İran rejimi Kasım Süleymani denen, kendini molla rejiminin koruyucusu sanan generalden kurtulmuş oldu. Süleymani’nin elinde on binlerce Müslümanın kanı vardı. Hamaney ve Ruhani ne kadar herkesin önünde söyleyemeseler de İslam devrimi muhafızları örgütü, Yemen’den Lübnan’a bölgede “Şii Hilali” denen hegemonyayı inşa ile görevli saymaya başlamış, Tahran’ın sözünü önemsemeyen bir kuruluş haline gelmişti.
Teokrasilerin sorunu budur: rejimin muteber insanları arasında bile serbest tartışma olmadığı için hesap hatası daima mümkündür. Kasım Süleymani ve etrafına topladığı subaylar, “Amerika kendi içişleriyle meşgul” ve “Bu Trump salağın teki!” yanılgılarına kapılmışlardı. Ülkenin zayıf düştüğü, rejimin içerde zerrece desteği kalmadığı, Irak’ın babalarının çiftliği ve Iraklı Şiilerin de kendilerinin kölesi olmadığını hiç hesaba katmadılar. O kadar ki, bu eli kanlı çetenin bütün reisleri aynı araçla gezecek kadar kendilerinden geçtiler.
Irak ve İran’daki Şiilerin iççinde bulundukları kriz, bırakın çözülmeyi, kolayca tanımlanmaktan bile uzaktır. Bunu anlamaktan uzak bu silahlı çete, yaptıkları hesap hataları ile, Afganistan’ı işgal ettiği 2001 yılından bu yana bölgeyi kan ve gözyaşına boğmuş olan ABD’yi bir kere daha bölgedeki askerî varlığını azaltma kararından vaz geçirmiş oldu. Nitekim seçim yatırımı ve azil sürecinden kurtulma amacına yönelik bile olsa, Trump, bölgedeki ABD askeri sayısını arttırır, ama azaltmaz.
Süleymani ve çetesinin en büyük hatası, ABD elçiliğine saldırması oldu. Bu terimin ABD kamuoyunun psikolojisinde bir değil üç yarası var: 1970 Saygon’un düşüşü ve Vietnam ABD elçiliğinin son dakikalarda tahliyesi; 1979 Tahran Büyükelçiliğinin işgali ve 444 gün süren rehine krizi ve 2014 Bingazi Konsolosluk saldırısı ve birisi başkonsolos üç Amerikalının öldürülmesi. Ne kadar çabuk bitmiş ve ne kadar az zarar verilmiş olursa olsun Bağdat büyükelçiliği baskını, ABD kamuoyu nezdinde açıklamalarla geçiştirilebilecek bir diplomatik hadise değildi. Tahran’daki gibi Bağdat’ta elçilik duvarına yazılan “Kahrolsun Amerika” sloganları o kadar hafızalara kazınmış ve “Amerika’nın dünyada ciddiye alınan bir ülke olmadığı” mesajı ile o kadar birleştirilmişti ki, “Amerika’yı yeniden büyük devlet kılma” vaadiyle seçim kazanmış (ve kazanacak) olan Trump için, kolay yutulur bir lokma değildi. Böyle bir stratejik hatayı yapan hangi ülke olursa olsun, aynı yanıtı alırdı.
İran’da şimdi bir iç hesaplaşma var. Mollalar (onlara siviller diyelim) kazanırsa bu hesap hatasının faturasını, kapalı kapılar ardında, ABD ile yeniden bir pazarlığa girerek ödenir. Devrim Muhafızları (onlara askerler diyelim) kazanırsa, BAE veya Suudi Arabistan ve hatta Irak veya Suriye’deki ABD varlıklarına yönelik saldırılar olabilir.
Aklıselimin önerdiği yol, mevcut ateşli söylemin dozunu düşürerek ve araya başka ülkeleri sokarak uzlaşma ve diyalog imkânı aramaktır. Ama epeydir kırıp dökmediği ilişki bırakmamış olan İran araya girebilecek ülke bulabilir mi?