Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Abu Dabi’ye gidiyorum. Hükümete, diplomatlara, gazetecilere ve iş dünyasına, Türkiye dış politikası üzerine, Türkiye-İran ilişkileri üzerine odaklanan bir konuşma yapacağım.
Hazırladığım konuşmayı uçakta değiştirmeye başlıyorum.
Nasıl değiştirmeyim; “oyun değiştirici” nitelikte iki önemli gelişmeyi, arka arkaya yaşıyoruz.
PKK’nın silah bırakmasıyla ilgili “çözüm süreci” beklediğimizden daha hızlı ve olumlu gelişiyor. Abdullah Öcalan’ın mektubu, bu sürecin başarı şansının yüksek olduğunu ortaya koyuyor.
Arkasından, İsrail’den “özür” geliyor. On gün içinde yapılan hızlı ve yoğun bir diplomasi trafiğinden sonra, ABD Başkanı Barak Obama’nın yanından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Başbakan Tayyip Erdoğan’ı arıyor ve trajik Mavi Marmara saldırısı için “özür diliyor”, şehit ailelerine “tazminat vermeyi” kabul ediyor ve “Gazze ablukası”nın kademeli kaldırılması için birlikte çalışma isteklerini iletiyor.
Erdoğan, özrü kabul ediyor.
Obama, süreci, “Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme dönemi”nin başlaması olarak değerlendiriyor.
Gerçekten, bölgede oyunu değiştirebilecek ve Arap Baharı ile Suriye krizi üzerinde kritik etkileri olacak gelişmeler.
“Çözüm süreci”, “İsrail’in özrü”, “Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme”; Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Amerika’da, Avrupa’da ve dünyada, hemen alıcısını bulan gelişmeler. Gazeteler ve TV kanalları, bu gelişmeleri, “tarihi nitelikte oyun değiştirici kritik gelişmeler” olarak tanımlıyor.
Yaptığım konuşma sonrası, sorulan soruların, yapılan yorumların nerdeyse tamamı bu gelişmeler üzerine.
Suriye krizi bu gelişmelerde önemli bir rol oynuyor.
Arap Baharı bu gelişmelerden ciddi anlamda etkilenecek.
İran sorunu da, hatta Kıbrıs sorunu da.
Artık Suriye’de de hızlı bir değişim yaşanabilir.
İran, hemen, bu gelişmelere olumsuz tavrını alıyor. Bu bile bize, oyunun değişmeye başladığını gösteriyor.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Foreign Policy’de (21 Mart) çıkan makalesini okuyorum; “Yeni dönemde Komşularla Sıfır Sorun”. Davutoğlu, “komşularla sıfır sorun ilkesi”nin dün olduğu gibi bugün de “doğru, geçerli ve gerekli” olduğunu vurguluyor. Arap Baharı’nın bu ilkeyi gerekli kıldığını ve bu ilkenin Türkiye’yi güçlü ve etkili yaptığını söylüyor. Çözüm süreci ve İsrail’in özrü, bu savı güçlendiriyor.
Dış politikaya, tek tek olaylar ya da anlar değil, aksine “süreç” temelinde bakılması gerektiğini sürekli tekrarlayan Davutoğlu, yaşadığımız gelişmelerle haklı çıkıyor.
Tüm bu süreç içinde ilkeli olduklarını, taviz vermediklerini ve sorunlar üzerine sabırla çalıştıklarını, ama diklenmediklerini söyleyen Erdoğan liderliği de başarılı oluyor.
Erdoğan’ın liderliği ve Davutoğlu’nun vizyonu, Türkiye’yi başarılı kılıyor.
Türkiye’nin bölgesel ve küresel önemi biraz daha artıyor.
Objektif ve tarafsız olmak bu gerçeği kabul etmeyi ve tebrik etmeyi gerekli kılıyor.
Son söz de CHP’ye. “Niye CHP dört kere Esad’ı ziyaret ediyor”, “Esad ilişkisi CHP’ye zarar veriyor, niye bu ısrar” diye bu köşede sorduğumda, CHP’li üst yöneticilerin bazıları aramışlar ve bana katılmadıklarını söylemişlerdi.
CHP’li arkadaşlara, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in, Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e (25 Mart) yaptığı açıklamada Beşar Esad hakkındaki şu sözlerini dikkate almalarını tavsiye ederim:
“Bana göre 70 bin insanı, kendi halkını, kendi çocuklarını öldüren biri katildir... Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da öteden beri bunu söylemiyor mu?
(Suriye’nin) nükleer tertibatı imha edildi fakat kimyasal cephaneliği maalesef duruyor. Bu sadece Suriye halkı için değil, herkes için büyük tehlike...”