ABD’nin Irak’ı işgale hazırlandığı günlerde Türkiye çok yüksek perdeden konuşuyordu.
Savaş havasına girmiş Ankara “kırmızı çizgileri”ni şöyle sıralıyordu:
1- Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulması,
2- Irak’ta Türkmenlerin can ve mal güvenliği,
3 - PKK’nın eylemlerini artırmaları.
Bunlardan biri olursa “Kuzey Irak’a girerim” mesajı veriyordu.
“Kırmızı çizgileri”yle ortaya çıkan Türkiye, Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde Kuzey Irak’a ABD’den önce girmeyi de tartıştı.
Ecevit sonrasında bu kez “ABD ile birlikte girme” fikri ağırlık kazandı.
1 Mart tezkeresi ve ekinde yer alan Türkiye-ABD mutabakatı böyle hazırlandı.
1 Mart tezkeresi TBMM tarafından reddedildi.
ABD, Türkiye’ye sırt çevirdi ve Irak’ın işgalinde ABD’yle işbirliği yapan Irak Kürtleriyle birlikte hareket etti.
Kırmızı çizgiler silindi
Tarihin en kötü dönemine giren ABD-Türkiye ilişkileri bir daha eskisi gibi olmadı.
Bu süreçte Ankara, “kırmızı çizgileri”nden tek tek vazgeçti.
Kuzey Irak’ta ABD’nin desteğiyle bir Kürt devleti kuruldu. Bir tek bağımsızlığı ilan edilmedi.
Irak Türkmenleri saldırıya uğradı.
Kerkük ve Musul’da azınlık durumuna düşürüldü. Öldürüldü.
Evlerinden barklarından ve işlerinden edildi.
Kerkük’te nüfus kayıtları tahrip edildi.
Ankara, Irak’ın ABD tarafından işgaline kadar yürüttüğü sınır ötesi harekatları yapamaz hale geldi.
Türk askerinin kafasına çuval geçirildikten sonra da “Türkmen”lerin adı bile telaffuz edilmez oldu.
PKK Kuzey Irak’a iyice yerleşti, eylemlerini artırdı ve Türkiye’yi masaya oturtacak kadar güçlendi.
Ankara, Barzani’yi desteklemeye başladı.
Bu destek Barzani’yi Kürt sorununda Türkiye’nin vekili tayin edecek noktaya kadar vardı.
Sütten ağzı yanınca
Kuzey Irak’ta ağzı sütten yanan Türkiye, şimdi Kuzey Suriye’de ayranı üfleyerek içmek zorunda.
Ankara, Suriye olaylarında “kırmızı çizgi” imasında bulunsa bile bu ifadeyi kullanmıyor.
“Seyirci kalmayız” ifadesini kullanıyor.
PKK-PYD dayanışmasıyla Kuzey Suriye’de bir kamplaşma olursa buna müsamaha ile bakmayız, diyor.
2. Ordu, takviye ediliyor, teyakkuz haline geçiriliyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan, televizyonda bu bölgede devletimsi bir yapıya müsaade edilmeyeceğini açıklıyor.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu Barzani’ye göndereceğini ilan ediyor.
Bir gün sonra aynı televizyona çıkan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, söylemi daha da yumuşatıyor.
Başbakan Erdoğan, “Kuzey Suriye” derken, Davutoğlu, “Sanki Kuzey Irak gibi bir Kuzey Suriye varmış gibi algı yaratılıyor, öyle bir durum yok” diyor. “Tıpkı Kuzey Irak’taki Kürtlerle olduğu gibi Kuzey Suriye’deki Kürt kardeşlerimizle görüşürüz, iyi ilişkiler kurarız” mesajı veriyor.
Suriye tarafında bölgeye tümüyle Kürtlerin (PKK-PYD) hakim olduğu gibi bir algı yaratıldığını, bunun doğru olmadığını, Türkiye’ye karşı psikolojik harekattan ibaret olduğunu söylüyor.
Bir taraftan Türkiye’nin askeri hazırlık dahil her türlü hazırlığı yaptığını açıklıyor bir yandan da “kimse bizi tahrik etmesin, tahriklere kapılmayız” diyor.
Elbette Türkiye’nin makul davranması, tahriklere kapılmaması, sonu belli olmayan bir maceraya atılmaması, vekâleten bir savaşa girmemesi gerekir.
Ancak Ankara, Suriye’de ayranı üflerken söylem tutarlılığına ve daha da önemlisi kamuoyunun doğru biçimde bilgilendirilmesine de dikkat etmelidir.
Barzani, Suriyeli Kürt gençlere askeri eğitim verip göndermiş midir, PKK-PYD ve diğer Kürt grupları uzlaştırıp Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ni niye oluşturmuştur, PKK-PYD Suriye sınırında hangi yerleşim yerlerini, yönetimi devralmıştır, Kamışlı’da, Halep’te gerçek durum nedir?
Ankara bu sorularla ilgili olarak kamuoyunu aydınlatmalı ve muhalefet partilerini de bilgilendirmeli, uygulanabilir politikaları dillendirmelidir.