İsrail, dostane olmayan bir mahallede oturduğu halde, bütün komşularını kendisine düşman eden, geçimsiz, kavgacı, gözü başkalarının malında bir mahalle kabadayısı görünümünde. Hangi akla hizmet ettilerse, merhum Menderes’i ve dışişleri bakanı Fatih Rüştü Zorlu’yu dinleyip hemen devlet kuracaklarına, Rusların oyununa gelen bölgedeki Filistin asıllı Arap halkı da bugün İsrail’e haddini bildirme imkanından yoksun.
Sonuç, ABD’nin verdiği atom bombalarına, dünyadaki her beş bankadan birine sahip olan ABD’li Musevilerin İsrail’e yaptığı silah fabrikalarına güvenen bu şımarık devlet tarih boyunca Musevilerin çektiği her türlü acının bedelini, Filistinlilere ödetiyor. Oysa, Menderes ve Demokrat Parti, İsrail’i haktan ve hukuktan yana çekmek için çok fedakarlıklar yaptı. Türkiye, İsrail’in haktan ve hukuktan ayrılmaması için 73 yıldır nelerine katlandı. Bir tek koşulu oldu Türkiye’nin: İsrail’in Arap topraklarını işgalden vaz geçmesi, 1948 sınırları içinde yaşayan Arap
Amerika’da Temsilciler Meclisi’nde 1911’den beri 435 üye var. Orada da bizdeki gibi, milletvekilliği evladiyelik; şu anda ortalama üyelik 10 yıl. Üyelerin ortalama yaşı da 60. Milletvekillerinin bu dönem yüzde 20’si kadın; 56 üye siyah, 54 üye Latin Amerikalı. 468’i Hıristiyan, 33’ü Musevi, 3’ü Müslüman.
Asıl söylemek istediğim istatistik ise mesleklerle ilgili olanı. Sayıları 100’ün üzerinde olan meslekler, sırasıyla ticaret/bankacılık, kamu görevlisi/yerel siyasetçi ve avukat. Sayıları 100’ün altında olanlar emekli subay, astsubay ve erler ile öğretmen ve okul müdürleri. Diğer meslekler 10’un altında. “Kamu görevlisi” başlığı altında şu anda çalışmakta olan 177’nci dönem Temsilciler Meclisi’nde sadece 2 eski diplomat var. (Anlaşmaları onaylama yetkisi olan Senato’da da sadece 2 eski büyükelçi var.) Buna karşılık, bu dönem 11 lokantacı, 6 bilgisayar yazılımcısı ve 16 banka sahibi bulunuyor mecliste.
Bu meclisin 170 üyesi, iki ay önce, Başkan Joe
Kıbrıs’ın adını, yanına “sorun” kelimesi eklenmeden ne zaman gördünüz en son? Veya hiç gördünüz mü? Belki hellim peynirinden söz ederken… Ama 1573’te Osmanlı, Kıbrıs adasını Venedik Devleti’nin elinden alıp, fethettiğinden bu yana Kıbrıs daima sorun oldu. Kıbrıs’ın fethi ile sonuçlanan Venedik savaşlarının bu dördüncüsü ve sonuncusunda, o zamanki Avrupa birliğini oluşturan bütün ülkeler, Papa 5’inci Pius’un önderliğinde bir Kutsal İttifak oluşturdular ve İspanya’dan Ceneviz’e, ne kadar dukalık ve şövalye devletçiği varsa, hepsi Osmanlı’nın karşısına dikildiler.
Memluklerin elindeki Kıbrıs bir Müslüman ülkesiydi ve Venedik adayı kısmen parayla satın alarak, kısmen hile ile ele geçirmişti. Osmanlının adayı fetihteki amacı, adanın Müslüman halkına yapılan haksızlıkları gidermekti. Ama dava, bir tarafta Osmanlı varsa, Avrupa için hiçbir zaman “kim haklı, kim haksız” davası olmadı. Tıpkı 2004’teki Avrupa’nın büyük ihanetine kadar,
Biden’ın gafları o kadar meşhurdu ki Obama bir ara bu gaflara yönelik eleştirileri (yani kahkahaları) durdurabilmek için, “Bırakın, Joe, Joe’luğunu yapsın!” demişti. Google’dan bakarsanız, Time dergisinin Biden’ın En Meşhur 10 Gafı diye bir sayfasını bulacaksınız. Müstehcen konuşmalar mı dersiniz, hukuk fakültesinde kopya çekip sınıfta kalmalar mı dersiniz... Amerikalılar bu tür gaflar için renkli bir deyim kullanırlar: Ayağını ağzına sokmak!
Joe’nun ayağı bu anlamda ağzından çıkmamıştır; çıkacağa da benzemiyor.
Ne var ki “Ermeni Soykırımı” denen hadsiz, yakışıksız ve tarihsel realitelere aykırı açıklamasını böyle bir gafla izah etmek olanaksız. Çünkü bu, Biden’ın “Kaliforniya seçmenlerine söz verdim” tarzı bir siyasal yatırım veya “Reagan da o kelimeyi sarf etmişti, ben de edeyim” tarzı bir siyasetçi yarışması değil, fakat kendisinin ileride “Biden Doktrini” diye anılmasını istediği bir tutumun, tavrın birçok tezahüründen biridir.
