‘Milli bekamız her şeyin önündedir’ diyen ve bu fikir doğrultusunda milli siyaset üretip, milli duruş sergileyen Sayın Devlet Bahçeli, Türkiye’nin son yirmi senesindeki istikrarın en büyük destekçisi olan, örneği ender görülebilecek siyaset ve devlet adamıdır.
En yakın (!) müttefiklerimiz tarafından dahi kuşatılmışlığımızı görmeyen ve tüm dertleri koltuk olan siyasetçileri gördükçe millet ve ülke adına üzülmemek mümkün değildir.
Zira istiklali elinden alınan bir ülkenin tüm belediye başkanlıklarını alsanız ne yazar, almasanız ne?
Muhalefette olmasına rağmen, Sayın Bahçeli sergilediği milli duruşuyla ülke siyasetine yön vermiş ve ülkenin onuruyla birlikte, ülkeyi kaosa sürüklenmekten kurtarmıştır.
Milletimiz de, onun bu denli duruşunu takdir etmiş ve MHP’ye bir büyükşehir, on il ve toplamda 235 belediye başkanlığı kazandırmıştır.
Seçim sonuçlarını değerlendirirken, partilerin oy dağılımının en sağlıklı göstergesi il genel meclisi oylarıdır. Buna göre MHP’nin aldığı oy oranı yüzde 18.1’dir.
Malum; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk mahalli idareler seçimini yaptık. Sistemin aksaklıklarını yaşayarak görüp giderecek ve en mükemmeli bulup uygulamaya çalışacağız. Bunun için de
Yargıya bakış açımız, demokrasiyi ne denli hazmettiğimizin tipik göstergesidir.
CHP Genel Başkanı’nın YSK’nın vereceği kararına yaklaşımı hakikaten endişe vericidir. Karar Türkiye’yi ya aydınlığa ya da kaosa çıkaracak ne demektir? Yani yüksek mahkeme kendi lehlerine karar verirse, Türkiye aydınlığa çıkacak, aksi halde kaosa sürüklenecek.
Peh! Peh! Peh!
Biz bu kafanın cemaziyülevvelini biliriz; nitekim kendi partileri kazanınca yaşasın demokrasi; kaybedince de, cahil cühelanın seçtiklerinden ne olur ki anlayışı hâkimdir.
Bakınız Artvin ilinin Yusufeli gibi küçücük bir ilçesinin seçim sonuçları itirazlar yüzünden ancak on gün sonra karara bağlanabildi ve seçimlerin 2 Haziran’da yenilenmesine hükmedildi.
İstanbul gibi on milyon oyun sayıldığı büyük bir kentte de birbirine yakın sonuçlar söz konusudur ve bundan da önemlisi, bilerek veya bilmeyerek yapıldığı öne sürülen fahiş hataların (!) varlığı iddia edilmektedir.
İtirazlar da seçim sürecine dâhildir. Bunlar, sırasıyla, ilçe ve il seçim kurullarıyla YSK’ya yapılabiliyor. Her bir itirazın ve değerlendirilip karar verilmesinin belirli süreleri var.
Durup dururken de itiraz yapılamıyor; her bir itirazın müdellel (delilli, mesnetli) olması gere
Seçim konusunda maalesef iyi bir gelenekten gelmiyoruz. Düşünün: Demokrasiye ilk geçiş sınavımızı 1946 seçimlerinde, “Açık oy, gizli tasnif!” gibi çok kötü bir sicille vermeye çalıştık ve dünya âleme rezil olduk.
Bakınız, o seçimleri değerlendiren Cumhuriyet gazetesi başyazarı Doğan Nadi 1946 seçimlerini nasıl eleştiriyor: “Meşhur hokkabaz Zati Sungur İzmir’den gitmiş. Ayol ne oldu? Güzel güzel temsiller verirken neden birdenbire kaçtı? Merak ettik. Telgraf çektik. Şu cevap geldi. Rey (oy) sandıklarının başında yapılan numaraları gördükten sonra İzmir’de bana iş kalmadı!”
Evet, yalnızca illüzyonistlere değil, o günkü savcılara bile duydukları utançtan dolayı mesleği bıraktıran, evlere şenlik seçim geleneğimiz var bizim.
Ayıplı demokrasiyle başladığımız işin (seçim), aradan yarım asır geçtikten sonra da aynı ayıpla noktalanacağını söyleselerdi, doğrusu kimse inanmazdı. Çünkü bu süre zarfında (53 sene) herkese parmak ısırtan seçimler yaptık ve takdir topladık.
Ayıplı demokrasiyle başladığımız güne döndüğümüz 31 Mart mahalli seçimlerindeki şaibeleri, sahtekârlıkları, hırsızlıkları neyle ve nasıl izah edebiliriz?
Hele Büyükçekmece ilçesinde yapılan sahte seçmen devşirmeleri adliyelik olup,
Ekrem İmamoğlu’nun ve malum CHP’lilerin tavrını anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz.
Zira yangından mal kaçırırcasına bir telaş içerisindeler. Emzik (mazbata) isteyen çocuklar gibi bağırıp çağırıyor ve yırtınıyorlar.
Ayol! Burası bir muz cumhuriyeti mi?
Burası bir hukuk devletidir ve hukukun gereği yapılmaktadır.
Malum, seçim bitti ama süreci henüz bitmedi. İlçe ve il seçim kurulları, yapılan itirazları inceler ve karar verir. Bunlarla da yetinmeyenler, en son itirazlarını YSK’ya yaparlar. On bir kişilik Yüksek Seçim Kurulu nihai kararı verir ve bu karar kesindir.
Bu karara itiraz edilemeyeceği gibi, bu kararın götürülebileceği başka bir itiraz makamı da yoktur.
