Eylül geldi. Çoğumuz için tatil artık geride kaldı. Kendi adımıza, bu yıl başta Alaçatı ve Bodrum olmak üzere sahil şeridimize intikal edebilen tatilcilerden olduk. Her iki bayramı da, Kanat Atkaya’nın bir yazısının başlığında dediği gibi ‘Bir Millet Tatile Gidiyor’ kıvamında yaşadık.
Ne yalan söyleyeyim; hem gittik hem de şikayet ettik. Kalabalıktan, yüksek fiyatlardan, vurkaç hesabı yapan esnaftan ve daha birçok sorundan dem vurduk. Belki de o yüzden ilk fırsatta Yunan Adaları’na akın ettik. Üstelik, paramızın değeri dolayısıyla artık çok daha pahalı hale gelen Mikonos bile gözdelerimizden biriydi.
‘Niye böyle oldu?’ sorusuna birçok cevap bulduk. Bana göre, aslında, hepimiz sentetik olandan kaçıp, doğallığını koruyan yere gitmek istedik. Ve, Ege’nin bir kıyısı, milyonlarca dolarlık yatırımla betonlaşıp, lüksün ve şatafatın kurbanı olurken; diğer kıyısı kendi dokusunu, rengini ve lezzetini korumayı başardı. Öyleyse bizim aradığımız ‘çabasız bir güzellik’ti. İşte Yunan Adaları o yüzden, daha fazla ruhumuza hitap eder oldu.
Renkli ve huzurlu
Çabasız güzellik demişken, tam da öyle bir ada olan Samos’tan bahsetmeden geçmeyeyim. Santorini, Simi ve Mikonos’a gitmiş biri olarak, Samos’u farklı buldum. İlk kez bu kadar yeşil, yemyeşil bir Yunan Adası’yla karşılaştım.
Hem Kuşadası hem de Sığacık’tan vapurla 2 saat civarında bir yolculuk sonrası varılan Samos’ta, sizi sakinlik karşılıyor. Bayram dolayısıyla adaya inen bir vapur dolusu Türk dahi bu suküneti bozamıyor. Biz, Sığacık’tan geçtiğimiz için merkeze uzak olan Karlovasi Limanı’na indik. Ama telaşa mahal yok. Çünkü araba kiralamak isterseniz, son derece organize bir biçimde ‘rent a car’cılar sizi hazırda bekliyor. Uygun bir araba bulup kiralamanız sadece 10 dakika. Sonrasında sizi 45 dakikalık benzersiz bir araba yolculuğu bekliyor.
Hafif virajlı olsa da, hiç yormayan bu yolda, yeşilin her tonunu görerek ilerliyorsunuz. Kâh çam ormanlarıyla, kâh büyüklüğüne hayran olduğunuz ceviz ağaçlarıyla bezenmiş, bir yandan mis gibi kekik kokusu, bir yandan da turkuaz mavisi deniz manzarasının eşlik ettiği yolun sonunda, adanın merkezi diyebileceğiniz Pyhtagorion’a varıyorsunuz. Selimiye’nin yıllar öncesi halini anımsatan deniz kenarında sıralanmış, küçük restoranlar ve kafeleri görünce tatlı tatlı gülümsüyorsunuz. Karaya bağlanmış, küçük ve renkli balıkçı kayıkları size çocukluğunuzu hatırlatıyor.
Renkli ama bir o kadar pastel boyanmış restoranlardan birine içiniz rahat oturuyorsunuz, çünkü lezzet garantisini biliyorsunuz. Biz bu restoranlar içinde, en sonda yer alan ve en yenisi olan Mermizeli’yi tercih ettik. Bir ‘Yunan Adaları gönüllüsü’ olan Dr. Tanıl Esemenli’nin önerdiği restoran iki ay önce açıldığı halde, sıra dışı şefi Alexandra’nın maharetiyle bir anda fark yaratmış. “Fark neydi?” derseniz, son yıllarda yediğim bu en lezzetli yemek ve tatlılar, her biri Alexandra’nın özel tarifleri ya da özgün yorumuydu. Farklı sebzeler, özel küflü peynir ve anasonlu peksimetle hazırladığı Greek salad’dan, tatlı sosla lezzetlendirdiği ahtapota, dereotlu pilavla servis ettiği kalamar ızgaradan, kurutulmuş elma ve dondurmayla ‘cheesecake’ görünümündeki tatlıya kadar her şey müthişti. Övgülerimiz karşısındaki mahcubiyetiyle şef Alexandra ve güleryüzlü ekibi gönlümüzde ayrı bir yer edindi.
Yasemin kokusu
Mermizeli restoranın az ilerisindeki, Notos taverna ise bir diğer sürpriz oldu. Deniz kenarında aile çay bahçesi görünümündeki bu tavernadaki Yannis, bir virtüöz ustalığında sazını çaldı. Ortalarda koşuşturan neşeli çocukların sesleri, Yannis’in sazındaki hüzünle birleşti ve gece bir müzik ziyafetiyle sonlandı. Gürültü kirliliğine imkan verilmeyen kasabanın eğlencesi de abartısızdı. Arabamıza ilerlerken geçtiğimiz daracık sokaktaki dev bir yasemin ağacının buram buram kokusu ise hatırımızda kaldı.
Adanın bir güzelliği de deniziydi. Hafif serin ama yüzmenin keyfine varacağınız ısıdaki suyuyla, turkuaz mavisi rengiyle unutulmazdı. Tümü halk plajı statüsünde, halkın arasına karışmaktan hiç çekinmeden, sadece 3 euro şezlong ücreti vererek girilen çok sayıdaki plajdan biri olan Hippi’s cennet koylardandı.
Sözüm o ki; kısacık bir Yunan Adası tatili tüm yazın yorgunluğunu aldı, götürdü. Geriye sakinlik ve huzur bıraktı.