Rodos adası açıklarında Yunan sahil ekipleri özel bir tekneye ateş açtı. Olayda 3 kişi yaralandı. İkisi Türk, biri Suriyeli. Öte yandan Doğu Akdeniz’de gerilim tırmanıyor. Hay Allah’ım, bir bu eksikti. Ne olacak şimdi, ay yoksa savaş mı çıkacak? Türkiye ve Yunanistan arasında zaman zaman meydana gelen gerginliklere yabancı değiliz ama her defasında, “Tamam, bu sefer savaş çıkar” da diyebiliyoruz. Savaş, tepkisiz bir gerçeklik olarak hayatımızın parçası olmaya devam ettiği sürece, aklımızdan geçen bu saçmalıkları kimse yadırgayamaz. Hele ki hâlâ günümüzde dünyanın her yerinde irili ufaklı onlarca savaş varken. Ve “Savaş Olgusu” anlamlandırılamaz bir gerçeklik olarak hayatımızın parçası olmaya devam ederken. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Hemen en yakınımızda Suriye’de, Irak’ta, Azerbaycan’da, Ermenistan’da, Afganistan’da, Filistin’de, İsrail ve Ürdün’de yıllardır süren savaşlar var. Ölenler Suriyeliymiş, Filistinliymiş, Ermeniymiş, İsrailliymiş, Afganmış,
Bodrum’un içinde hala “Giritli Mahallesi” adıyla anılan “Kumbahçe Mahallesi”, kentin en orijinal mahallerinden biridir. Dar sokaklarının hemen hemen hepsi denize açılır. Çiçek ve bitki isimleri verilmiş bu sokaklardan geçerken mahalle sakinlerinin kapı önlerine attıkları sandalyelerde yaptıkları tatlı ve nostaljik sohbetlere şahit olursunuz. Bu sohbetlerde ara sıra bazı Rumca kelimeler çalınır kulaklarınıza. Aslında bu duyduklarınız Girit’in sesidir.
Tarihin akışı içinde meydana gelen göç olayları, insanların yaşadığı en zorlu yaşam şekli olsa gerek.
Doğduğu, büyüdüğü ve kök saldığı toprakları, kendi arzu ve kendi özgür iradesi dışında, siyasi, politik veya herhangi başka bir sebepten terk etmek zorunda kalmak ne büyük bir acı. O zamana kadar biriken hatıraları kalbine, birkaç parça özel eşyayı sırtına yükleyerek, yeni bir hayata, yeni bir başlangıca doğru yelken açmak hiçte kolay değil.
1923-24 yıllarındaki büyük nüfus değişimiyle Türkiye’de Rum Ortodokslar ve
Kadınlara yönelik her tür şiddete karşı hukuki çerçevede detaylı bir koruma sağlayan ilk uluslararası belgedir İstanbul Sözleşmesi. Ve Türkiye sözleşmeyi onaylayan ilk ülkedir. Böylesine önemli bir konuda ilk olma mertebesi önemli bir mertebedir. Kadına ve aslında insanına sahip çıkmayı, altını imzaladığı belgeyle taahhüt eden bir ülkede şimdi neler oluyor? Neler oluyor da bu önemli taahhütten geri adım atacağına, bu sözleşmeden imzasını kaldıracağına dair tartışmalar almış başını gidiyor. Neler oluyor da kendini bilmezler uluorta “İstanbul sözleşmesini savunan kadınlar fahişedir” diye çatlak sesleriyle bağırıyor? Kendi özgür iradesiyle cinsel kimliğine karar vermiş bireyler bir şekilde toplum dışı bırakılmak isteniyor. Ayrımcılık yapılıyor.
Neler oluyor da kadınlar hakkında verilecek tüm kararlar, erkeklerin iki dudağının arasından çıkacak kararla hayat buluyor? Hakkını aramak, hakkını savunmak için sokaklara dökülen kadınlar itilip kakılıyor, tartaklanıyor ve hatta dövülüyor? Kimi kadınlar da bu olanlara ses
Türk güldürü ve mizah tarihinde önemli bir yere sahip olan Nasrettin Hoca fıkralarında yaşanmış, yaşanan ve elbette yaşanacak, anlamlandıramadığınız, adlandırmadığınız her tür tuhaflığa atfen bir kesit bulunur.
Kimi zaman fıkraların ana karakterleriyle içiçe ve kimi zaman da dublörüymüşüz edasıyla yaşıyoruz bu hayatı.
Bugün yine bir Nasrettin Hoca fıkrasıyla başlamak istiyorum.
Nasrettin Hoca, köy meydanındaki koca çınar ağacının üzerine çıkmış, elindeki balta ile bindiği dalı kesmeye başlamış.
