Bir zamanlar “yoksulun aşı” olan fasulye ile ilgili bazı türküler bulunuyor. Örneğin, “Bu fasulye 7,5 lira” türküsü, geçmişte yapılan bazı seçimlerde iktidarların aleyhine bile kullanılmıştı.
Günümüzde de fasulyenin fiyatı oldukça arttı ve 15 liralara dayandı. Ancak bakıldığında, sadece fasulyenin değil, hemen hemen bütün tarım ürünlerinin de fiyatı artmış bulunuyor. Yüzde 11,3 yıllık enflasyonun olduğu 2016-2017 Mart döneminde, birçok tarım ürünündeki tüketici fiyat artışları yüzde 30’a yaklaştı. Dolar ve euro’nun lira karşısında değer kazanmasıyla birlikte, tohum, gübre ve yem gibi girdilerin fiyatları da arttı. Bunun sonucunda bazı çiftçiler tarlalarını ekemedi. Tarımsal üretimin azalmasıyla birlikte, tüketici fiyatları yükseldi. Yüksek gıda fiyatları, hane halkı ekonomisini olumsuz şekilde etkiledi ve ailelerin gıda harcamaları arttı.
Çok ürün alıyoruz
Gıda maddelerinin fiyatının artmasıyla birlikte, uzun bir süreden sonra, enflasyon çift haneyi gördü. Enflasyonu düşürmek için art arda ithalat önlemleri devreye sokulurken, ilginçtir ki, ithalat kararı alınan ürünlerin fiyatları da arttı.
Örneğin fasulye üzerinden gidersek, Kırgızistan’dan ithalat yapılması beklenen kuru
Ne kadar ironi değil mi? Sanki Suriyeli köylü, Suriye’deki savaşı başlatmış gibi, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Suriye’deki yıkım ve göçün önüne geçebilmek için tarımın acilen yeniden başlatılması gerektiğini belirtiyor.
Ağırlıklı olarak IŞİD, Nusra gibi terörist gruplarla yapılan kirli vekalet savaşında Suriyeli köylü, bu teröristler ile Suriye ordusu arasında kaldı ve kırsalı terk ederek ya şehirlerin çeperlerine taşındı ya da ülkesini terk etti.
Ülkede savaşan gruplar görevlerini çok güzel yerine getirdiler.
Köylüleri kırsaldan sürerek tarım alanlarını, ileride büyük şirketlerin hizmetine sunulacak hale getirdiler.
***
FAO uzmanları, demokrasi vaadiyle başlatılan, demokrasinin “D”sinin olmadığı Suudi Arabistan ve Katar gibi Körfez ülkeleri tarafından desteklenen kirli savaştaki göçün, ancak kırsalda tarım yapılması halinde önleneceğini düşünüyorlar.
Bunun altında yatan esas neden, AB ülkelerine kaçak yollarla giden Suriyelilerin yarattıkları sorunlar ve Suriye kökenli terörün önlenemez yükselişi mi?
Suriye’de tarım çökmüşken acaba Türkiye’de durum nasıl bir de ona bakalım.
Önümüz yaz... Yaz gelmeden önce nasıl beslenileceği ile ilgili bir yazı yazmak istedim.
Yazın başlaması ile artan hava sıcaklıkları, birtakım sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor.
Sıcaklık ve nem artışına bağlı olarak vücut ısısı artıyor ve metabolizma bu yeni duruma uyum sağlamaya çalışıyor.
Kalp debisinde düşme, doku ve organlardaki oksijenlenmede azalma, kalp atım sayısı ve kan basıncındaki artış nedeniyle özellikle yüksek tansiyon, kalp yetmezliği ve koroner kalp hastalıklarında artış gözleniyor.
Yine sıcaklıkların etkisiyle terle birlikte su ve mineral kaybı sonucu baş dönmesi gibi sağlık problemleri de görülüyor.
***
Özellikle bebek ve çocuklarda ishal görülme sıklığı artıyor.
Ayrıca besin kaynaklı zehirlenmeler daha sık görülüyor.
Çiğ sütün satışı ile ilgili gündem, palm yağı ve GDO katkılı ekmekte olduğu gibi referandum çalışmaları nedeniyle unutuldu gitti.
Bu konuda Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın açıklamasına göre, çiğ sütü sadece “hastalıklardan ari” çiftlikler kendi markaları ile satabilecekler.
Bazı çevreler de bu yasaklamanın, satıcılar vasıtasıyla evlere çiğ sütün satışına (sokak sütü) uzanacağı görüşündeler.
