Cumhur- başkanı Recep Tayyip Erdoğan Beyaz Saray’a adımını atarken, Başkan Trump’ın ne konuda ne söyleyeceğini biliyordu. Başkanlar düzeyindeki görüşmeden bir hafta kadar önce, ABD Yönetimi’nin ne konuda ne ölçüde Türk tezlerine yaklaşacağı, üçlü ön-heyet tarafından belirlenmişti. Amerikalı yetkililer, hem FETÖ soruşturması çerçevesindeki iade talepleri hem de Rakka kurtarma operasyonu çerçevesindeki birlik oluşturma planında değişiklik yapılarak PKK terör örgütünün uzantısı PYD ve onun bileşimlerinden vazgeçilmesi önerilerine, amiyane tabiri ile “Elimiz kolumuz bağlı” demekle yetinmişlerdi. Trump’ın gerek vücut dili gerekse konuşmalarında Türkiye ve Erdoğan hakkındaki dostane ve övücü sözleriyle hafifletmeye çalıştığı gerçek, iadeler ve YPG’den vazgeçme konularında elinin kolunun bağlı olduğu idi. Ama bu sırada belli olmayan, bunun sebebiydi.
Gerçek, ertesi gün anlaşıldı. Trump’ı bu duruma düşüren, hakkında özel savcı eliyle yeni bir soruşturma açılmasıydı.
24 gün Ulusal Güvenlik Başdanışmanı olarak ABD Ulusal Güvenlik Konseyi başkanlığı yapmış olan emekli orgeneral Michael Flynn’in, danışmanlık ve kamuoyu ilişkiler firmasını yasal zorunluluk çerçevesinde kaydettirmemiş olduğu
Bu haftanın ikinci yarısı ve gelecek hafta Ortadoğu barışı açısından önemli imkânlar sunuyor. Başkan Trump’ın Riyad zirvesinde yapacağı konuşma, eski başkan Obama’nın göreve başladığında yaptığı Kahire ve Bilgi üniversiteleri konuşmaları gibi, ABD’nin bölgede izleyeceği siyasetin ana hattını çizecek. Şu farkla ki Obama’nın bu konuşmaları Amerika’nın siyasetini çizmemiş, tam tersine, Obama’nın “yapmayacağı işler listesi” olarak
tarihe geçmişti.
Obama, göreve geldiğinde ve daha sonra bölgedeki temaslarında liderlere, “Amerika’nın artık bölgede ve hatta tüm dünyada barışın jandarması gibi hareket etmeyeceği” sözünü vermişti. Klasik klişesiyle, bu sözün gazetelerdeki haberinin mürekkebi kurumadan, ABD bir yandan bölgede Şii yayılmacılığı diye nitelediği gelişmelere engel olmak, diğer yandan Bağdat hükümetinin daha fazla Tahran yanlısı olmasını önlemek gibi amaçları gerçekleştirmek için Saddam’ın işsiz-güçsüz öğle uykusu çeken komutanlarına, bölgesel bir El Kaide kurulumu için yeşil ışık yakmıştı. Bu açık ve seçik jandarmalık değildiyse, herhalde daha sonra bu örgütün daha da radikal hale gelmesi ve uluslararası maceracılardan, paralı askerlerden yardım almak ve hatta Bağdat
Kimilerine göre Başkan Trump ve yönetimi “erime” evresine girmiş bulunuyor. Ama Trump, kongre kendisini görevden almak için harekete geçecek olursa, yapılacak görüşmelerin bugüne kadar sağlanan en büyük TV izleme oranını yakalayacağını söyleyecek kadar özgüven sahibi.
Trump’ın söyledikleri bu kadar değil: Virginia Eyaleti’nde bir Hıristiyan kilisesi tarafından kurulmuş olan Özgürlük Üniversitesi’nin mezuniyet törenindeki konuşmasında, “Biz Washington’a değil, Allah’a tapıyoruz,” dedi. O zaman sorulacak soru şu: Daha iki yıl önce Irak ve Suriye savaşlarıyla ilgili tahminlerini siyasal amaçlarla çarpıttığı ortaya çıkmış olan bir komuta kademesine, ABD’nin en önemli sorunu olan DAEŞ ile mücadeleyi tamamen bırakmış olmak, güce tapınmak olmuyor mu?
