Doğrusu bu ya, Hintli aktör Aamir Khan Türkiye’ye geliyor dediklerinde, ülkemde böylesine heyecan yaratacağını düşünmemiştim. Evet, Hindistan sinemasının yıldızı, nam-ı diğer Bolywood’un süperstarı olduğunu, filmlerinin dünya çapında büyük ilgi gördüğünü biliyordum ama yollarına gül dökmeye hazır, yıllardır özlemle onu bekleyen devasa hayran grupları olduğunu, bizzat tecrübe edince anladım ki, Aamir Khan Türkiye’de de bir halk kahramanı.
Umut veren bakış açısı
Khan’ın Türkiye’de en fazla bilinen ‘3 Idiots’ adlı filmini, küçük oğlumun tavsiyesiyle seyrettim. Çok sade bir anlatım dili olan, çocuksu esprilerle, biraz da karikatürize karakterle bezeli, hatta doğrudan mesaj kaygılı bu filmi izlerken, nasıl olup bu kadar etkilendiğimi pek de çıkaramadım. Ama kah ağlayıp, kah güldüğüm o film hafızama kazındı. Eğitim sisteminin tüm eksiklerini gözler önüne seriyordu. Ardından yine internetten izlediğim bir diğer Aamir Khan filmi ‘PK’ beni en fazla etkileyen projeler arasında ilk sıraya yerleşti. Farklı dinlerden olmanın bizi nasıl ayrıştırdığını, oysa aslolanın sadece insan olduğunu biraz fantastik ve zorlamayan felsefik bir bakış açısıyla anlatan filmden sonra, “Hepimiz kardeşiz” demek
“Sahil şeridinde en güzel zaman, eylüldür” derlerdi de, inanmazdım. Geçtiğimiz hafta sonu Bodrum’da bu yıl yedincisi düzenlenen ‘Bodrum Türk Filmleri Haftası’na konuk oldum. Yıllardır tatil sebebiyle gittiğim Bodrum’un bu kez başka yönlerini keşfettim. Her seferinde ayrı bir deneyim misali, keyifli üç gün geçirdim ve bana kalanları bu köşede anlatmak istedim:
Bodrum, kültür-sanata dönük yüzüyle şimdilerde başka bir cazibe merkezi olmaya başladı. ‘Bodrum Türk Filmleri Haftası’, bu yıl daha geniş ölçekte, Türk sinema sektörünün önemli aktörlerini bir araya getiren etkin bir organizasyon olarak adını yazdırdı. Oyuncusundan yapımcısına, dağıtımcısından sinema salonu sahiplerine kadar tüm bileşenleriyle odağına sinemayı aldı. Üstelik bu organizasyonu son iki yıldır olduğu gibi, karşı kıyıdaki Kos Adası’na da taşıyıp, kültürel misyonunu güçlendirdi.
Sinema Salonu Sahipleri Derneği Başkanı Cenk Sezgin’in öncülüğünde başlayan etkinlik, sinema emekçilerinin ve ustalarının ödüllendirildiği gecede, Eşref Kolçak’ın dediği gibi “Çoktan festival olmaya hak kazandı.”
Film haftasının bir de sürprizi vardı. Türkiye’nin Oscar adayı ‘Ayla’ filminin hem Bodrum’da hem de Kos’da gerçekleşen ilk
Herkesin çağdaş sanatın peşine düştüğü bu haftada, ben farklı kültür sanat etkinliklerine dikkat çekeyim. 17 Eylül Pazar günü, Batı Ataşehir’deki Dasdas sahnede izlediğim ‘Joseph K.’ adlı oyundan söz edeyim. Dasdas geçtiğimiz nisan ayında kapılarını açtı. O günlerde yine bu köşede bahsettiğim gibi kendi prodüksiyonlarından biri olan ‘Joseph K.’, nisan-mayıs ayında izleyiciyle buluştu. Şimdi yeni sezonu da ‘Joseph K.’ ile karşılıyorlar. Şu ana kadar gidemeyenler için hem Dasdas’ı hem de oyunları ‘Joseph K.’yı hatırlatayım.
