Ne yazık, ah ne yazık ki; iyiden güzelden bahsetmek giderek zorlaştı. Acıyı içimize çekip, hayata tutunmaya çalıştık. En azından, işimize gücümüze daha fazla sarılıp, sağlam durmaya çabaladık. Kültür sanatın takipçisi olmak, ruhumuzu iyileştiren ne varsa korumak istedik. O yüzden müzik susmasın, tiyatrolar perde kapatmasın diye ısrar ettik.
Sanat dünyasından isimler de bu duygularımızı paylaştı. O isimlerden biri Erol Evgin’di. Tam 47 yıldır üreten, bu ülkede müziğin yakın tarihine damga vuran sanatçılardan biri olarak, “Biz hem hüznü hem neşeyi hep şarkılarla paylaştık” diye anlattı. “Nice zor zamanlar gördük, 80’li yılları da yaşadık. Yeri geldi ağıtlar söyledik, yeri geldi türkülerle ağladık” derken, aslolanın ortak duygularda birleşmek olduğunu ifade etti.
Böyle düşünerek, yarın akşam TİM Maslak Show Center’daki konserini iptal etmemeye karar verdi. Bu konser, yaz aylarında yayınladığı ‘Altın Düetler’ albümünün ilk konseri. Eser, bu yılın en güzel, en çok dinlenen albümlerinden biri oldu. Evgin de, Türkiye’nin güçlü kadın vokalleriyle birlikte yeniden yorumladığı şarkılarının gördüğü ilginin enerjisiyle konserine hazırlandı.
‘İşte Öyle Bir Şey’den ‘Söyle Canım’a, ‘Aldım Başımı
Güldürmek ve ağlatmak, duygulara hitap etmek anlamına geliyor. Belli ki, sinemamızda ortalama seyircinin aradığı da bu. Fakat ‘ya çok güleceğiz ya da çok ağlayacağız’ beklentisi film yapanları yoldan çıkarabiliyor. Gişe için deyim yerindeyse ‘sulu zırtlak’ komedi filmleri veya ‘acıyı kanırtan’ ağır dramlar seyircinin gözüne sokuluyor. Oysa ağlatırken de güldürürken de dozu ayarlamak mümkün. Nitekim bu hafta vizyona giren ‘Sen Benim Herşeyimsin’ bunu başarıyor. Tam kıvamında, duygusal bir film olarak öne çıkıyor.
Senaryonun bir Meksika filminden uyarlama olduğu en baştan açıklandığı için herhangi bir polemiğe yol açmıyor. Uyarlayan ve yöneten Tolga Örnek olunca, filmin sinemasal anlatımını sorgulamaya gerek kalmıyor. Tolga Çevik, başrolü kızı Tuna’yla paylaşıyor. Fazlaca karikatürize olma riski taşıyan bir karakteri hiç dağıtmadan, hakkıyla oynuyor. Tuna’yla yarattıkları ikili, beyazperdedeki en güzel baba-kız profillerinden biri. Oğlu Tan da babasının küçüklüğünü oynarken pırıl pırıl parlıyor.
Hikaye babalığa hiç niyeti olmayan, gelgeç gönüllü bir adamın, bir anda çocuğu olduğunu öğrenmesiyle değişen hayatı etrafında gelişiyor. Önce zoraki baba olan bir adamın, sonra kendini
Gün geçmiyor ki bir acıyla daha yüzleşmeyelim. İki evlat sahibi bir anne olarak, bedelini çocuklarımızın canıyla ödediğimiz her felaket, içimde derin bir iz
bırakıyor.
Acının böyle üzerimize geldiği bir dönemde, hatırımda kalan tek güzellik, geçtiğimiz pazar gecesi NTV’den canlı yayınlanan Tema Vakfı’nın 25’inci yılını kutladığımız organizasyon oldu. 150 bin çocuğumuzun doğa eğitimine katkı sağlamak için hepimiz gönülden çalıştık. Ne iyi ki gerçekten hedefimize ulaştık! Yanı sıra, baştan sona hatasız, tertemiz ve eğlenceli bir töreni gerçekleştirmenin hazzını da yaşadık.
Yanlış anlaşılmasın. Yiğit Özşener’le töreni sunan ben olduğum için organizasyonu övdüğüm zannedilmesin. İlk andan itibaren hazırlıkların içinde olduğum ve tüm aşamalarını bildiğim için “İyi iş çıkardık” diyebiliyorum. Çünkü;
Toprak Dede Hayrettin Karaca ve Yaprak Dede Ali Nihat Gökyiğit’in açtığı yolda inançla yürüyen Tema ekibi, 25’inci yıl kutlamasını vakfın misyonuna yakışan bir projeye dönüştürdü.