Şu halde süreç, YSK’nın vereceği nihai kararla sona erecektir ve ancak bundan sonra mahkemelik olan adaylardan kazananların mazbataları kendilerine verilebilecektir.
YSK mahkemedir ve her mahkeme gibi adalet dağıtır. Bakınız YSK başkanı, baktıkları davalarla ilgili açıklamada bile bulunamıyor.
Demokraside oy kutsaldır ve namustur. Vatandaşlarımız hemen her seçimde olduğu gibi, 31 Mart 2019 Mahalli İdare Seçimleri’nde de büyük bir katılımla görevini yerine getirdi.
Asıl işlem bundan sonra yani oyun sandığa atılmasından sonra başlıyor.
Ve seçim, o sandığa atılan oylara sahip olmak veya olmamakla kazanılıyor veya kaybediliyor!
Öyle ya; seçmen istediği kadar oyları sandığa atmış olsun; atılan bu oylar öncelikle geçerli olup olmadıkları yönünde değerlendiriliyor. Sadece İstanbul ilinde 319 bin geçersiz oy tutanaklara girmiş. Diğer bir ifadeyle, bu geçersiz addedilen oylar, seçimi kazandığı iddia edilen adayla kaybeden aday arasındaki oy farkının tam on misli.
Burada durup düşünmek gerekmez mi? Öyle İmamoğlu’nun iddia ettiği gibi, “İptal oylarının incelenmesi beyinleri bunaltır!” demesinin aksine, incelenmemesi bunaltır!
Ayrıca, sandık sonuç tutanaklarının sayım döküm çizelgelerine aktarılması esnasında, bilerek veya bilmeyerek yanlışlıkların yapıldığı apaçık bir gerçektir. Nitekim bu durumu CHP il başkanı da belge göstererek itiraf etti.
Öte yandan, bu tutanak ve çizelgelerin hepsi siyasi partilere gönderilmiş durumdadır. Bunların karşılaştırılmasıyla yapılan hatalar
Başkanlık sistemiyle ilk yerel seçimleri yaptık. Milletimiz her zaman olduğu gibi engin sağduyusuyla kararını verdi ve yeni bir macera istemediğini gösterdi.
İktidarda bulunan Cumhur İttifakı’nı %52’ye yakın oyla destekledi.
Bize göre seçimin galipleri: Elbette yerel düzeyde ipi göğüsleyen, partili partisiz belediye başkanları ve girdiği her seçimden zaferle çıkan Sayın Erdoğan’dır. (On yedi senedir iktidar olmasına karşın, başında bulunduğu parti %45’e yakın oy aldı.)
Muhalefetin yapması gerekeni Sayın Erdoğan yaptı; gecesini gündüzüne katarak, 50 günde 102 miting gerçekleştirdi.
Başta Şırnak olmak üzere, AK Parti’nin güneydoğuda oyları yükseltmesi, Kürt seçmenin ayrılık yerine, birlik içinde hizmet istediğini gösterdi.
Seçimlerin kaybedeni ise, Sayın Erdoğan’ın düşüşünü dört gözle bekleyen AK Parti içindeki pusuda bekleyenler oldu. Hevesleri kursaklarında kaldı.
Türk seçmeni dünyaya demokrasi dersi verdi; küçümsenmeyecek derecede muhalefet adaylarını da seçerek, bir kısım şom ağızların iddia ettikleri gibi diktatörlükle idare edilmediğini gösterdi.
Seçimler demokrasinin olmazsa olmazı ama inanın milletimiz seçimden bıktı. On yedi ayda bir seçim yaptık. Her seçim öncesi piyasalar belirsi
Taşların bağlanıp köpeklerin salındığı bir dünyada yaşıyoruz.
Tevhit (Birlik) inancına sahip olduğunu söyleyen Müslümanlar; maddi ve manevi başları olan Halifelerini kaybedince bin parçaya bölündüler.
BM’den sonra en büyük uluslararası kuruluş, İİT (İslam İşbirliği Teşkilatı) olmasına rağmen, bu yapının bu güne kadar dişe dokunur bir iş yaptığına şahit oldunuz mu?
Ayrıca Arap Birliği diye ayrı bir kuruluş mevcut; bu kuruluşların yalnızca adları var.
Mutat zamanlarda ve hatta olağanüstü hallerde toplanırlar; bol bol konuşurlar ve dağılıp giderler.
Mesela Batının güdümünde olan Mısır’ın faşist lideri Sisi’ye veya Suudi Arabistan Kralı Selman’a; emperyalist ve zalim İsrail aleyhine bir karar aldırabilir misiniz?
Dün İngiltere, bugün ABD, İslam alemini dizayn ederken; halkları, kendi belirledikleri liderlerin eline tutsak yaptılar. Bu ülkelerin liderleri de Batılıların elinde tutsaktır.
Böyle bir yapıyla hangi birlik temin edilebilir ve ne tür bir karar alınıp da uygulanabilir?
Siyasi parti genel başkanı olmak kolay, ancak lider olmak zordur.
Lider, icraatlarıyla tarihe mühür vuran ve istikbalde adından söz ettiren ender kişidir.
Sayın Erdoğan’ı çocukluk yıllarından beri tanırım. Ortaokul ve liseyi birlikte okuduk (İstanbul İmam-Hatip Okulu). Merhum babası istememesine rağmen top oynardı; ama doğrusu
iyi oynardı.
İkimiz de okulun futbol takımındaydık ve liseler arası müsabakalara katılırdık.
Takımın kaptanıydı, işini ciddiye alır ve asla savsaklamazdı.
Ortaokul son sınıfta ‘Hitabet’ dersimiz vardı; o dersin birincisiydi. Etkileyici konuşur ve çok güzel şiir okurdu (Necip Fazıl’ın ve