Pazar günlerini sevmem.
Pazar günlerini sevenleri hiç sevmem...
Çünkü pazar günleri insanların sevgilileriyle buluşma günüdür ve sevgililer o gün genel olarak randevuya gelmezler.
(Bu pragrafın özeti: Kadına gidiyorsan yanına kırbacını al. Nietzsche)
En azından yıllar önce bizem mahalle öyleydi.
Üstümüze, çam kozalağı görüntüsü verilmiş yeşil cam şişelerde satılan Pino marka parfümlerden bir avuç sürer, en yırtıksız blucinimizi giyer, minibüsle - şimdi Dobrovskiler için ucuz giysiler satan bir pasaja dönüşmüş olan - Aksaray Bulvar sinemasının önüne giderdik.
Gelmezdi amatör kahpeler...
Pazar günlerini sevmem...
Pazar günlerini sevenleri de sevmem...
Çünkü pazar günleri bitpazarı kurulur Kadıköy'de...
Ve her pazar çeşitli entellektüel faaliyetler tasarlayan, Dostlar Tiyatrosu'nda "Simyacı"yı, Tiyatro İstanbul'da "Yeni Baştan"ı seyretmek isteyen ben nedense o gün bitpazarında duş için lastik conta ararken bulurum kendimi.
(Bu paragrafın özeti: Bitpazarında bit satılmıyor. Boşuna aramayın.)
Her seferinde sözler veririm kendime.
"Gitme lan bugün bitpazarına. Lastik contayı da bırak başkaları arasın" derim, hatta bitpazarına gitmemek için en önemli randevularımı pazar günleri öğlen saatlerine alırım ama eroin bağımlılığı gibi bir şey bu bitpazarı.
Pazar günlerini sevmem.
Pazar günlerini sevenleri hiç sevmem.
Çünkü pazar günleri lanet olası apartman toplantılarının yapıldığı gündür genellikle.
Nedense herkesin evde olduğu sanılan pazar günü en kısası yedi saat süren bu manasız apartman geyiğine ayrılır.
Oysa ben pazar günleri içimdeki çocuğu gezdirmeye çıkartırım.Bu yüzden de başkasının çocuğunun apartman duvarına "Bunu yazan tosun, apartmana uzun uzun okusun" yazmış olması, bu yazıyı kapatmak için apartman girişinin boya masrafı beni hiç ilgilendirmez.
Bu yüzden her apartman toplantısında bir yakinim ölür...
Apartman sakinleri toplanır ben sakin sakin tüyerim.
Pazar günlerini sevmem. Pazar günlerini sevenleri hiç sevmem...
Çünkü pazar günleri erkeklerin "Futbol maçı" kadınların da "Allah'ın cezası" dediği şeylerin oynandığı gündür.
Oysa ben futbolu severim. Hatta basın kartım olmasına rağmen açık kart bileti alır amigonun hemen arkasına oturur "İ... hakem, sahaya ineriz a..nızı s...riz" şeklinde hançerenin en mahrem yerlerinden küfürler savurmayı severim. Maç çıkışlarında kasap bıçağı ile birbirine girenlerin arasında beni görebilirsiniz ama bunların hepsi bir şartla sevgili seyirciler.
Fenerbahçe'nin maçının olması koşuluyla. Çünkü birçoğunuzun bildiği gibi Fenerbahçeliyim. Hatta - ölçümü nasıl yapılır bilmiyorum ama - sapına kadar Fenerbahçeliyim.
***
Eğer ki o hafta Fenerbahçe'nin maçı varsa zaten işim kolay.
Ama Fenerbahçenin maçı yoksa ve ben Beşiktaş veya Mecidiyeköy civarından geçmek zorundaysam stad kalabalıkları beni mahvediyor. Adım adım giden bir trafikte kahroluyorum. Mecidiyeköy'de arabanın ön kaputuna vurarak ve "Hoop usta yol ver bakalım" diyerek geçen Ali Desidero'lara sahte sahte gülümsüyor, içimden de "Aslında şu anda sizi önümde giden otobüsün arkasına poster olarak yapıştırmak vardı ama geçin bakalım benim