Müzakere yoluyla sorunlarımızı çözme deneyimi yaşıyoruz. Bu sürece, siyasi partiler, devlet seçkinleri, sivil toplum örgütleri ve toplum katılıyor.
Müzakere, hem siyasi partiler arasında, hem siyasi alanla toplum arasında, hem de toplum içinde yaşanıyor.
Bu bir ilk.
Cumhuriyet tarihimizde ilk defa, “sivil ve demokratik müzakere” yoluyla toplumsal sorunlarımızı çözmeye çalışıyoruz.
Hem de, toplumsal yaşamın her alanına yayılan ve derinleşen bir “toplumsal ve siyasal kutuplaşma sorunu” yaşarken.
Yaşadığımız deneyimin ne kadar önemli, hatta tarihi olduğunun tam olarak farkında değiliz gibi.
Tarihi bir süreçten geçiyoruz
İlk bakışta, sanki uzlaşamıyoruz gibi; siyasi partiler arası ilişkiler daha da geriliyormuş gibi ya da toplum olarak bu sürece sanki daha hazır değilmişiz gibi gözüken bir görüntü var.
Bu, doğru bir görüntü.
Ama bir de bardağa dolu tarafından bakalım.
İlk defa yaşadığımız bu süreçte, ne ortaya çıkıyor?
Birincisi, öğreniyoruz. Müzakere yoluyla çözümü öğreniyoruz. Müzakereci demokrasinin ülkemizde mümkün olduğunu öğreniyoruz. Hem siyasi partilerimiz, hem toplum, hem de devlet seçkinleri öğreniyor.
İkincisi, her aktör eteğindeki taşları silkeliyor. Siyasi partiler, topluma, dünyaya, siyasete, değişime nasıl ve hangi ilkeler temelinde baktığını açık bir dille ortaya koyuyorlar. Yaparmış gibi ya da istekliymiş gibi gözükme, söylemde muğlak olma dönemi bitiyor.
Kimin ne olduğu, ne söylediği ve ne istediği daha net olarak ortaya çıkıyor.
Üçüncüsü, uzlaşmanın zor ama mümkün olduğunu anlıyoruz.
Siyasi partiler uzlaşma sorunu yaşarken, örneğin, toplum daha önde gidiyor ve net bir dille, siyasilere uzlaşın ve sorunları çözün diyor.
Yavaş olsa da, uzlaşma tercihi çatışmanın, müzakere yoluyla toplum yönetimi tercihi de çatışma ve ötekileştirme yoluyla toplum yönetiminin yerini almaya başlıyor.
Türkiye’nin istikrarının ve barışının, müzakereyi ve uzlaşmayı gerekli kıldığı gerçeği artık daha çok anlaşılıyor.
İki devasa sorun
Üstelik, müzakere ve uzlaşmanın önemi, görece kolay sorunlar değil; aksine, uzun yıllardır çözümünü ertelediğimiz iki devasa sorunu çözme çabasında öğrenmeye başlıyoruz.
Her ikisi de çözümü zor ve uzun süre ertelenmiş sorunlar.
Kürt sorunu temelinde, “Barış inşası”; iyi, adaletli ve demokratik toplum yönetimi temelinde de, “Yeni anayasa” üzerine çalışıyoruz.
Farklı zeminlerde işleyen, ama, birbirleriyle ilişkili iki ktritik süreç.
Yeni anayasa yapım sürecine yaklaşık iki yıl önce başladık.
Barış inşasına, yaklaşık dört ay önce.
Yeni anayasa da, uzlaşma komisyonuna verilen süre uzatmasıyla 1 Nisan’da bitti.
Uzlaşılan maddeler az, ama, kabul edelim, komisyon ciddi çalıştı. Kendi içinde, dört partinin bir arada çalışabileceğini gösterdi. Başarı derecesi yüksek bir performs gösterdi. Yeni anayasanın ne içermesi üzerine güzel bir deneyimi de ortaya çıkarttı.
Bugün net olarak biliyoruz; Türkiye, (a) demokrasisini güçlendirecek, (b) denge ve denetleme sistemi güçlü, ve (c) eşit vatandaşlık ortak dilini içeren bir anayasa gereksinimi içinde.
Artık, toplum olarak, komisyonun sunduğu metnin, bu ilkeler temelinde zenginleştirilmesini siyasi partilerden talep etmeliyiz.
Yeni anayasa için uzlaşma çalışması, barış inşasına da çok önemli katkı verecektir.
Şiddetsiz ve ölümsüz geçen her gün, ve silahların bırakılması için gösterilen irade, müzakerenin ve uzlaşmanın ne kadar önemli ve faydalı olduğunu bize göstermektedir.
Kötümser olmadan, ama gerçekçi bir yaklaşımla, sadece yaşadığımız bu yeni deneyimin ne kadar önemli olduğunu değil, aynı zamanda, bu yolda, öğrenerek ileriye doğru adımlar atabildiğimizi de görelim.
Tarihi bir dönemden geçiyoruz; başarılı olmak bizim elimizde.