Yaşadığımız “çözüm süreci”, PKK’nın silah zoruyla tuttuğu kamu görevlilerini serbest bırakmasıyla önemli bir eşikten geçmiş oldu.
Artık, ateşkes ya da çatışmasızlık ilanının yapılması, hatta silahların susması sürecinin başlaması zamanı.
21 Mart Newroz (Nevruz), 16 Haziran, 15 Eylül v.b. tarihler çözüm sürecinin önemli eşik noktaları olarak veriliyor. Bu tarihlerde, çok önemli çağrıların yapıldığına ve gelişmelerin yaşandığına tanık olabiliriz.
Aslında, çözüm sürecini belli tarihlere sabitlemek, şu tarihte şu olacak, bu tarihte bu olacak demek de çok doğru değil.
Önemli olan yapılması gerekenlerin çok gecikmeden yapılması. Sürecin kesintiye uğramaması için gerekli kararların alınması ve bu kararların yaşama geçirilmesi.
Toplumun her aşamada barışa biraz daha yaklaşıldığını görmesi. Böylece, çözüm sürecine verdiği desteği arttırması.
Bugün, bu şartlara sahibiz.
İhtiyatlı ama gerçekçi iyimserlik
Altını çizelim; yaşadığımız süreç çok zor bir süreç. İnce kırmızı hatta ilerleyen bir süreç.
İrlanda, İspanya örneklerinden çok daha zor bir süreç.
Bu örneklerden çok daha uzun sürmüş ve çok daha fazla insan kaybına, acıya, gözyaşına neden olmuş bir etnik çatışma yaşandı ülkemizde.
Kürt sorunu, özünde, “ulusal sorun” ya da bizim sorunumuz; ama, aynı zamanda, bölgesel ve küresel güç ilişkilerine açık da bir sorun. PKK’nın da, yerel, ulusal, bölgesel ve küresel ilişkiler içinde hareket ettiğini biliyoruz.
Çözüm sürecini, hem içeride, hem de dışarıda, kendi çıkarlarına görmeyen ve Türkiye’nin güçlenmesini ve istikrarını istemeyen aktörlerin olduğunu da biliyoruz.
Dahası, “yeni anayasa yapım süreci” gibi, Türkiye, tarihinde ilk defa “uzlaşma yoluyla çatışma çözümü süreci”nden geçiyor.
“Uzlaşma”, “yüzleşme”, “katılım”, “şeffaflık” ve “farklı olana güven duyma” kavramlarının pek gelişmediği bir siyasi kültürümüz var.
Toplum olarak, uzlaşmanın, yüzleşmenin, katılımın, şeffaflığın ve kendimizden farklı olana güven duymanın ne demek olduğunu ve neyi içerdiğini öğrenme fırsatı pek bulamamışız.
Yaşadığımız çözüm süreci, yeni anayasa yapma süreci gibi, aynı zamanda, bir “öğrenme süreci” de.
Bu kavramlarla bugün tanışıyoruz.
Gerek yeni anayasa yapım süreci, gerekse de çözüm sürecinin başarı şansı, diyalog yoluyla uzlaşmaya, sorunlarla yüzleşmeye, toplumun süreçlere katılımına, süreçlerin şeffaf olmasına ve birbirimize güven duymamıza bağlı.
Zor bir süreçten geçiyoruz.
Çözüm mümkün
Geldiğimiz noktadaysa, olumlu olan şu; başarı bugün mümkün.
Silahların susması ve barış kapısının aralanması mümkün.
Cumhurbaşkanımız Gül’ün çok doğru olarak saptadığı gibi; “güvenlik politikalarından reform politikalarına geçiş” mümkün.
Ölümsüz ve acısız geçen her gün, toplum içinde, uzlaşma yoluyla sorunların çözümünün mümkün olduğu algısını güçlendiriyor.
Toplum bilgilendikçe, sürece desteği artıyor.
Türkler ve Kürtler, hepimiz, bu sürece çekinceli ve ihtiyatlı yaklaşıyorduk.
Çözüm sürecinin, gizli alışverişleri, pazarlıkları, ve ödünleri içermediği anlaşıldıkça, toplumun çekinceleri de azaldı, sürece desteği güçlendi.
Artık, bu sürecin, Türkiye’de demokrasinin güçlenmesini ana amacı içinde, ilk adım olarak, silahların susmasını içerdiğini biliyoruz.
Bu aynı zamanda, Türkiye’nin, iç ve dış politikada yeni devlet aklını, yeni güvenlik paradigmasını oluşturuyor.
Hepimizin güven içinde yaşamasını ve geleceğe daha güvenli bakmasını sağlayacak bir işbirliği.
Silahların susması ve demokrasinin güçlenmesinin, Türkiye için, Türkler, Kürtler dahil, bu ülkede yaşayan herkes için “kazan-kazan ilişkisi”ni yaratacağına inanç ve irade, çözümü ve barışın inşasını olanaklı kılıyor.
Süreç olması gerektiği gibi işliyor.
Sürecin başarıyla sonuçlanma şansı artıyor.
Bahar Türkiye’ye barış getirecek gibi.
İhtiyatlı ama iyimser olmak bugün mümkün.