Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin “Suriye konulu” toplantısında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ankara’nın taleplerini dile getiren ve sitem içeren bir konuşma yaptı.
Toplantıya sadece 5 ülkenin dışişleri bakanları katıldı. Diğer ülkeler daha alt seviyede temsil edildi. Konseyin daimi üyelerinden ABD, Rusya ve Çin dışişleri bakanları yoktu.
Davutoğlu’nun talebi
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, önce BM’yi Suriye’deki olaylara seyirci kalmakla eleştirdi. “Harekete geçmezsek suça ortak olacağız” dedi.
Sonra Türkiye’nin mülteci akınının altından tek başına kalkamayacağını vurguladı.
Davutoğlu, Güvenlik Konseyi’ne şöyle seslendi:
30 Ağustos “Başkumandanlık Meydan Muhaberesi”, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kesin zafere ulaştıran dönüm noktasıdır.
Bu zafer sayesinde tam bağımsızlığa ulaşılmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş temelleri atılabilmiştir.
Bugün komşularımıza örnek gösterdiğimiz “bağımsız, demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti”ni, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı ulusuyla birlikte veren ve onu zafere ulaştıran Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına borçluyuz.
Resepsiyon tartışması
Bu bilinç ve coşkuyla kutlanması gereken 30 Ağustos’ta iki yıldır resepsiyon tartışması yapılıyor.
Geçen yıl verilen şehitler nedeniyle Genelkurmay her yıl verdiği resepsiyonu iptal etti. Kutlamalar da yapılmadı.
Meclis Başkanı Çiçek, ‘Ulusal mutabakat’ ile ilgili eleştirileri “Çağrıda dile getirdiğim hükümete dönük bir eksiklik veya eleştiri mahiyetinde değil; siyasi partilerin ortak taleplerini ifade etmektir” diye yanıtladı
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in yaptığı “ulusal mutabakat” çağrısını muhalefet, cumhurbaşkanı adaylığına hazırlık olarak değerlendirdi.
TBMM Başkanı Çiçek, cumhurbaşkanlığı adaylığı için bir çıkış yapmış olabilir mi?
Dün Çiçek’in havasını yokladım. 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde benzeri sorulara verdiği bir yanıtla karşılaştım:
“Ben özel hayatımda çok dolmuşa bindim ama siyasi hayatımda dolmuşa binmem.”
Meclis Başkanı, bu konuda “dolduruşa gelmem” mesajı veriyor.
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in terörle mücadele konusunda yaptığı 11 maddelik “ulusal mutabakat” çağrısı yeni bir zemin oluşturabilir mi?
Bu çağrıya başta siyasi partiler olmak üzere, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve medyanın vereceği yanıt ve tepkilere bağlı.
Çiçek’in çağrısına ilk tepkiler siyasi partilerden geldi.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, Meclis Başkanı’nın çağrısı konusunda, “Ben bir muhatap bulamadım. Sayın Başkan belki maksadını açıklayabilir. Bildirinin muhatabı hükümet değildir” değerlendirmesini yaptı.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise CHP’nin bu çağrıyı çok önce yaptığını, Meclis Başkanı’nın aynı noktaya gelmesinden memnun olduklarını ifade etti.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Haluk Koç, mutabakat metninin hükümet atölyelerinde hazırlandığının belli olduğunu, bu çağrıyı hükümetin Meclis Başkanı’na yaptırdığını öne sürdü ve gecikmiş bir çağrı olarak niteledi.
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural ise Çiçek’in partilerle istişare yapmadan kendi inisiyatifiyle bir deklarasyon yayınladığını, partisinin bunu etkili organlarında değerlendireceğini söyledi.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek yaşanan son terör olaylarından sonra “ulusal mutabakat” çağrısı yaptı. Gazetelerin Ankara temsilcilerini dün kahvaltıya davet eden Çiçek, “Teröre Karşı Ulusal Mutabakat” başlığı taşıyan bir metin dağıttı ve siyasi partilere, Anayasal kurumlara, sivil toplum kuruluşlarına ve vatandaşlara çağrıda bulundu.
