Makamlar geçici oldukları gibi, sanılanın aksine, insanlara değer katmaz. Tam tersi, insanlar makamlara değer katar. Kişilik özellikleriyle, eğitimleriyle, yaratıcılıklarıyla, duruşlarıyla, derinlikleri, farkındalıkları, dürüstlükleri ve elbette proaktif çalışma tarzlarıyla… Kendi değerini makamların belirlediği insanlar, işsiz kaldıklarında sudan çıkmış balığa dönerler. Zira onlar aynı zamanda üniforma hastalığı denen bir dertten mustariptir. Makamlarını temsil eden üniformalarını çıkardıklarında / çıkarmak zorunda kaldıklarında çıplak hissederler; değersiz, işlevsiz, anlamsız.
Geçen hafta vizyona giren Kıvanç Sezer’in filmi “Küçük Şeyler” tam da bu iki noktaya parmak basıyor. Bir ilaç firmasında bölge müdürü olan Onur’un (Alican Yücesoy) işten çıkarılmasıyla başlayan dağılma sürecini derinlikli ve ironik bir aktarımla anlatıyor film. Onur, işiyle varolduğunu söyleyen bir beyaz yakalı. Kendini sadece işiyle tanımlayan, hayata anlam verme meselesi üzerine hiç düşünmemiş… Önceleri pek önemsemiyor durumu; nasılsa iş bulurum diye. Ama hiç de beklediği gibi olmuyor, art arda olumsuz sonuçlanan iş görüşmeleriyle hayalkırıklığına uğruyor. Öte yandan eşi Bahar’la (Başak Özcan) birlikte ev kredisine girmişler. Aldığı tazminat da birkaç ay içinde eriyor. Bu süreçte, tenzili rütbe olarak algıladığı tıbbi mümessillik teklifleri alıyor ama kabul etmiyor. Çünkü bölge müdürlüğü titriyle inşa ettiği kâğıttan varoluşunu karşılamaz bu iş. Yaptığımız iş, sıfatlarımız bizi değerli kılar düşüncesine o kadar çok inanmış ki, gerektiğinde ekmeğini taştan çıkaracağını söyleyen taksi şoförüne hayli sinirleniyor; aslolan ekmeği taştan değil, afili bir zeminden çıkarmak Onur’a göre…
Ama işte hayatın da sert gerçekleri var. Bir yandan ödenecek krediler, diğer yandan standartları düşürmeme çabası, ailenin yükünün eşinin omuzlarına binmesi sorun yaratmaya başlıyor bir süre sonra. Üniformasıyla var olan Onur’un, eşofmanlarıyla zaman öldürdüğü evde, nasılsa iyi bir iş gelecek kibri içinde, sorumluluklarını yok sayması eşi Bahar’ın canını sıkmaya başlıyor. Makamıyla, üniformasıyla sahte bir güven portresi çizen kocasının zaaflarıyla, kabalıklarıyla, vurdumduymazlığıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Bu da ondan uzaklaşmasına yol açıyor.
Yaşadığı sorunların yarattığı kaygı karşısında iki temel ego savunma mekanizması kullanıyor Onur; yadsıma ve regresyon (gerileme). Gerçeklerle yüzleşmek yerine onları yadsımayı tercih ediyor. Kaygısını azlatmak için çocukluğun güvenli sularına dönüyor. Çocuk gibi davranmaya, çocuksu şımarıklıklar yapmaya ve annesinin küçük oğlu olmaya soyunuyor. Bunlar da Bahar’la aralarındaki gerilimi artırıyor.
Onur karakterini canlandıran Alican Yücesoy, her türlü övgüyü hak ediyor. Montenegro, Adana, Antalya, Malatya ve Kayseri film festivallerinden peş peşe aldığı En İyi Erkek Oyuncu ödüllerinin hakkını fazlasıyla veriyor. Maslow’a göre kendini gerçekleştiren insan gerçekleri kabul eder, aynı zamanda doğruları ve yanlışlarıyla kendisini de… Gerçekçi bir bakış açısı vardır. Çevresindeki insanlarla empati kurabilir. Derin ilişkiler yaşar. Bağımsızdır, tek başına varolabilir. Doğaldır, yapmacık davranmaz. İnsanlara sevgi ve saygı duyar.Yücesoy, büyük bir maharetle oynadığı Onur üzerinden bütün bunların tam tersini sergileyerek ‘kendini gerçekleştirme’ gibi hayati bir meseleyi ete kemiğe büründürüyor. Didaktik olmayan son derece eğlenceli bir performansla.
Özetle, kendini gerçekleştiremediği için makamlara yapışan, ‘beyaz yakalı’ üniformasını derisi bellemiş insanlar için ders niteliğinde bir film seyrediyoruz. Epeyce büyük şeylerin konuşulduğu “Küçük Şeyler”i görün isterim. Asu Maro’nun Alican Yücesoy ile Milliyet Sanat için yaptığı, bugün Milliyet Pazar’da bir bölümünü yayımladığımız nefis söyleşiyi okumanızı da…