Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

12 Eylül davası çok yönlü olarak tartışılıyor. Tarihi, yaşandığı koşullardan kopararak değerlendirmek, Nasrettin Hoca’nın bodrumda kaybettiği yüzüğünü daha aydınlık diye kapının önünde aramasına benzer.
Gerçeklerin yakalanması ve tarihten ders çıkarılması için 12 Eylül’ün öncesi ve sonrasıyla aydınlatılması gerekir.
12 Eylül’ün halk desteği bulmasının en önemli nedeni 1975-1980 yılları arasında can güvenliği ve kamu düzeninin yok edilmiş olmasıdır. Bu beş yıllık süre içinde 6000 genç yaşamını yitirmiş, bir o kadarı sakat kalmış; sokaklar ülkücüler ve devrimciler arasında hâkimiyet savaşlarına sahne olmuş, suikastler ve toplu öldürmeler 1977-1979 yılları arasında yoğunlaşmış; her gün ülkenin dört bir yanında toplam 20-25 gencin öldürüldüğü bir süreç yaşanmıştır.
Türkiye’nin sürüklendiği anarşi ve terör ortamında anne-babalar çocuklarının okuldan dönüp dönemeyecekleri kaygısıyla yaşamaya başlamış ve çaresizlik içinde pencere önlerinde sabahlamışlardır.
12 Eylül’ü meydanlarda alkışlamalarının da 1982 Anayasası’na yüzde 92 destek vermelerinin temel nedeni budur.
Her ne kadar yüzde 92 desteğin askeri yönetim altında korkuyla verildiği savlansa da, bu sav bu oranda bir desteği açıklamaya yetmez. Belki birkaç puan korkudan gelmiş olabilir ama halkın büyük çoğunlukla ve can güvenliği sağlandığı için destek verdiği bir gerçektir.

Sivil yönetim
Bir diğer gerçek de halkın bu desteği “ülkeyi askerler yönetsin” diye vermediğidir. 1975-1980 arasında yaşadıklarından kurtulduğuna emin olduktan bir yıl sonra 1983’te askerin işaret ettiği partiye oy vermeyerek, sivil yönetime, demokrasiye geçiş yönünde irade gösterdiğidir.
1983 seçimlerinde, 12 Eylül yönetiminin kurup, destek istediği MDP’ye değil, Evren’in oy vermeyin dediği ANAP’ı merkez sağın, HP’yi merkez solun büyük partisi yaparak tercihini ortaya koymuştur.

Siyasilere ceza
Anımsanması gereken bir diğer olgu da 1987’de 12 Eylül öncesi liderlerin yasağının kaldırılmasına karşı gösterdiği dirençtir.
Dönemin Başbakan’ı Turgut Özal ve güçlü partisi ANAP’ın karşı propagandasının etkisi de önemlidir ancak, halk, liderlerin yasağını yüzde yarım gibi bir oy farkıyla kaldırmıştır. Bu yüksek dirençte 12 Eylül öncesine duygu ve düşüncelerin de payı büyüktür.
Bu nedenle bugünden bakarak, halkı suçlamanın anlamı yoktur.

12 Eylül öncesi
Türkiye’yi 12 Eylül’e getiren süreç hâlâ aydınlatılmış değildir.
12 Eylül’e giden yolun taşlarını oluşturan ve hâlâ karanlıkta kalan olayları anımsayalım:
1 Mayıs 1977 Taksim katliamı, 100’den fazla kişinin öldürüldüğü Maraş ve benzeri Sivas, Çorum olayları hâlâ aydınlanmış değildir. Soldan sağdan aydınlara yapılan suikastler de karanlıktadır.
Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi, Cevat Yurdakul, Mürsel Karataş, İlhan Darendelioğlu, Ümit Doğançay, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Gün Sazak, Abdurrahman Köksaloğlu, Kemal Türkler, 12 Eylül’e giden yoldaki cinayetlerden sadece bazılarıdır.

Kim yaptı?
12 Eylül öncesi için bu sorunun yanıtı da ortaya çıkmış değildir. O dönem gençliğinin de sık sık tartıştığı gibi kontr-gerilla bu olayların neresindedir? Hem ülkücülere hem devrimcilere silah sağlayan kimlerdir? Alevi-Sünni çatışması çıkaracak provokasyonlar kimlerin eseridir? 1 Mayıs 1977’de Taksim meydanına kurşun yağdıranlar kimlerdir?
Sovyetler’in Afganistan’ı işgalinden ve İran devriminden sonra, bölgede “yeşil kuşak” oluşturmaya çalışan ABD ve devreye soktuğu CIA’ın, Türkiye’de ne gibi faaliyetleri olmuştur?

12 Eylül sonrası
Halk 12 Eylül’ü can güvenliği nedeniyle desteklemiştir ama bu destek, işkence yapmaya verilmiş bir destek değildir. Evinden alındıktan sonra bir daha kendisinden haber alınamayan insanların sayısı yüzlerle ifade ediliyor, bir o kadarının işkencelerde öldürüldüğü bir dönem yaşandı. Hayatta kalanlar ne tür işkenceler gördüklerini yazdılar, anlattılar, 12 Eylül davası vesilesiyle yine anlatıyorlar.
12 Eylül’ün öncesi gibi sonrası da aydınlatılmış değildir. Yakınlarını işkencede kaybedenlerin, işkence görenlerin, sakat kalanların, işinden olanların, sürgünde yaşamak zorunda kalanların, haklarını arama girişimlerini sadece şov olarak görmek ve küçümsemek büyük yanlış olur.

Çok tartışıldı
12 Eylül yeni tartışılıyor değil. Daha önce de bu iddialar hep gündeme getirilmiş, tartışılmış ancak bir sonuç alınamamıştır.
Tartışmalar 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren ile dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve ana muhalefet lideri Bülent Ecevit arasında günlerce devam ettirdiğimiz dizi yazılarda da sürmüştür. Karşılıklı ağır ithamların yer aldığı bu tartışmalardan da bir sonuç çıkmamıştır.
Bu aşamadan sonra önemli olan bir yön de Türkiye’nin bu süreçten ders almasıdır. Bu dersin çıkarılması için de 12 Eylül’ün öncesi ve sonrasındaki karanlık olayların, iç ve dış tüm yönleriyle aydınlatılması gerekir.