Şahan Gökbakar’ın yeni filmi ‘Kayhan’, gelecek hafta vizyona giriyor. Komedi furyası içinde bir diğer komedi filmi olarak seyirciye sunuluyor. Ne de olsa, Şahan ve Togan Gökbakar sinema tarihimize en çok gişe yapan film olarak geçen ‘Recep İvedik’lerin yaratıcısı. Dolayısıyla, kardeşlerin yine iddialı olduğu düşünülüyor. İşin aslı, beş adet ‘Recep İvedik’ çektikten sonra yeni bir karakter olan ‘Kayhan’la yarışa girmek, onların arada yeni bir şeyler yapma isteğinden kaynaklanıyor. Yoksa, belli ki seyircimiz sayısız ‘Recep İvedik’ izlemeye gönüllü, Şahan ve Togan Gökbakar da ‘Kayhan’ dan sonra ‘Recep İvedik 6’yı çekmeye hazır.
Seveni de sevmeyeni de çoktur ‘Recep İvedik’in. İster sevelim, ister yerelim, gerçeği görmezden gelemeyiz; popüler sinemanın motivasyonu ticari başarı, seyircimizin isteğiyse sadece gülmek. Dolayısıyla alan memnun, satan memnun. Üstelik bu bize has bir durum değil. Şahan Gökbakar’ın deyimiyle ‘karakterler üzerinden basit komedi’ yapmak dünya sinemasında çokça örneği olan bir tür. O, 10 yıldır bunu anlatmaya çalışmaktan bıkmıyor, (ben dahil) çeşitli çevrelerden gelen eleştirileri de aynı sakinlikle karşılıyor. Tam bu noktada, bize de ‘bükemediğin eli sıkmak’
Yaşadığımız coğrafyada zor zamanlar hakimken başka mevzular açmak, kolay değil elbette. Ama her zaman savunduğum gibi, esas böyle zamanlarda sanata sığınmak daha elzem. Biz yine öyle yapalım, en azından birkaç satırda nefes alalım.
Bu hafta sinemanın büyük ödülleri Oscarlar için adaylar açıklandı. Her ne kadar Oscar yolundaki yapımların daha pek azını seyretmiş olsam da, şu ana kadar edindiğim bilgi çerçevesinde, adaylarla ilgili birtakım başlıklar paylaşabilirim:
- Kısa süre öncesinde sahiplerini bulan Altın Küre Ödülleri, zannedildiği gibi Oscar’ın habercisi olmayabilir. Altın Küre’yi silip süpüren, adı akılda zor kalan ‘Three Billboards Outside Ebbing, Missouri’, Oscar adaylığı yarışında ‘Shape of Water’ın gerisinde kaldı. ‘Shape of Water’, 13 adaylıkla tüm zamanların en fazla adaylık alan filmlerinden biri oldu. Kısa adıyla ‘Three Bill-boards’, yedi adaylıkla yine de favorilerden olduğunu ispatladı.
- “Başka hangi filmler çok adaylık aldı?” derseniz; Türkiye’deki seyircinin de ilgi gösterdiği savaş filmi ‘Dunkirk’ ve Churchill biyografisi ‘Darkest Hour’, yarışta öne çıkan diğer yapımlar oldu.
- ‘En İyi Yönetmen’ kategorisinde büyük isimlerin yarışına ‘Get Out’ ile Jordan Peele ve
Bunca çokluk içinde, haftada en az 2-3 film seyrederken, fark ediyorum ki, gerçek anlamda bir filmi özlemişim. Bir derdi olan, hayata dair söz söyleyen, hikaye anlatan bir yapım izlemeyeli çok olmuş. İşte tam da böyle bir zamanda; Onur Saylak imzalı ‘Daha’yı seyrediyorum. Hakan Günday’ın romanı ‘Daha’yı bilenler, filme uyarlandığını duyduğu an, böyle güçlü bir hikayenin beyazperdeye nasıl yansıyacağını merak etmiş olmalı. Ne de olsa, kitap uyarlamaları hayal kırıklığı yaratabiliyor. Ama, güzel haber; ‘Daha’nın filmi, en az romanı kadar etkileyici olmuş. Saylak, ilk uzun metrajlı yönetmenlik deneyimini yaşarken, filmin senaryo aşamasında yazarla birlikte yol almış. Oyuncu seçimindeki isabet, etkili performanslar ve başarılı bir rejiyle ortaya övgüye değer bir iş çıkmış. Bunu ben değil, sinema otoriteleri söylüyor. Nitekim, yurtiçinde ve dışında bol ödülle taçlandırılan ‘Daha’, sonunda seyirciyle buluşuyor.