Amerikan silahlı kuvvetlerinin çeşitli birimlerinden oluşan Merkez Komuta birimi CENTCOM’un komutanı, şu anda tüm ABD silahlı kuvvetlerini yönetiyor. Emekli Orgeneral James Mattis, Obama’nın bir generali idi ve hâlâ onun ve Hillary Clinton’ın seçim dönemi için geliştirdiği stratejinin doğruluğuna inanmaktadır. Bu strateji bir tek ABD askeri zayiat verilmeden, DAEŞ teröristlerini Irak ve Suriye’den temizlemeyi öngörüyor. CENTCOM inanıyor ki
ABD’de Federal Soruşturma Bürosu FBI’ın direktörü James Comey’in derhal geçerli olmak üzere görevden alınması ortaya anayasal sorunlar çıkartacak gibi duruyor ve bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyareti öncesi hiç de güzel görünmüyor.
Trump, Comey’i uzun zamandır kovmaya hazırlanıyordu. Comey’in seçime Hillary Clinton’ın kaybetmesine sebep olduğu söylenen “e-mail soruşturması” açıklamalarıyla müdahil olması, bir ölçüde bu kararı geciktirmiş de değildi. Çünkü Trump, seçim zaferinde bu müdahalenin payı olduğuna hiçbir zaman inanmadı. Anketler de FBI soruşturmalarının Hillary’ye oy verecekken bundan vazgeçen bir seçmen kitlesinin olduğunu göstermedi.
Trump’ın Comey’in işine son veren mektubuna kendi bakan ve danışmanlarının bu kararın verilmesi gerektiğini belirten yazılarını eklemiş olması bir zaaftır. Başkan’ın, atama yapabildiği makamdaki kişiyi görevden alabilmek için kimsenin tavsiyesine ihtiyacı yoktur; aldığı kararın gücü bu tavsiyelerden değil, Amerikan Anayasası’ndan gelmektedir. Trump’ın Comey’i bir sayfalık mektupla değil de bir klasör dolusu yazıyla kovması, ortaya büyük bir sorun çıkacağını beklediğini, hatta bildiğini gösteriyor.
Amerikalılar FBI Başkanı’nın
Fransa’da beklenen oldu ve François Hollande için en doğal halef, Emmanuel Jean-Michel Frédéric Macron 5 yıllığına cumhurbaşkanı oldu. Parlamento seçimlerine ve daha sonra hükumetin oluşturulmasında sergileyeceği çizgiye bağlı olarak bu süre
10 yıla çıkabilir.
Bugün söylenmesi en kolay şeylerden biri, Avrupa’da bu üçüncü seçimde de aşırı sağcı halk dalkavukluğunun kaybetmiş olmasıdır. İngiltere’de Nigel Farage, Hollanda’da Geert Wilders’ten sonra Fransa’da, temeli İslamofobia olan bu yeni-nesil popülizm Le Pen’in şahsında yenilmiş oldu. Le Pen, kazanabilmek için son iki hafta içinde epey yalan söyledi; ortaya doğru hamleler yaptı; hatta babasından miras olarak devraldığı AB düşmanlığından bile Euro’yu muhafaza etmek gibi tavizler verdi. Bu sonuçta Fransız seçmenin gözünü boyamadı.
Ama tıpkı Hollanda seçimleri gibi, Avrupa siyasetine enjekte edilen bu aşırı sağcı popülizmin etkileri Fransa’da da görüldü. Bu durum Macron’u doğal kimliğinden uzaklaştırdı; Brüksel bürokratlarına karşı sert söylem görüntüsünde milliyetçi popülizme kaydırdı.
Macron, Fransa’nın ve Avrupa’nın en genç cumhurbaşkanı; aynı zamanda siyaseten en tecrübesiz lideri. Rothschild’lerin bir yatırım bankerliği
Suriye’de iç savaş altıncı yılında ve yavaşlama şöyle dursun, hâlâ içerde yoğunlaşma, dışarıda etkisini artırma eğiliminde. Türkiye, Ürdün, Irak ve İsrail sınırları Suriye’deki istikrarsızlık sebebiyle her gün biraz daha fazla ülkelerin gündeminde. Bu, uluslararası diplomasinin de bir değilse bile Kuzey Kore’nin nükleer savaş tehdidinden sonra iki numaralı meselesi. Nitekim ABD Başkanı Trump ile Rusya Cumhurbaşkanı Putin arasında önceki gün yapılan telefon görüşmesinin konusu “Suriye’deki çatışmaların tırmanmasını önleme yolları” oldu. Putin bu görüşmenin notlarını dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ile paylaşmış olmalı.
