Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Ergenekon davasında ikinci gün yargıçların ve sanık avukatlarının sorularını yanıtladı. Özkök’ün iki gün süren açıklamaları komutanlık yaptığı dönemde yaşananlar hem de bazıları sanık olan komutanlar bakımından ortaya bir tablo koyuyor.
“Elimi vicdanıma koydum”
Özkök Paşa’yla ifadesi tamamlandıktan sonra telefonda kısa bir görüşme daha yaptım.
İkinci günün sonunda şu değerlendirmeyi yaptı:
“Ben bildiklerimi söyledim. Elimi vicdanıma koyup konuştum. Bütün sorulara cevap verdim bu anlamda vicdanım rahat. Tabii duygularımı dün (önceki gün) size söylemiştim. Takdir edersiniz ki zor konulardı. Üzüntü ayrı tabii. Üzüntümü ifade etmiştim.“
Özkök Paşa, iki gün boyunca verdiği bilgilerden sonra mahkeme sürecinde neler olabileceği yolundaki soruma da şu karşılığı verdi:
Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök, Ergenekon davasında ilk kez tanık olarak dinlendi.
Özkök’ün vereceği ifade kadar uzun yıllar birlikte çalıştığı tutuklu komutanlarla mahkeme salonunda karşılaştığında neler hissedeceği de merak ediliyordu.
Özkök Paşa’yla mahkemeden çıktıktan sonra telefonla konuştum ve duygularını sordum.
Özkök, sorularımı yanıtlarken duygularını şöyle ifade etti:
“Acı çektim”
Birlikte çalıştığınız komutanlarla mahkeme salonunda göz göze geldiğinizde neler hissettiniz?
Türk Silahlı Kuvvetleri, 10 gündür Hakkâri’nin Şemdinli ilçesine 3 kilometre uzaklıktaki Goman dağlarında büyük çaplı bir operasyon yürütüyor.
Kamuoyunun dikkati Suriye’ye çevrildiği için TSK’nın bu mücadelesi arka planda kaldı.
Ankara, Kuzey Suriye’nin PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin kontrolüne geçmesine odaklanmışken, PKK Şemdinli’ye büyük bir saldırı planı içindeydi.
PKK, 1990’ların başlarında yapmaya çalıştığı gibi Şemdinli’ye girmek, kamu binalarını işgal etmek, PKK bayrağını dikmek, halkı güvenlik güçlerine karşı kışkırtmak ve bu ilçede egemenliğini ilan etmeyi planlıyordu. Böylece dünyaya, “Şemdinli’yi örgüt ele geçirdi”, “Şemdinli düştü”, “Şemdinli’de yönetim PKK’da” haberleri ve bu haberleri besleyen görüntüler vermeyi amaçlıyordu.
“Kurtarılmış” bölgeler
Zamanlama, Suriye’deki gelişmelere ayarlıydı. Kuzey Suriye’de bazı yerleşim yerlerinin kontrolü PYD’ye geçerken, Şemdinli de PKK’nın eline geçmiş olacaktı.
Suriye’de mezhep çatışması olduğunu belirten Baykal, “Türkiye bu savaşın bir unsuru haline gelirse yangının Türkiye’ye sıçramaması mümkün değildir. Türkiye acilen bu gelişmeleri TBMM’de müzakere etmeli” dedi
Deniz Baykal’ın torunları Mehmet ve Alican bilgisayar mühendisliği okuyor. Fotoğraflar:Serdar Özsoy
CHP’nin bir önceki Genel Başkanı Deniz Baykal’la yeni evinin çalışma odasında ve bahçesinde yaptığımız söyleşide son gelişmeleri konuştuk. Baykal, sorularımızı yanıtlarken Suriye’de yaşananlar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yeniden yapılandırılması ve yargıdaki durumla ilgili görüşlerini şöyle özetledi:
Düğmeye basıldı
“Suriye’de yaşanan olaylar bir bütünün parçasıdır. Irak’ta yaşanılanlar, Mısır’da, Libya’da, Tunus’ta yaşananlar bir bütün anlam taşır. Ancak Suriye’nin kendine özgü özellikleri var. Suriye’de yaşananların Rusya ve İran boyutu da var.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “Sınırları Propaganda filmine benzetiyorum. Kamışlı ile Musul birbirinden ayrı düşer. Yanlış örülmüş duvarlar o sınırları belirlemiş. Arap Baharı’yla birlikte bölgede yüzyılın tasfiyesi, değişimi yaşanıyor” diye konuştu
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye olayı bağlamında sınırlarımızı başrollerini Kemal Sunal ve Metni Akpınar’ın oynadığı “Propaganda” filmine benzetti. Sinan Çetin’in yapımcısı olduğu filmde Güneydoğu sınırındaki bir köyün tam ortasından geçen sınırın aileleri nasıl böldüğünü mizahi bir anlatımla hicvediyordu. Davutoğlu, Ortadoğu’da sınırların gerçekten de “Propaganda” filminde görüldüğü gibi yapay bir şekilde belirlendiğini, siyasi olarak bu sınırlara saygı göstermekle birlikte, ekonomik ve kültürel açıdan fiilen kaldırılmaları gerektiğini Avrupa Birliği sınırları gibi önemsiz kılınmaları gerektiğini söyledi. Davutoğlu, gazetelerin Ankara temsilcilerine verdiği iftar yemeğinde soruları yanıtlarken gündeme ilişkin görüşlerini şöyle açıkladı:
Propaganda filmi gibi
“Sınırları Propaganda filmine benzetiyorum. (Sinan Çetin’in yapımcısı olduğu Kemal Sunal ve Metin Akpınar’ı başrolleri paylaştığı film) Kamışlı ile Musul
ABD’nin Irak’ı işgale hazırlandığı günlerde Türkiye çok yüksek perdeden konuşuyordu.
