Horasan! Romantik, efsunlu İslam ülkesi… İran’ın aynı isimli ilinden, Siri Derya ve Amu Derya nehirleri arasındaki yeryüzü cenneti Maveraünnehir’e kadar olan büyülü ülke... Her ne kadar iki nehir ve besledikleri Aral Gölü kurumakta, üzerindeki koca gemiler artık deve barınağı olarak kullanılmakta ise de… Her ne kadar bu bölgedeki halk, önce komünizmin, sonra güya seçimle işbaşına gelen liderlerin kötü yönetimi sonucu, yeryüzü cennetinden çok insan yapısı bir cehennemde yaşıyorsa da…
Bu çok isimli, çok liderli, çok bölümlü terör örgütünün son hafta adını duyuran hizbi, Taliban koalisyonundan ayrılırken, liderlerini bölgeyi Horasan haline getirme ülküsüne ihanetle suçlamışlardı. Taliban, içinde “Al-Dawla al-Islamiya” (İslam Devleti anlamına Islamic State’in kısaltması IS) ve onun birçok fraksiyonu (hizbi) da bulunan grubu da içeriyordu.
Afganistan’daki ABD/NATO işgali sebebiyle çoğunluğu
"Herkes Biden’a inandı’ başlıklı, bir buçuk yıl önce bu sütunlarda yayımlanan bir yazımda ve İngilizce, “ABD’nin Afganistan’dan çekileceğine neden inanmıyorum?” mealindeki başlıklı bir başka yazımda, Afganistan işgalinin sona ermeyeceği tahmininde bulunmuştum.
Kimse üzerinde durmadı ama rahmetli Muammer Aksoy hocamızın dediği gibi, “İnsan belleğinin unutma hastalığı vardır; ama arşiv asla unutmaz.”
Bu yanılgının sebeplerini ele almak, aslında, Afganistan’da sürmekte olan ve artacağına dair kuvvetli belirtiler bulunan kaosun sebeplerini de irdelemek olur. “Herkes Biden’a inandı” derken işaret etmek istediğim nokta Biden’ın sözüne inanılmaz bir siyasetçi olduğu kanısını paylaştığımı göstermekti. Biden, kendisini yardımcı olarak seçen Başkan Obama’nın, Demokrat Partili bir gruba “Joe’nun işleri ... becerisini küçümsememek gerekir” (boşluğu İngilizce f***ing kelimesinin karşılığıyla doldurabilirsiniz) derken kaydettiği yeteneğini de biliyordum.
Hatta, bir muhafazakâr yazarın şu nitelemelerinin de
Herkesin, Müslüman, Müslüman olmayan herkesin zihnine çakılmış bir fotoğraf var: Bir takım şalvarlı erkekler sandalyelere kurulmuşlar, çıplak ayaklarını kucaklarına almışlar ve ortadaki zavallı bir kadının kırbaçlanmasını seyrediyorlar. Suratlarına bakarsanız, sadece seyretmiyorlar; zevk alarak seyrediyorlar.
Bu tablo, İslam adına verilen bir cezayı yansıtıyor. Bu ceza, dünyada İslam adına hükmeden son halifenin ülkesi Osmanlı Devleti’nde son defa 1640’ta uygulandı. (Denir ki Padişah Avcı Mehmet zamanında yapılan bu uygulama aslında Osmanlı’daki ilk ve son uygulama idi.)
Taliban’ı dünya gözünde şeriat devleti kurmak isteyen bir grup değil de kanlı katiller güruhu olarak gösteren, bu ve benzeri, kendi İslam yorumlarına dayanarak, işledikleri insanlık dışı vahşetler oldu.
Kandahar’da Eylül 1994’te bir araya gelen Afgan liderlerin hepsi İslamcı grupları temsil etmiyordu; aralarında Fransız Lisesi’ni bitirmiş, mimar-mühendis olmuş Ahmet Şah Mesut gibi önderler çoktu.
Ancak ABD ve İngiltere, daha sonra “Arap Afganlar” olarak bilinecek
Taliban ile El Kaide arasında bağ kuran, başka bir deyişle, Usame Bin Ladin’in yaptığı ve yapacağı bütün terörist eylemlerden Afganistan’daki rejimi sorumlu tutan karar, 15 Ekim 1999’da BM Güvenlik Konseyi’nde alınmıştı. Kararda, El Kaide’nin o tarihe kadar Sudan’da ve Afganistan’daki terör eylemleri sıralanıyor ve Taliban rejimi, Bin Ladin’e yardım ve yataklık yapmakla suçlanıyordu. O tarihte, Afganistan’da hâlâ bir tür aşiretler arası koalisyon vardı ve Kuzey İttifakı adı verilen Tacik ve Özbekler, çoğunluktaki Dari ve Peştun milletiyle bir paylaşım içindeydi. Ancak BM kararından sonra, El Kaide, Kuzey İttifakı’nın lideri Ahmet Şah Mesut’u öldürdü ve bu paylaşım son buldu.