ABD ve Rusya, dönüp dolaşıp, Türkiye’nin altı yıl önce açıkladığı güvenli ve böyle olabilmek için uçuşa yasaklı bölge fikrine geldiler. ABD’nin, PKK-PYD’nin de içinde olduğu Suriye Demokratik Güçleri adlı muhalif kuvvetlerinin eliyle, Suriye içinde altı yerde havaalanı kurma projesini sürdürdüğü resmen doğrulanmamakla birlikte biliniyor. Ülkenin kuzey ve güney sınırlarında yer alan bu havaalanları, bir açıdan baktığınızda ileride Suriye’nin üçe bölünmesi için zemin çalışması olarak görünüyor; bir başka açıdan güvenli bölge merkezleri için hazırlık.
Trump, İdlib’e kimyasal
Türkçesiyle “Fıstıklar” olan ama tüm dünyada “Peanuts” diye tanınan, afacan köpek Snoopy ile onun başarısız arkadaşı Charlie Brown ve mahalle arkadaşlarının günlük olaylarından ibaret bir günlük çizgi diziydi. Muhtemelen görmüş olmalısınız: Charlie Brown’ın insan gibi davranan ama hiç konuşmayan uçan kulübesiyle bir yaşam ustası olan köpeği Snoopy; çok çalışkan, yarı çatlak ve bencil Lucy ve diğerlerinin hikayelerini bilmeyen yok gibidir. Charlie Brown’ı “hayatta daima kaybeden” bir çocuk olarak tanımlarlar; ama Charlie Brown, sürekli hayatın anlamını sorgulayan ama asla karamsarlığa düşmeyen, başına gelen her felaketten olumlu ders çıkartarak bize hayata pozitif bakmayı öğreten ebedi iyimser bir tiptir. Bir tek olay hariç!
Amerikalı çocukların tam kale maç yapamadıkları zaman oynadıkları bir futbol türü vardır. Birisi Amerikan futbolu topunu yere diker ve üst tarafını eliyle tutar; arkadaşı da gerilir koşarak gelir, topa vurur. Bir tür penaltı vuruşu alıştırması. Burada bu alıştırmanın işlemesi için topu tutan çocuğun, topu son saniyeye kadar tutmaya devam etmesi gerekir; yoksa elips şeklindeki top devrilir, penaltı atacak olan da topa vuramaz.
Cha
Uluslararası siyasetçiler ve gazeteci-yazarlar, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) Türkiye’nin olağanüstü hali kaldırması ve (kendi ifadesiyle) “parlamenterleri ve gazetecileri hapisten salıvermesi” talebiyle, gözetim altında tutulması kararının, Türkiye’nin AB üyeliğini tehlikeye attığı kanısındalar.
Bu üyelik zaten tehlikedeydi ve bu tehlike Türkiye’den değil, bizzat Avrupa Birliği’nden kaynaklanmaktaydı. 56 yıl önce, o zamanki Soğuk Savaş Avrupa’sının liderleri gerçekten hem ekonomik amaçlarla, hem de İkinci Dünya Savaşı sonrası geçerli olan Avrupa’nın güney kanadının korunması arzusuyla Türkiye’yi AB’ye tam üye yapmaya kararlıydılar. O zamanki gazete makalelerine bakarsanız, Türkiye de bu üyelikte sayısız faydalar görüyordu. Bu faydaların başında, sanıldığı gibi Avrupa ülkelerine daha fazla ihracat yapabilme veya vize almadan Avrupa’ya gidebilme yoktu. Zaten yılda 200 dolar döviz istihkakıyla, Avrupa’ya ne gezisi yapacaktınız? Tarım ürünlerimizi zaten satıyorduk Avrupa’ya; sınaî üretim alanında ise AB’ye satacak neyimiz vardı?
1951’de Avrupa Konseyi’ne kurucu üye olmak üzere başvurumuz ve 12 Eylül 1963’te o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üyelik