Günday okuru olmak, emek istiyorsa, onun ilk sinemaya uyarlanan romanı ‘Daha’ da, seyircisinin emeğine değiyor. Film, romandan esinlenerek Kandalı kasabasında insan kaçakçılığının dişlilerinden biri olan Ahad ve oğlu Gaza’nın hikayesine odaklanıyor. Romanın temel meselesi olan
Cem Yılmaz‘ın rengarenk bir hayal dünyası var. Dışarıdan bakıldığında, şanlı, şöhretli ve hatta bazen snob gözüken imajına rağmen, O kendi yarattığı çocuksu dünyayı koruyor. Üstelik ona inanan ve her durumda yanında olan, bir sözüyle hiç koşulsuz projelerinde yer alan güçlü
dostları var.
Senaryosunu yazdığı ‘Arif ve 216’, yine bir Cem Yılmaz klasiği olmaya aday. Çocukluğumuzun, gençliğimizin kahramanlarının birer birer yeniden canlandığı bir karnaval gibi...
70’ler de, 90’lar da çoğumuzun yetiştiği dönemler. Kimimizin çocukluğuna, kimimizin gençliğine denk gelen yıllar... Yaşarken o denli özel olduğunu hissedememiş olsak da, sonradan değerini anladığımız o günleri, bir film şeridi olarak yeniden izlemek müthişti.
Üstelik bu klasik anlamda bir nostalji veya eskiye özlem değil, tam aksine köklerimizi hatırlayıp, bizi ileriye dair umutlandıran bir hikaye. Çünkü, ne güzel ki, o iyi insanlar sadece filmlerde yoktu, onlar gerçekti.
Hatırda kalacak
Cem Yılmaz, çok zor bir senaryoya imza atmış. Sayısız karakteri, dönemler arası geçişleri, karakterlere ve dönemlere ait hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan aynı hikayenin içinde kurgulamak kolay iş değil. Sadri Alışık, Ayhan Işık, Filiz Akın ve Ertem Eğil
Malum yıl sonu gelince o yılın ‘en’leri mevzu edilir. Birçok alanda olduğu gibi, kültür sanatta da ‘en’ler açıklanır. Kriterler değişiklik gösterse de, üç aşağı beş yukarı ‘farklı listelerin üzerinde uzlaştığı isimler ve eserler hangileri?’ derseniz, işte Türkiye’deki listelerden alıntı yaptığım ‘en’ler ve kendimce
bulduğum gerekçeler;
En çok okunanlar
- Zülfü Livaneli’nin ‘Huzursuzluk’ ve ‘Elia’ adlı iki romanı da ilk sıralarda. Bir dostumun deyimiyle Zülfü Livaneli edebiyat dünyasının popstarı. Ayrıca, ‘Huzursuzluk’ta ortaya döktüğü Orta Doğu’nun hamaset geleneği de tüm Orta Doğu halklarına ‘titreyin ve kendinize gelin’ mesajı.
- İlk 10’larda takribi beş kitabıyla yer bulan yazar Stefan Zweig. Peki, neden böyle? Birçok haklı nedeni olabilir elbette ama acaba savaşa tahammül edemeyip, eşiyle birlikte intiharı tercih eden yazarı giderek daha mı iyi anlıyoruz?
En çok dinlenenler
- Açık ara Tarkan... Son albümü ‘On’ listelerin başı. Tarkan, en iyi şarkı ödüllerinin galibi, Harbiye Açıkhava konserlerinin fatihi, gönlümüzün sahibi.
- Ama Sezen Aksu olmasaydı olmazdı. ‘Biraz Pop Biraz Sezen‘ albümü de tüm platformlarda hakkıyla yer buldu. Bu vesileyle ; Sezen Aksu ile nesiller boyu...
Yılın sonuna doğru sinemamız çeşitleniyor. Sinemacılar risk alıyor, farklı türde filmler çekiyor. İşte bu sezonun en sıradışı filmi; ‘Martıların Efendisi’... Bu bir ‘Don Kişot’ hikayesi, ama zannetmeyin ki uyarlama. Bunu özellikle, yönetmeni Mehmet Ada Öztekin’e sordum. O da teyid etti. ‘Martıların Efendisi’ özgün bir senaryo ve Meriç Demiray’a ait.