Dasdas, arkadaşlıkları eskiye dayanan Mert Fırat, Didem Balçın, Koray Candemir ve Harun Tekin’le işletmeci ve yapımcı Muzaffer Yıldırım’ın açtıkları bir sanat ve eğlence alanı. Tiyatro oyunları, konserler, atölye çalışmaları ve gastronomiyi birleştiren bir mekan. Batı Ataşehir’de, Dasdas’ın yanı başındaki Nostalji Sokağı, sanatla iç içe mekanın dokusunu zenginleştiriyor. Oyun ve konser öncesinde, ‘Nostalji Sokağı’nda özlediğiniz yerel tatların, meydan kahvesinde ‘çınaraltı kahve’nin keyfini yaşayabilmek cazibe sebebi oluyor.
Oyuna gelecek olursak, ‘Joseph K.’, Franz Kafka’nın klasik eseri ‘Dava’nın İngiliz yazar Tom Basden tarafından günümüze uyarlanmış hali.
Eylül ayıyla sanatı yoğun günlerimiz başladı. Tek şikayetimiz aynı günlere denk gelen önemli sergi açılışlarına yetişebilmek... Başta İstanbul Bienali ve Contemporary İstanbul olmak üzere bir büyük etkinlikten diğerine koşturmak için şartları zorlamak. Varsın şikayetimiz bu olsun. Böyle tatlı bir telaş içinde geçtiğimiz haftadan birkaç notu paylaşmak da benim keyfim olsun.
Haftayı Sakıp Sabancı Müzesi’nde, Çin’in asi ruhlu sanat insanı Ai Weiwei ile karşıladım. Müze müdürü Nazan Ölçer’in anlatımıyla; Weiwei, kabına sığamayan, birçok dalda üreten, cesur bir mücadele adamı. Mimar, yazar, yönetmen, tasarımcı ve küratör. Hepsinden önemlisi, vicdan sahibi. Sergiyi gezerken, Çin’de şair olan babasının yaşamından kesitlerle izlemeye başladığım hayat hikayesi, bir savaşçı ruhun yansıması. Nitekim, sohbet ederken, anlattıkları da insan onurunu korumaya adanmış bir hayat felsefesi.
Çin hükümeti tarafından yurt dışına çıkışı uzun süre yasaklanan Ai Weiwei’in pasaportunu geri alabilmesi, iki yıl öncesine dayanıyor. Ülkesinde, insan hakları, ifade özgürlüğü ve şeffaflık için verdiği mücadele ve yaşadığı zorluklar sayfalara sığmayacak türden. Sayısız sosyal projeye, sivil toplum hareketine
Eylül geldi. Çoğumuz için tatil artık geride kaldı. Kendi adımıza, bu yıl başta Alaçatı ve Bodrum olmak üzere sahil şeridimize intikal edebilen tatilcilerden olduk. Her iki bayramı da, Kanat Atkaya’nın bir yazısının başlığında dediği gibi ‘Bir Millet Tatile Gidiyor’ kıvamında yaşadık.
Ne yalan söyleyeyim; hem gittik hem de şikayet ettik. Kalabalıktan, yüksek fiyatlardan, vurkaç hesabı yapan esnaftan ve daha birçok sorundan dem vurduk. Belki de o yüzden ilk fırsatta Yunan Adaları’na akın ettik. Üstelik, paramızın değeri dolayısıyla artık çok daha pahalı hale gelen Mikonos bile gözdelerimizden biriydi.
‘Niye böyle oldu?’ sorusuna birçok cevap bulduk. Bana göre, aslında, hepimiz sentetik olandan kaçıp, doğallığını koruyan yere gitmek istedik. Ve, Ege’nin bir kıyısı, milyonlarca dolarlık yatırımla betonlaşıp, lüksün ve şatafatın kurbanı olurken; diğer kıyısı kendi dokusunu, rengini ve lezzetini korumayı başardı. Öyleyse bizim aradığımız ‘çabasız bir güzellik’ti. İşte Yunan Adaları o yüzden, daha fazla ruhumuza hitap eder oldu.
Renkli ve huzurlu
Çabasız güzellik demişken, tam da öyle bir ada olan Samos’tan bahsetmeden geçmeyeyim. Santorini, Simi ve Mikonos’a gitmiş biri olarak, Samos’u
Geçtiğimiz haftasonu Ülker Arena’da, A Milli Basketbol takımımızın Avrupa Basketbol Şampiyonası öncesinde, Karadağ’la hazırlık maçına gittim. Türk basketbolu için de kıymetli bir isim Tanjeviç’in yönetimindeki Karadağ’la Türkiye’nin 1996 Koraç kupasındaki kahramanlarından Ufuk Sarıca’nın yönetimindeki millilerimizi izlemek ayrı bir heyecan oldu. Spor yazarı değilim, ama maça etkin başlayan Karadağ’ı,
özellikle ikinci yarıdaki sert ve atak basketbolumuzla yenmeyi başardık. Şampiyona öncesinde moral bulurken, bir yandan da 7’den 70’e basketbol aşkıyla bir araya geldiğimiz o yılları hatırladık.
