etki gösterdiği bitkilerde ise uygulama hem kültür bitkilerine hem de yabancı otlara karşı yapılıyor.
Uygulamadan sonra sistemik etkili olması sonucu, bitki tarafından alınıp köke kadar ulaşabiliyor.
İnsanlar bu ilaçları yedikleri besinlerle alıyor ve bu şekilde kalıntıya maruz kalıyor.
Bunun dışında, etken madde, toprak, hava, yüzey sularına da ulaşarak bu alanları da kirletiyor.
Geçen hafta yayınlanan ancak halen tartışılan ithalat kararnamesiyle canlı hayvan, karkas et, buğday, mısır ve arpa gibi tarım ürünlerinin ithalat gümrük vergileri düşürülmüştü.
Bakanlar Kurulu’nun 27 Haziran 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan kararına göre; canlı büyükbaş hayvanların ithalat gümrük vergisi yüzde 135’ten yüzde 26’ya, karkas etin yüzde 100 ile yüzde 225 arasında olan gümrük vergisi yüzde 40’a, buğdayın yüzde 130’dan yüzde 45’e, arpanın yüzde 130’dan yüzde 35’e, mısırın da 130’dan yüzde 25’e düşürüldü.
***
Buradaki amaç, gıda enflasyonunu azaltmak.
Etten başlayalım.
Yıllardır bu ülkeye canlı hayvan ve karkas et ithalatı yapıldı ve halen yapılıyor, siz bir tüketici olarak kasaptan eti bir yıl öncesine göre daha mı ucuza yiyorsunuz?
Bu kadar ithalata rağmen kasaplarda, marketlerde et fiyatları bir türlü düşmedi. Öyle değil mi?
***
Geçenlerde İZÇEP (İzmir Çevre Gönüllüleri Platformu) adına Alaettin Hacımüezzin’den uyarı niteliğinde bir yazı aldım.
Bu yazıyı bence herkes görmeli.
Bu nedenle de köşeme taşıyorum.
***
ABD’de taze gıda satmayan market ve fast-food satan işyerlerini içeren, “gıda çölleri” olarak adlandırılan bölgeler konusundaki endişeler yükseliyor.
Bu alanların insan sağlığı üzerinde bariz etkileri bulunuyor.
Kaliforniya’da 2008 yılında yapılan bir çalışmada, bu tarz alanlara yakın yaşayanlarda, taze gıda satan süpermarketlere ve manavlara yakın yaşayan nüfusa oranla obezitede yüzde 20, şeker hastalığında yüzde 23 oranında daha fazla yatkınlık bulunmuş.
Yazının sonunda, “Bu gıdaların etiketleri üzerine sigara paketlerinin üzerindeki gibi uyarı yazıları yazılamaz mı?” diye soruluyor.