Dilin kemiği yok diyen atasözünü hepimiz biliriz. Kemiği yok ama derin yaralar bırakabilen bıçakla yarışabilecek, keskin bir gücü var. Dil, kan akıtmadan öldürmekten beter eder insanı. Bunu da çok iyi biliyoruz! Ve şunu da biliyoruz ki, merhamet, sevgi, saygı, anlayış, empati, hoşgörü, kısaca insani değerlerden yoksun insanların beyinleri bir nevi kötülük santrali gibi çalışır ve çevreye sürekli kötü enerji saçmaktan geri kalmazlar. Ee nihayetinde dil de beynin bir aracı! Öyle değil mi? Beyin kötülüğe yenik düşmüşse, vay haline o dilin. Koordineli çalışan bu ayrılmaz ikiliye teslim olmuş, üçüncü bir eleman da kalp...
Düşüncelerini uygun bir zihinsel fitreden geçirecek yetenek ve öğretiye sahip olmayan insanların kalpleri de nasır tutar zamanla.
Tür olarak adına “evrim” denilen büyük aşamalardan geçtik. Uzun ve zorlu yolları aştık. Gün geldi, dijital çağa giden yol açıldı. Ve bu yeni yeni teknolojiler, insanlar arasındaki bağlantıyı olumlu denebilecek seviyeye taşıdı. Ama kısa zamanda devreye giren kötü çete elemanları, bu algının tam ters yönde de hizmet vermeye başlamasını geciktirmedi. Artık günümüzde dil, kelimeler aracılığıyla gerçek zarara yol açmak için gizli anonimliğini rahatça kullanır oldu. Sadece 140 karakterle sınırlı olabilen çatışmalar başlattı. Yetmedi, 280 karaktere çıktı. Bu dijital ortam cehalet, ilkel içgüdüler, en zehirli ve en zararlı sözlerin sahnesi haline geldi. Dedikodular, sözlü saldırılar, hakaretler sahneyi paylaşmaya başladı. Öyle ki, İzmir depremi sonrası bile hızını alamadı. Hiçbir dine, vicdana, ahlaka sığmayacak paylaşımlar...
Son yıllarda yapılan beyinle ilgili çalışmalarda, özellikle beyinden salgılanan düzenleyici maddeler ve etkileri konusunda pek çok gelişme kaydedildi. Dr. Andrew Newberg ve Mark Robert Waldman, kelimelerin beyni değiştirebildiğini söylüyor. Yazdıkları “Words Can Change Your Brain” isimli kitapta, tek bir kelimenin bile fiziksel ve duygusal stresi düzenleyen genleri harekete geçirecek güce sahip olduğu konusunu detaylandırmışlar.
Yapılan pek çok çalışma “olumlu kelimelerin beyinde olumlu mesajları harekete geçirdiğini” göstermiş. Beyninizden olumlu bir kelime geçirdiğinizde beyninizin ön bölümünün aktivitesini harekete geçiriyorsunuz. Bu bölüm, doğrudan hareketlerinizi kontrol ettiği için de hareketleriniz ve en başta da sözleriniz olumlu olmaya başlıyor. Bu olumluluk, doğal olarak kelimelerinize ve beden dilinize yansıyor. Daha da güzeli, bu süreç devam ettikçe tüm beyniniz olumlu bir sürecin himayesi altına giriyor. Son yıllarda detaylarını öğrenmeye başladığımız nöroplastisite (beynin elastikiyeti), kullandığımız kelimelerle beynimizin nasıl farklılaştığını ortaya koyuyor. Nöroplastisite, sinir sisteminin yapısını, işlevini ve bağlantılarını yeniden yapılandırarak iç veya dış uyaranlara cevap verme kabiliyeti olarak açıklanıyor.
Evet, dil can yakabiliyor. Ama öte yandan kötülük tohumu saçmayan sözler kadar iyileştirici çok az ilaç olduğu da bir gerçek. Rahatlatan bir yaklaşım, teselli eden bir bakış, dinleyen bir kulak ve temiz bir kalpten gelen sesler merhem oluyor insana. “Fatma Abla ben seni duyuyorum, tamam Buse seni de alacağım, bekle, tamam mı. ... Buradan biraz evvel 2 kişi çıktı” diyen güzel sesler gibi...
Bodrum’da hissettiğimiz, hatırı sayılır yer sarsıntısı sonrasında ilk iş babamı aradım. Baktım ki asayiş berkemal, hemen akıllı telefona sormaya başladım. Merkez üssü neresi, kaç kuvvetinde, hasar var mı? Henüz hiçbir şey bilmiyordu. Endişe ve merak tavan yapmaya başlamıştı ki, duymaktan korktuğum bilgiler art arda düşmeye başladı haber portallarına.
Merkez üssü İzmir’in Seferihisar ilçesi. Kimi haberlere göre 6,6 büyüklüğünde, kimi haberlere göre 7. Sonra yavaş yavaş detaylar gelmeye başladı.
Yıkılan ve ağır hasar alan binalardaki ölüm ve yaralanmalarla ilgili detaylar. Çökük altında kurtarılmayı bekleyen canlar...
Evladının, anasının, babasının, kardeşinin, torununun, amcasının, dayısının, teyzesinin, komşusunun göçük altından çıkarılmasını bekleyen canlar...
Bir cana ulaşmak için canını dişine takmış kanatsız melekler.
Yürekler ağızda, uzun saatler süren korkulu bekleyiş.
65 saat sonra göçük altından çıkarılan 3 yaşındaki Elif mucizesi...
Aslında insanları depremin değil de, kusurlu yapılan binaların öldürdüğü gerçeği.
Enkaz altında kalan insanlar kurtarılmaya çalışılırken sosyal medyada atılan insanlık dışı mesajlar. Hasta ruhlar...
Hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara şifa, İzmir halkına başsağlığı diliyorum.
Güzel İzmirim, geçmiş olsun.