Şah Mesut’un Usame Bin Ladin’in ABD aleyhtarı terör eylemleri hazırlığını onaylamadığı için öldürüldüğü, bu cinayetten Taliban yöneticilerinin haberi olmadığı çok yazıldı, söylendi. Ancak suikastın gerçekleştiği 9 Eylül 20011’in, El Kaide terörünün küreselleşmesi
Sami Kohen usta, “Taliban pazarlık yapmayacak” diyor. National Review dergisi editörlerinden Andrew C. McCarthy, “10 Eylül 2001’de nerede isek oradayız” diyor. New York Times yazı kurulu ortak makalesinde, “Sonsuz savaştan kaçmak, savaşın sonunu getirmeyecek” görüşünü ifade ediyor. Fransız basını, Afganistan’daki durum için “Biden’ın fiyaskosu” ve “NATO için yıkım” diyor.
(Fransızlar zaten KOVİD-19 için de NATO’nun yıkımı yorumunu yapıyor; NATO bir yıkılsa aradan çekilse de rahatça Almanya ile kozlarını paylaşsalar! Bu nedenle Fransız basınına pek kulak vermemek lazım.)
Biden, 11 Eylül’ün yıldönümünde Afganistan’da ABD askeri kalmayacağını söyleyerek zaten Taliban ve El Kaide’ye, sadece Afganistan’ı değil, fakat ahlaki üstünlüğü de armağan etmiş oldu. Taliban, baştan beri El Kaide’nin 11 Eylül 2001’de ABD hedeflerine yaptığı saldırıların bir karşı-harekât, bir intikam operasyonu olduğunu öne sürmüyor muydu? ABD,
Hayatınızda hiçbir seraya girip, dolaştınız mı? Kışın değil yazın!
Zaten sıcak ortamda, dört tarafı kapalı ve aşırı rutubetli serada ne kadar önlem alınırsa alınsın, solunum yolları hastalıkları ishal, kusma ve alerjik reaksiyonların yanı sıra, kanser ve ona bağlı ölümler sık görülür.
Şimdi dünyamızı kocaman bir sera olarak düşünün. Atmosferimizin dış katmanını klor-flor-karbon gazları (CFC) ile kapladık ve bu gazlar ozon tabakasında ozonu parçaladılar; atmosferimizde ozon deliği açıldı. Bunun sonucu dünyamız ortalama bir Celcius (33 Fahrenhayt) derece ısındı. Sonuç; ormanların kendi kendine yanmasına (ve isteyenin ormanları kolayca yakabilmesine) müsait ortam oluştu.
Güney Kutbu’nun üzerindeki ozon deliği 1970’te ortaya çıkartıldı ve bu deliğin tek sorumlusu olan CFC’yi, tarımları, sanayileri, soğutma sistemleri ile üreten ülkelerin bir araya gelip çare araması tam 17 yıl aldı! Montreal Protokolü diye bilinen belgede önerilen çare ne idi, hatırlıyor musunuz? Gelişmekte olan ülkeler, sanayileşmiş batı ülkeleri gibi
Bir tarihte rahmetli Ecevit’in CHP yönetimini ele geçirmek için başlattığı harekâtın karşısında, gedikli İsmet Paşacılar, umursamaz, “Paşa’nın bir bildiği var!” derlermiş. Rahmetli Kasım Gülek, renkli üslubuyla, “Partiyi kaptırdık; döndük baktık ki Paşa’nın bir şey bildiği yokmuş!”
Eğer Putin, Amerika’nın İran’a neden saldırmayacağı veya Suriye’de Esat ile aralarını bulduğu Deralı muhaliflerin yeniden silaha sarılmayacakları konusunda bilgi sahibi değilse, Rusya’nın işi zor.
Putin, aşiretlerin güvenliği hakkında söz verdiği için silahlarını Esat’a vermiş olan Deralı yüz bine yakın muhalifin yeniden silaha sarılması ve 2017’de ilan edilen ateşkesi bozması an meselesi. Savaş yeniden başlarsa Esat karşısında silaha dün sarılmış ve doğru dürüst ateş etmesini bile bilmeyen bir avuç mimar ve mühendis bulmayacak. Aradan geçen zaman içinde Suriyeli muhalifler, Afganistan’dan, Libya’ya, epey muhabere deneyimi elde ettiler. Ayrıca şimdi muhalefetin elindeki silahlar birkaç adet avcı
El Cezire haber sitesindeki makalenin başlığı, “Türkiye neden Kabil havaalanının güvenliğini sağlamaktan sorumlu olmak istiyor?” olunca hemen okumak istiyorsunuz. Singapur’da Rajaratnam Uluslararası Çalışmalar Okulu’nda araştırmacı olan Abdül Basit ile Avustralya’da Deakin Üniversitesi araştırmacılarından Zahit Şahap Ahmet, bu sütunun üç katı uzunluğundaki yazılarında, “Ankara’nın bu hayati sorumluluğu üstlenerek, ABD’nin çekilmesinden sonra Afganistan’da kilit oyuncu olarak kalmaktan kazanacağı çok şey var” diyor ve Türkiye’nin kazançlarının neler olacağını irdeliyorlar.
“Erdoğan’ın İslam dünyasındaki ağırlığını arttırmak istemesi” gizli bir şey değilmiş; nitekim “Direniş Ertuğrul dizisi Müslüman kamuoyunu Türkiye lehine çeviriyormuş. “Dahası var” diyor iki yazar:
“Türkiye son yıllarda Suudi Arabistan’ı bir kenara itip, Sünni alemin liderliğini kazanmak için birçok siyasal manevralar yaptı.”
İnsan tabii merak ediyor ne gibi siyasal