Biz bir dönemin ‘Beyaz Gölge’ gençliğiyiz. Koç Ken Reeves’i, Salami’yi idol kabul etmiş, bulunduğumuz şehrin basketbol takımlarıyla, kız-erkek aynı salonda, hiçbir maçı kaçırmamış bir jenerasyonuz.
Yıllar sonra, 2010 Dünya Şampiyonası’nda ikinci olarak, tarihinin en büyük başarısını elde eden ‘12 Dev Adam’la da, o coşkuyu yaşamış, heyecanlı anları hafızamıza kazımıştık. Üstelik, Dünya Şampiyonası’nı burada, ülkemizde izlemenin keyfini çıkarmıştık.
Şimdi de, İstanbul’da düzenlenen Avrupa Basketbol Şampiyonası’yla birlikte, aynı heyecanı yaşıyoruz. Efsane ‘12 Dev Adam’ın bu kez yönetim
Farkında mısınız, yeni bir çağa atladık. Hem de öyle tarihte olduğu gibi büyük olaylar yaşadığımızı anlamadan, oturduğumuz yerden başka bir çağa giriverdik. Nasıl mı? Teknoloji marifetiyle. Önce bilgisayarlandık, masaüstü, dizüstü derken ‘I’ ile başlayan bir sürü cihaz edindik. Sonra yerimizden kalkmadan her şeyi hemen hızla elde etmeye yöneldik ve hatta durup dururken sosyalleşmeyi keşfettik.
Önce iyi niyetli başlamıştı her şey. Yıllardır görüşülmeyen, belki de hatırlanmayan okul arkadaşlarıyla yeniden mesajlaşmaların, doğumlarda kutlama, ölümlerde taziye, özel günlerde birkaç iyi dileğin hiçbir mahsuru yoktu. Sonra kim nerede? Ne yapıyor? Nasıl yaşıyor? merakıyla sürekli takip alışkanlığı başladı. Takip ettiğimiz kadar takip edilme isteğimiz, önüne geçilemez bir hal aldı. Tabii ki mecralar arttı. Facebook, Twitter, Instagram derken tüm bu mecralarda uygulamalar uygulamaları takip etti. Her seferinde akıllı cihazları güncelleyip en yeni trend neyse, öyle yola devam etmek gerekiyordu. Durmak ne mümkündü, aksi takdirde sanal dünyadan dışlanmamız an meselesiydi.
Böyle böyle bağımlı hale geldik. Davranış bilimciler, psikologlar ve sosyologlar sanal dünyadaki hallerimize dair yeni
Türk Sineması için Hollywood yolunda bir adım atılıyor. Önümüzdeki aylarda Los Angeles’taki meşhur Paramount Stüdyoları’nda ‘Hollywood Türk Film Festivali’ düzenleniyor. Hollywood konusunda deneyimli gazeteci Barbaros Tapan ve yönetmen Tekin Girgin’in organize ettiği festivali, Kültür Bakanlığı ve Sinema Genel Müdürlüğü destekliyor. Amaç, Türk sinemacıların Hollywood’daki işleyişi anlamaları adına bir keşif fırsatı olmasının yanı sıra, Türkiye’nin Oscar adaylığı için yapılması gereken lobi faaliyetlerine güçlü bir zemin oluşturmak, nitekim 20-22 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek festivalin açılış filmi, bu yıl Türkiye’nin Oscar adayı olarak belirleyeceği proje olacak.
Festivalin zamanlaması önemli çünkü o tarihlerde Oscar adayı olarak belirlediğimiz filmin Los Angeles’ta görücüye çıkması gerekiyor. Türkiye’nin Altın Küre’deki temsilcisi Tapan, önceki yıllarda Türkiye’nin Oscar adayı filmini açıklamakta geç kaldığını, lobi faaliyetleri konusundaki eksikleri gördüklerini anlattı. Anlaşılan Tapan’ın Altın Küre jüri üyeliği ve sinema dünyasının başkenti Los Angeles’ta işlerin nasıl yürüdüğünü iyi biliyor olması dolayısıyla Ankara hem böyle bir festival hem de Oscar lobisi için tam destek