Görenler:
“Aman Hocam, bindiğin dalı kesiyorsun, düşeceksin!” diye bağırmağa başlamış.
Hoca kesmeye devam ederek seslenmiş:
Net olarak bildiğiniz ya da farkında olup çaresizce bilmezden geldiğiniz, ama son derece rahatsız olduğunuz hatalar, eksikler veya yanlışlıklar, sizin dışınızda birileri tarafından dillendirilip eleştirildiğinde (Konu ve eleştiri yapan kim? Bu detay çok önemli) panter edasıyla savunmaya geçmek bir refleks olsa gerek. Hele ki çok sevdiğiniz için, kendinizi kahrını çekmeye bile mecbur bıraktığınız mevzular gündeme gelirse, gözleriniz kör ve kulaklarınız da sağır olabiliyor. Savunma mekanizması, yüzünüze püskürtülen gerçekleri bastırmak için seri bir şekilde bahaneler üretebiliyor. Esasında kendinizin bile inanmadığı bu bahaneler, başkalarını ikna eder mi, edemez mi işte orası muamma!
Son yıllarda benim hassas ve kırılgan olduğum konulardan biri de Bodrum. Altı yıldır burada yaşıyor olmak, Bodrum’la aramda kuvvetli bir bağ kurdu. Bodrum’a tatile geldiğim zamanlarda da benim için özel olan bu ilçeye karşı olan hislerim gün geçtikçe daha da yeşerdi, köklendi... Bence aramız iyi! Bodrum’un insana huzur veren bir
Nasrettin Hoca pazarın başından 1 akçeye 8 yumurta alıp, pazarın sonunda, “9 yumurta 1 akçeye, 9 yumurta 1 akçeye!” diye bağırmaya başlamış.
Onu gören bir tanıdığı, “Yahu hocam, 1 akçeye 8 tane aldın, 9 tane satıyorsun. Zarar ettiğinin farkında mısın?” diye sormuş.
“Amaaan!” demiş hoca, “Boş ver, dostlar alış-verişte görsün.”
HHH
“Allah Allah bu da nerden çıktı” demeyin hemen.
Zira size anlatacağım ve bizzat yaşadığım olayı okuyunca, yazıya niye bir Nasreddin Hoca hikayesiyle başladığımı anlayacaksınız.
HHH
Salı günleri Bodrum’un tekstil, cuma günleri ise yiyecek pazarı.
Entübe etmek: Solunum sıkıntısı çeken hastalarda solunum yoluna ağız ya da burun yoluyla özel bir tüp yerleştirilmesi.
Kendi kendine yeterli soluk alamama durumu olarak da tanımlanabilen entübasyon durumu ayrıca, ameliyat süresince hastanın solunum cihazına bağlanmasını da ifade eder.
Ancak, hastanın entübe süresi ne kadar uzun sürerse ek sorunlar çıkma ihtimali de giderek artar.
Tıbbi bir yazı yazma hadsizliği peşinde değilim asla.
Zaten yazamam, doktor değilim.
Turizmin bu yılki durumuna baktığımda, gördüğüm şeyi ifade etmeye çalışırken kullandığım kelimeler tıbbi sadece.
Ne söylemek istediğim daha iyi anlaşılsın diye de böyle açıklayıcı giriş yapmayı tercih ettim. Teşbihte hata olmazmış.
Geçen hafta Mazı Köyü’nün eşsiz güzellikteki koylarından biri olan Kissebükü’ne gittik. Mazı Köyü’nün yakınlarında birbirinden güzel yedi koy daha var. Bunlar; Akarca, Çakıllı Yalı, İnce Yalı, Hurma, Ilgın, Sedef ve Şeytan Deresi koyları.
Kissebükü koyunun çevresi hamam sarnıç ve kilise gibi tarihi kalıntılarla dolu. Bu koy mavi yolculuğun en önemli duraklarından biri. Tertemiz ve pırıl pırıl denizi var. Sahil biraz taşlık ama olsun... Sessiz sakin ve oldukça bakir, yani kafanızı dinleyip bütün yılın yorgunluğunu atabileceğiniz bir koy. Restoran yok, konaklayabileceğiniz bir tesis yok. Ben burada kalmak istiyorum derseniz tek çözüm çadır kurmak. Doğal güzelliklerle dolu bu bölge aynı zamanda birçok yürüyüş rotasını da barındırıyor. Karayoluyla da gitmek mümkün. Bodrum’a sadece 20 km uzaklıkta. Bu saklı cennette bile çer çöp problemi var maalesef. İnsanoğlunun oyunbozanlığı her koşulda sistem içi. Piknik yapmak için gelenlerin artlarında bıraktıkları