Aldığım bilgilere göre de bu çevreler haklı, bunun arkasından yasaklama gelecek gibi görünüyor.
***
Sanayiciler çiğ süt satışının yapılmaması yönünde görüş bildiriyorlar.
Sanayiciler Türkiye’deki hayvanların çoğunun hastalıklı olduğunu, ahır ve sağım hijyeni ile soğutma konusunda yeterince bilinçlenme olmadığını söylüyorlar.
Ancak 1 milyar 200 milyon litre olarak ifade edilen, aslında pratikte 400 milyon litre olan, hastalıklardan muaf çiftliklerden sağlanan sütün yanı sıra, geriye kalan 17 milyar litre sütü toplayıp işliyorlar.
Dünyada 1 milyon 573 bin hektarda yapılan süs bitkileri üretiminin değeri 51 milyar dolar civarında.
Türkiye’deki 45 bin dekar üretim alanlarının yüzde 72’sini dış mekan süs bitkileri, yüzde 24’ünü kesme çiçek, yüzde 2.5’unu iç mekan süs bitkileri ve yüzde 1.5’unu da doğal çiçek soğanları oluşturuyor.
Üretim alanları açısından İzmir, Sakarya’dan sonra yüzde 24’lük payla ikinci sırada bulunuyor.
***
Türkiye’nin süs bitkileri ihracatı 72 milyon dolar iken, ithalat 86 milyon doları buluyor.
İhracat ile ithalat arasındaki açık sektördeki gelişmeyi olumsuz etkiliyor.
Örneğin 14 Mart Sevgililer Günü ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü gibi özel günlerde sektör talebi karşılayamıyor.
***
Türkiye genelinde yaklaşık 25 bin kayıtlı ekmek fırını bulunuyor.
Kayıtlıların yanı sıra kimler tarafından kurulduğu, nerede ve nasıl üretim yaptığı bilinmeyen “merdiven altı” diye tabir edilen ve ekmek yapıp satan işyerleri de var.
Geçenlerde ekmek konusunda yazdığım bir yazıda, İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Gıda Birim Müdürü Ziraat Yüksek Mühendisi Yusuf Vangöl’den aldığım bazı bilgileri paylaşmıştım.
Aldığım bilgilere göre, kaçak ekmekler İzmir’de pazaryer-lerinde, cami önlerinde, cadde ve sokaklarda “hakiki köy ekmeği” “doğal ekmek” “taş fırın ekmeği” “Afyon ekmeği” gibi çeşitli adlar altında satılıyorlar.
Hiçbirinin sağlık şartlarına ne derece uygun olduğu da bilinmiyor.
***
Yazının mürekkebi henüz kurumadan başka bir ekmek bombası da Adana’da patladı.
Adana’da bir firma tarafından üretilen ekmek katkı maddesinde GDO’lu soya çıktı.
Ne zaman Türkiye ile Rusya arasında görüşmeler olsa, akla hep domates geliyor.
Geçen hafta Erdoğan-Putin görüşmesinde de basında domates konusu işlendi.
Aslında ne Rusya’ya tarım ürünleri ihracatında, ne de Rusya’nın Türkiye’deki büyük yatırımları dışındaki konularda, zirvede dişe dokunur bir gelişme olmadığı görülüyor.
Vize konusunda biraz gelişme sağlandı. Putin, Türk şirketlerine uygulanan yasağın kaldırılacağını söyledi, o kadar.
Bunun dışında ortak yatırım fonu kurulması ve 2019 yılının karşılıklı kültür ve turizm senesi olması konusunda mutabakatlar bulunuyor.
2019’a kadar ilişkiler nasıl seyreder bilemeyiz.
***
Domatese gelince...
Türkiye’de yılda üretilen 49 milyon ton yaş meyve-sebzenin parasal değeri 100 milyar lirayı buluyor.
Ancak bu miktarın 12 milyon tonu tarlada, yolda veya hallerde heba oluyor.
Bunun da parasal karşılığı 25 milyar lira civarında.
Yani her 4 kilo meyve-sebze ne tüketimde ne de ekonomi içerisinde değerlen-dirilebiliyor.
Ayrıca üretimin yüzde 75’i de kayıtsız.
İhracat rakamı ise yüzde 4-5’i anca buluyor.
Halbuki yollar, soğuk hava depoları, işleme gibi tesislerle kayıplar azaltılabilir.
Bunun ekonomiye getirisi yukarıda da yazdığım gibi büyük olur.