Martıların Efendisi, kötücül insanlara karşı dimdik durur. Çünkü, onun iyileri alıp gideceği gizli bir dünyası vardır. Bunun için beklediği o meçhul yardımcı da gelince hiçbir eksiği kalmaz. Hikaye de buradan başlar ve ilerler. Bir iyinin tek başına tüm kötüleri yok etmesi mümkün müdür? Bilinmez ama film bizi derinden etkiler. Çünkü;
- Giderek daha fazla karamsarlaştığımız bu çağda, sadece iyilerin girebileceği gizli bir dünyayı biz de hayal ediyoruz.
- Fantastik yani filmin şiirselliğini arttırıyor ama hikayenin gerçekliğini zedelemiyor.
- Mehmet Günsür’ü seviyoruz. Başarılı bir oyuncu olmasına rağmen o yüksek egoların çarpıştığı piyasanın dışında kalabiliyor. Ünlü, yakışıklı ve bir o kadar da mütevazı. Yani Martıların Efendisi, gerçek hayatta da ‘aktörlerin efendisi’.
- Bige Önal, genç bir oyuncu ve ilk sinema filminde zor bir karakteri
h
Yılbaşı yaklaşırken, geride kalan yılın olaylarını, kişilerini ve şimdi moda olan deyimle, ‘en’lerini konuşmak usüldendir. Her yılın sonunda NTV’deki ‘Gece Gündüz’ programımızda, bir klasik olarak yılın kültür-sanat olaylarını derleriz. Ben de notlarımı burada paylaşmak istedim.
Her şeyden önce ülkemin gündemi ne kadar ağır olursa olsun, milletçe ekonomiyle ve siyasetle sınavımız devam etse de, bu zor günlerden yine sanatla çıktık. Bir yıl öncenin umutsuzluğunu, sanatın peşine düşerek aştık. Konserler, festivaller, sergiler, tiyatro ve sinema derken, birçok etkinliği takip ettik. Ne güzel ki, tüm bunlara olan talep göz doldurdu, birçoğunda rekor izleyiciye ulaşıldı. Öyleyse 2017 umut versin, 2018’e motivasyon olsun.
SİNEMA
- 2017’de izleyici olarak en fazla takip ettiğimiz alan sinemaydı. Gişede ‘Recep İvedik 5’in rekorunu henüz yakalayabilen olmasa da, yılda 130’a yakın filmle, sektörde üretim artışı devam etti. Seyircinin tercihi de Türk filmleriydi. Yüzde 48’lik yerli film izleme oranıyla Avrupa’nın birincisi olduk.
- Ne var ki, sinemamızda film sayısı artarken, çeşitlilik azaldı. Varsa yoksa komedi dedik. Komedide sadece tiplemeler üzerinden yürüyen ve birbirinin tekrarı projeler
Bir gerçeği görmezden gelemiyorum; ana akım yerli sinemada giderek daralan bir alana sıkışıyoruz. İşte tam bu noktada bir cengaver çıkıyor, psikolojik gerilim filmi çekiyor. Üstelik bunu hakkıyla yapmaya çalışıyor. Özcan Deniz’in yönettiği, Aslı Enver ve Meryem Uzerli’yle başrolleri paylaştığı ‘Öteki Taraf’ bir anda şaşırtıyor. “Böyle tatlı bir kadroyla romantik komedi çekmek varken, niye gerilim filmi?” diye soruyorum ve Deniz anlattıkça, derdinin farklı bir iş yapmak olduğuna ikna oluyorum. Kendisinden beklenen komedi, romantik komedi ya da duygusal aşk filmiyse, hepsini yaptığını ve zaten televizyon ekranında o beklentiyi fazlasıyla karşıladığını söylüyor. “Seyirci komedi seviyor” diyerek kendini tekrar etmek yerine, risk alıp, zoru deniyor. Öyleyse şans vermek gerekiyor.
‘Öteki Taraf’, bir İspanyol filminden uyarlama. Özcan Deniz daha önce de Güney Kore ve Hint sinemasından uyarlamalar yaptı. ‘Uyarlama senaryo’ deyince, ülkemizde biraz küçümsendiğinin farkında ama bundan yerinmiyor. Nitekim bu kez hikayenin anafikrini almak üzere anlaşma yaptığını, burada senaryolaştırırken, neredeyse yüzde 60’ının yerli olduğunu söylüyor. Ve hem yönetmeni olarak kendisi, hem oyuncuları hem de