Biden’ın Delaware
Ermenistan, ABD başkanının da Demokratların da Cumhuriyetçilerin de umurunda değil. Umurları, sadece “Yeni Türkiye” olgusunun önüne geçmek.
Biden seçim kampanyasındaki “soykırımı” vaadini yerine getirirken, üç yıl sonrasına yatırım yapmıyordu. 100 milletvekili ile 38 senatör de Biden’ı bu iğrenç suçu Türkiye’nin üzerine atmaya teşvik ederken, sadece basit bir oy yatırımı yapmıyorlardı. Bu kelimenin kullanılmasının, ikili ilişkilere, hem kalıcı şekilde zarar vereceğini ABD’de herkes, bütün bakanlar, bütün düşünce kuruluşu üyeleri biliyorlardı.
Yeni Türkiye, yani IMF ile Dünya Bankası eliyle çekip çevrilemeyen, ABD büyükelçilik müsteşarlarının bir telefonuyla öyle değil böyle davranması sağlanamayan Türkiye. BM’de, ABD temsilcisi nasıl oy verirse öyle oy vermesi garanti olan, örneğin BM’de İsrail’e karşı her türlü girişimi ABD ile omuz omuza birlikte reddeden Türkiye değil, İslam İşbirliği Örgütünü toplayıp,
Ama’lar ve fakat’ların eşliğinde ABD’nin 20 yıllık Afgan macerasının son kararının alınacağı iki gün sonra başlayacak olan İstanbul Konferansı ramazan sonrasına ertelendi. İnşallah diyelim, çünkü Afganistan’ın kaderinde olmaması gerektiği halde en büyük söz sahibi olan Taliban, pazarlık gücünü artırmak için olsa gerek, toplantıya katılmayacağını açıkladı. Ramazan sonrası gelecekleri de şüpheli.
Toplantıya ilgili tarafları, ABD, NATO, Afgan hükümeti ve Taliban muhalefetini Türkiye ve Katar çağırmıştı. ABD’nin Afganistan’dan çekilme açıklaması hakkında görüşü sorulanların üçe bölünmüş olduğu görülüyor: “Çekilmez”, “Çekilmesin”, “Oh, sonunda!” diyenler. Bu üçüncü grup, parmakla sayılabilir. ABD’nin çekilmeyeceğine inananların hemen tamamı bu çekilmeyi arzu edenler. Ancak 2011’de Obama’nın çekilme takvimi, tersine birlik sayısının artışıyla sonuçlanmış, iki yıl sonra ise
Biden, 11 Eylül’de Afganistan’dan çekileceğini açıkladı. Amerikalı gazeteciler tabir yerinde ise üstüne atladılar.
1995’ten beni New York Times’da makale yazan, 2014’te de gazete adına makale yazan yazarlar kadrosuna katılan Maureen Dowd, mesela, Biden’ın Afganistan’dan askerlerini çekeceği açıklamasına öyle bir canı gönülden inandı ki, son makalesine “Biden Sonunda Generalleri Bir Kenara İtti” diye başlık attı. Trump’tan nefret ederdi; Biden seçilsin diye çok yazılar yazdı ama daima konuları her tarafıyla ele almayı başaran bir yazardı. Son makalesini okursanız sanırsınız ki Eylül gelmiş ve ABD askerleri uçaklara doluşup, şarkılar söyleyerek New York yollarını tutmuşlar.
Wall Street Journal’da da aynı hava hâkim. Açıklamayla ilgili 10 makale yayınlayan gazetenin bütün yazarları Biden’a inanıyor; sadece Cumhuriyetçi senatör Lindsey Graham, emekli Orgeneral Jack Keane ile ortak kaleme aldıkları makalede Afganistan’dan çekilmenin hata olacağını öne sürüyor.
Washingto
Daha genel soralım: Bugün yarın, hatta önümüzdeki 15-20 yıl içinde savaş çıkar mı? Kısa cevabım: Hayır. Uzun cevap, aşağıda.
Karl Marx, bilim insanı olarak her şeyi açıklayan bir genel kuram peşinde idi; bu kuramı bulamadı ama başka bir gelenek başlattı; o günden beri master tezi yazan lisansüstü öğrencilerinden tutun, her dereceden bilim insanları, siyasetçiler ve “düşünürler” için, sağlıktan ekonomiye, çevre korumaya kadar, ele aldıkları konu her ne olursa olsun o konuda bir genel yasa keşfetmek oldu. Bu genel yasalar da daima bir unsura indirgenmiş oldu. Diş sağlığı konusunda bir yasa mı keşfedeceksiniz? Muhtemelen şöyle bir şey söylemeniz gerekir: Diş çürümesinin tek sebebi şekerdir. Oysa ağız sağlığını etkileyen belki onlarca başka sebep vardır; ama sosyal yasa dediğiniz şey, tek unsurlu olmalı.
Marx’ın savaşların tek sebebi olarak gördüğü kapitalizm, sarsılmadan hayatiyetini sürdürüyor ama savaşların önü arkası kesilmiyor. Ne var ki araştırmacılar ortaya tek unsurlu savaş kuramları koymayı