Savaş havasına girmiş Ankara “kırmızı çizgileri”ni şöyle sıralıyordu:
1- Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması,
2- Irak’ta Türkmenlerin can ve mal güvenliği,
3 - PKK’nın eylemlerini artırmaları.
Bunlardan biri olursa “Kuzey Irak’a girerim” mesajı veriyordu.
“Kırmızı çizgileri”yle ortaya çıkan Türkiye, Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde Kuzey Irak’a ABD’den önce girmeyi de tartıştı.
Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu’nun adı İstanbul Büyükçekmece Cumhuriyet Savcılığı’nca yürütülen bir soruşturma dosyasına girdi.
Arkadaşımız Tolga Şardan’ın örnek bir gazetecilik başarısı göstererek Milliyet’in manşetinden duyurduğu haberde, Karakullukçu’nun adı, hayali ihracat yaptığı iddiasıyla tutuklanan bir işadamının Danıştay’daki dosyasını takip eden Yalçın Bayrak’la dikkati çeken bir şekilde görüşmüş olmasıydı.
Tolga Şardan’ın, “Danıştay’a bir ricacı” başlığıyla duyurduğu haberinde, asıl işinin “dosya takibi” olduğu anlaşılan Yalçın Bayrak’la makamında görüştüğü gibi otomobilde de görüştüğünün, savcılığın mahkeme kararıyla yaptığı takiple saptandığı yer alıyor.
“Ne var bunda” denilebilir mi?
Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu, dosya takipçisiyle niye görüştüğüne açıklık getirmek yerine, “Ne var bunda?” diye tepki gösterdi.
“Ben idareciyim, hâkim değilim, karar vermiyorum. Danıştay’a her gün çok sayıda dilekçe ve ziyaretçi gelir. Ziyaretçiler hakkında soruşturma olup olmadığını, kimlerle ilişkide bulunduğu bilmem mümkün değil” diyerek kendini savundu.
Türkiye, PKK’yla mücadele konusunda Mesut Barzani’ye yatırım yaptı. Ankara’nın Barzani’yi “tercih” etmesi önemli ölçüde ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra ortaya çıkan yeni koşullardan kaynaklandı. ABD’nin desteği ve koruması altında askeri ve siyasi açıdan güçlenen Barzani, Ankara’yı PKK’ya karşı Erbil’le işbirliği arayışlarına yöneltti. Bu sonuç aynı zamanda 1 Mart tezkeresiyle ABD’yle iplerin kopması noktasına gelen Ankara’nın yeniden Washington’la ilişkileri düzeltmesinin bir yolu olarak görüldü.
Gerekçe
2000’li yıllara kadar sınır ötesi operasyonlarla hem PKK’yı hem Barzani’yi baskılayan Ankara, 2003 Mart’ından sonra ABD’yi yeni komşusu olarak buldu. 1 Mart tezkeresini reddeden Ankara’ya karşı, Barzani’yi arkalayan ABD, PKK’ya karşı bir girişimde bulunmadı. Türkiye’nin taleplerini istediği zaman çalıştırdığı “istihbarat paylaşımı” düzeyinde tutmakla yetindi.
Bu koşullarda Türkiye, Barzani’yle yakınlaşma politikasına yöneldi. Bu yöneliş bölgenin ekonomik olarak kalkınması, Türkiye için yatırım ve ticaret alanı olarak görülmesi, Barzani ile iyi ilişkiler geliştirilmesi ve hatta zaman zaman buraların “hamiliği bize kalacak” teziyle gerekçelendirildi.
“Kuzey Suriye”