Kütüphanesiz evlerde rahat edemem ben. Soğuk gelir. Bir oda eksik gelir. O yüzden kendi evimin en kıymetli köşesi de kütüphanemin olduğu küçük oda. Evimin, içinde kendimi en rahat hissettiğim odası. Gerçi şimdilerde salon da gözüme bir başka güzel görünüyor. Yüksek lisans sırasında o kadar çok kitap aldım ki kitaplarım kitaplık odasından taşmaya başladı. Böylelikle salona yeni bir kütüphane geldi. Küçük odadaki kütüphanede yer alan tüm psikoloji kitapları buraya taşındı. Böylelikle kütüphanemde yıllardır süren psikoloji edebiyat rekabetine de son vermiş oldum. Zaten hiç de gerek yoktu buna. Her iki damar da çok özel benim için; birini diğerine tercih edemem ki. Şimdi bu iki grup kendi odalarında yaşamaya devam ediyor, ben aradığımı daha kolay buluyorum.
Herkes gibi benim kütüphanelerimin de özel bir matematiği vardır, yalnız benim sırrına vakıf olduğum. Birbirlerinden hoşlanmadığını bildiğim yazarlar ayrı raflarda durur. Bir yazarın tüm külliyatını yan yana sıralarken, bir diğerininkini konusu ya da bana hissettirdikleri nedeniyle başka yazarların rafında tutarım. Kimi yayınevlerinin kitapları mutlaka bir arada olmak zorundadır. Bazı kitaplar temalarına göre ayrılır; gezi, biyografi, şiir... Uzun hikâye bu. Ama bu hikâyeleri çok severim. Başka kütüphanelerin hikâyelerini sonra. Kütüphanelerin kendisi de çok iyi bir hikâye anlatıcısıdır aslında. Ev sahibinin biyografisi hakkında önemli ipuçları verir sözgelimi. O yüzden ilk kez gittiğim bir evde kitaplara bakmak için izin isterim; az sonra öğreneceklerim özel hayata girdiğinden.
Velhasıl, kütüphanelerin hayatımdaki yeri ayrıdır. Hal böyle olunca, Alberto Manguel’in Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabı “Kütüphanemi Toplarken”i görünce, okumakta olduğum diğer kitapları bir kenara koyup büyük bir iştahla bu kütüphane kitabını okumaya başladım. “Okumanın Tarihi”nin yazarı bu defa kütüphanesiyle, kütüphanelerle kurduğu ilişkiyi anlatıyor. Kitabın fitilini uzun yıllardır yaşadığı Fransa’dan ayrılmak zorunda kaldığında 35 bin kitaplık kütüphanesini de bırakma gerekliliği ateşliyor. Nasıl bir acıdır bu, kütüphanesi olanlar bilir. İnsanın kendi hayatıyla olan bağının kesilmesi, tarihsiz kalması gibi. Kitapları yerlerinden edip, tatsız kolilere koyma, paketleme, nakil. İşte bütün bu sürece bu kitapla, “Kütüphanemi Toplarken” ile ağıt yakıyor Manguel.
Bu ağıtın içinde kütüphanelerin tarihine götürüyor bizi Manguel. Sözlükleri, yazarlarını anlatıyor, Borges’le kurduğu kitap ilişkisini, tıpkı onun gibi Arjantin Ulusal Kütüphanesi müdürlüğüne getirilişini, okur pratiklerini... Birbirinden güzel anekdotlar eşliğinde. Kütüphanesinde günün birinde olur da kötü olduğunu düşündüğü bir kitap örneğine ihtiyaç duyar diye onlarca kötü kitabı bulundurduğunu öğreniyoruz. Çocukluğunda babasının sekreterinin, dekor niyetiyle eve getirilen yüzlerce kitabı, boyutları kütüphanenin ölçülerine uymadığı için enden boydan kesip biçtiğini, Manguel’in bu sünnet edilmiş kitapları okumanın zorluğu sayesinde ileride William Burroughs’un çok parçalı romanlarını kolayca okuyabildiğini... Askeri dikta döneminde Arjantin’de insanların kitaplarını evlerindeki klozetlerde yaktığını, bu nedenle porselenler çatladığından o dönem tesisatçılara eşi benzeri görülmemiş bir talep olduğunu... Kimi hüzünlü kimi eğlenceli ama hepsi bir solukta okunan anekdotlar bunlar. Ünlü Webster Sözlüğü’nün yazarı Noah Webster’ın, hizmetçisinin kollarında yakalandığında “Çok şaşırdım Doktor Webster!” diyen karısına “Hayır madam, Ben şaşırdım. Siz hayretler içinde kaldınız” demesine gülsem mi ağlasam mı bilemedim.
Özetle, kitaplarla, kütüphanelerle ilgili okur için hediye gibi bir kitap “Kütüphanemi Toplarken”. Eğer bir kitapseverseniz ve kütüphanenizle aşk yaşıyorsanız bu kitaba bayılacaksınız. Ben küçük odadaki kütüphaneye, Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu’nun nefis çevirisiyle yine YKY’den yayımlanan bir başka Manguel kitabı “Hayali Yerler Sözlüğü”nün yanına koydum kendisini. Birbirlerini görünce mutlu oldular.