Televizyon dizileri, beyazperde ve tiyatro sahnesinden tanınan popüler isimler, profesyonel sahne deneyimleri olmadığı halde, milyonların önünde şarkı söylemeyi tereddütsüz kabul etti. Amatör bir ruhla ama
Ustalar, tiyatro yapmaya devam ediyor. Semiha Berksoy Opera Vakfı bünyesindeki Tiyatro 2000 prodüksiyonu ‘Hayrola Karyola’, geçtiğimiz haftadan beri seyircisiyle buluşuyor. Ferhan Şensoy’un yazdığı ve uzun yıllar rol aldığı oyun, Zeliha Berksoy’un rejisiyle ve genç oyuncular Gürgen Öz, Ece Özdikici, Can Yılmaz ve Utku Çorbacı’nın yorumuyla sahneye konuyor.
Tiyatro izleyicisi için Orta Oyuncular’ın artık klasik olmuş bir oyununu yıllar sonra yeniden izleyebilmek şans. Şensoy, oyunu 1970’lerin sonunda yazmış, 80’lerde sahneye koymuştu. Benim de hatırladığım o ki; mizahıyla fazlasıyla güncele gönderme yapan, dokunan bir işti.
Sene 2016 olduğunda, Zeliha Berksoy’un ahvale bakıp, günümüzden hareketle bir ortadirek oyunu yapmak istemesi üzerine aklına gelen ilk oyun yine ‘Hayrola Karyola’ oluyor.
Şensoy’dan tekst geldiğindeyse görüyor ki; aradan yıllar geçse de mevzular hep aynı kalmış. Sadece birebir o dönemin güncelini oyundan çıkarmak üzere bir kez daha Şensoy’un süzgecinden geçtiğinde, özü saklı kalmak suretiyle ‘Hayrola Karyola’nın 2016 yorumu sahnelenmeye hazır hale gelmiş.
Ciddi hazırlık süreci
Elbette, Ferhan Şensoy bir ekol. Berksoy, Türk yazarları içerisinde onu ayrı bir
Bu hafta vizyona giren yerli yapımlar arasında en fazla seyirciyle buluşma şansı olan film, adıyla müsemma, ‘İkinci Şans’. Bana göre, Özcan Deniz’in bugüne kadar imza attığı filmler arasında en iyisi. Hikayesi sıcak, anlatımı rahat ve diyaloglar samimi. Romantizm ve mizah dengesi pek güzel kurulmuş. Yıllar sonra ‘Asmalı Konak’ın çok tutan ikilisi Özcan Deniz ve Nurgül Yeşilçay’ı yeniden bir araya getirmek doğru karar olmuş.
Deniz’e “Neden Nurgül Yeşilçay?” diye sorduğumda, önce yapımcı kimliğiyle konuştu. ‘Asmalı Konak’ döneminden kalan ve reyting rekorları getiren o krediyi önemsediğini kabul etti. Yönetmen ve oyuncu kimliğiyle de bugünkü yaşlarında geçen hikayede esas kadın olarak Yeşilçay’dan başka kimsenin aklına gelmediğini anlattı. O yüzden 5-6 yıldır elinde olan bu hikayeyi çekmek için yaş almayı beklediklerini söyledi. Dolayısıyla yaşı yaşına ve boyu boyuna uygun partner yine Nurgül Yeşilçay oldu.
Ferrari kullanan adam
İkilinin oynadığı 40’lı yaşlarındaki kadın ve adam; büyükşehirde çevremizde gördüğümüz, tanıdık karakterler. Deniz’in oynadığı Cemal, doğudan şehre gelmiş ve tutunmayı başarmış. Geçmişini sıfırlayıp, paranın getirdiği tüm nimetlerin hakkını veren, havalı,
Haftanın olayı Amerika’nın seçimi oldu. Amerikalı’yı da şaşırtan seçim sonucuna dair analistler, stratejistler ve sosyologlar geç kalmış tahliller yapadursun, dünyanın en büyük insani meselesi mülteci sorunu giderek daha fazla kanayacak bir yara olarak öylece kalakaldı. Haydi şimdi, hiçbir seçeneği olmadan yersiz yurtsuz kalan o insanlara herkes kapılarını kapatsın. Sezen Aksu’nun dediği gibi o zaman ‘Kıyametimiz gelsin’. Böyle kararırken içimiz, iyisi mi yine sanata sığınalım; ister istemez hayatın yansıması orada da bizi bekliyor.
Mamart Tiyatro’nun yeni oyunu ‘Nereye Gitti Bütün Çiçekler’ tam da güncelin ortasında, mülteci kamplarındaki kadınların yaşamlarına uzanıyor. Orijinali ‘Necessary Targets’ adındaki oyun, Bosna Savaşı sonrası geçen bir hikayeyken, Tuğrul Tülek oyunu zamandan ve mekandan bağımsız yorumluyıp sahneye koyuyor, çok da doğru yapıyor. Nitekim, mülteci sorunu artık ne coğrafya tanıyor, ne de zaman! Her ne kadar gerçek acı olsa da oyuna hayat verenler acıyı kanırtmadan, ajitasyona başvurmadan ve müzikli bir anlatımı yeğliyor.
Goncagül Sunar, Şenay Gürler, Feri Baycu Güler, Gözde Kansu, Hale Akınlı, Melisa Doğu ve Ece Yüksel, tiyatro sahnesinde hayat verdikleri
Yaşadığımız şehri hissetmek için yaşanmışlıkların izini görmek lazım. İstanbul bir yandan yenilenirken, eskiler yıkılıp yenileri inşa edilirken, biz her seferinde eskinin peşine düşüyoruz. İstanbul’un yüzyıllar öncesinden kalma semtlerine gidip, o eski yer yer dökülmüş binaların arasında nefes alıyoruz. Eski Rum evlerinin altına açılmış küçük kahvelerde, meyhanelerde en samimi anları paylaşıyoruz.
O meşhur sözün aksine, epeydir eskiye rağbet var, bit pazarına nur yağıyor. O yüzdendir ki bir mana arayışıyla, Kuzguncuk, Balat, Karaköy ve Tophane gibi semtleri yine yeniden keşfedip, İstanbul’dan kalanları yaşamaya çalışıyoruz.
Balat’ta hafta içi bir gün, Troya Otel’e gidiyoruz. Bir yüzü tarihi bir Fener sokağına, bir yüzü Haliç’e bakıyor. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin hemen yakınında; otelin arka kapısından patrikhanenin önüne çıkılıyor.
Troya Otel, aslına sadık kalınarak restore edilmiş 115 yıllık bir Rum evi. Zamanında bir babanın, dört kızına yaptığı dört ayrı evden oluşuyor. O yüzden de dört ayrı kapısı var. Kızlardan biri halen hayatta ve senede bir gün Patrikhane’ye geliyor, bugün Troya Otel olan eski evine uğrayıp, bir kahve içmeyi de ihmal etmiyor.
‘Balat’ın tadını
“Ağaçlar da tıpkı insanlar gibi, terbiye edeceksin. Her insan işin başında ekşidir, kekredir, eğitirsin, öğretirsin, bal gibi tatlı olur.” Bu cümleler, bugün vizyona giren ‘Ekşi Elmalar’dan etkileyici bir replik.
‘Ekşi Elmalar’ bir Yılmaz Erdoğan filmi. Bilindiği üzere, Erdoğan çok özel bir hikaye anlatıcısı. Şiir gibi yazılmış bu senaryo, yine 1970’lerde masalsı bir Hakkari köyünde geçiyor. Belli ki, onun hayatında en fazla iz bırakan, bazen acı, bazen tatlı ve çok renkli o yıllara dair nice hikayesi var. Bu kez dedesi ve teyzelerinin hayatından yola
çıkarak kaleme almış. Teyzeleri hayatta ve afiyette, dedesiniyse 1.5 yıl önce, tam da senaryoyu yazarken kaybetmiş. Dolayısıyla, Yılmaz Erdoğan için bu hikaye bir yandan da büyüklerine saygı duruşu olmuş.
Dedesinden esinlenerek yazdığı ve oynadığı Reis, sert bir insan, acı lafları var, hiç kimse ona karşı çıkamıyor. Güzeller güzeli üç kızı var. Üç kız kardeşi, Songül Öden, Şükran Ovalı ve Farah Zeynep Abdullah oynuyor. Öylesine renkli ve canlı karakterler ortaya çıkmış ki seyretmeye doyulmuyor. Bir de büyük bir cesaret gösterip Reis’in kızlarına talip olan güzel adamlar var; Şükrü Özyıldız, Fatih Artman ve Caner Cindoruk. Hepsi