“Ulusal Mutabakat” metnini “vatandaş Cemil Çiçek” olarak hazırladığını ve duyurduğunu, ancak basının bu çağrıyı “TBMM Başkanı’nın çağrısı” olarak duyurması halinde de bir itirazı olmayacağı kaydını düştü.
Gaziantep ruhu
TBMM Başkanı Çiçek, Gaziantep’teki cenaze töreninde devletin zirvesinin ve siyasi parti liderlerinin bir araya gelmesinin yarattığı hava ve beklentiyle hareket ettiğini söyleyebiliriz.
Bu fotoğraftan sonra kamuoyunda “sadece cenazelerde, cami avlusunda değil, Ankara’da da bir araya gelin ve bu sorunu çözün” talebi ve beklentisine ilk yanıt veren Meclis Başkanı oldu.
Çiçek, tıpkı yeni Anayasa hazırlanması gibi çok ağır ve ve önemli bir çalışmaya öncülük ettiği gibi, şimdi de terörle mücadele ve çözüm konusunda da elini taşın altına koymuş görünüyor.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, son günlerde Suriye ve İran’la yaşanan gerginlik ve PKK/PYD’nin atakları nedeniyle en çok eleştirilen isimlerden biri oldu.
Davutoğlu, tüm eleştirilere gazetelerde ve televizyonlarda yanıt verdi. İzlenen politikanın doğru olduğunu, değişmeyeceğini ve Arap Baharı’nın başlangıcından Suriye’de olanlara kadar süreci doğru öngördüklerini de vurguladı.
Davutoğlu, soruları yanıtlarken, Türkiye’nin Suriye’deki gelişmelerle ilgili duyarlılığının, bu ülkede bazı grupların çıkıp fiilen “bu bölge benim” diyerek, egemenlik alanları ilan etmeleri olduğunu söyledi.
PKK/PYD bölgesi
Davutoğlu, “Kuzey Suriye” kavramının kullanılmasını doğru bulmuyor. Suriye’de, “Kuzey Irak” gibi bir bölge oluşmayacağı düşüncesinde. Suriye’nin kuzeyinde blok olarak Kürtlerin yaşamadığını, sınır boyunca Türkmenlerin, Arapların çoğunlukta olduğu bölgeler bulunduğunu vurguluyor ve haritalar gösteriyor.
“Kuzey Suriye” kavramını kabul etmese de, Türkiye’nin duyarlılığını, bu bölgede PKK/PYD’nin ortaya çıkıp fiilen bir hakimiyet kurmaları olarak tarif ediyor ve Ankara’nın buna seyirci kalmayacağını da vurguluyor.
Yıllardır teröre can veren Türkiye’de, bu sorunun çözüme kavuşturulması, akan kanın durdurulması, insan yaşamına, barış ve huzur içinde bir arada yaşamaya değer veren herkesin arzusu kuşkusuz.
Bu arzu nedeniyledir ki, son dönemlerde “çözüm ve barış” en sık telaffuz edilen kavramlar. Çözümü üretecek olanın da siyaset kurumu olduğuna kuşku yok.
Sorunun “çözüm” yolunda sadece niyet ifadesiyle bulunamayacağı da bir gerçek. Bu kavramın içinin doldurulması ve uygulanabilir bir yol haritasına kavuşturulması gerekli.
30 yıla yaklaşan süredir devam eden PKK terörü ve yarattığı siyasal sorunun çözümü nasıl olacak? “Çözüm” denilince kim ne kastediyor, kim ne anlıyor?
PKK’nın anladığı
PKK’nın çözümden ne anladığına bakalım...
PKK’nın tırmandırdığı terör eylemlerini sadece iç koşullarla izah etmeye çalışmak yetersiz kalır. Tırmanan PKK’nın atağa geçmesini ve siyasal yansımalarını bölgesel gelişmelerle birlikte ele almak, resmin bütününe bakmak gerekiyor.
Karşı cephe
Komşu ülkelerde yaşananlarla ilgili olarak Türkiye’nin aldığı pozisyon, Ankara’ya karşı bölgesel güçlerden oluşan bir cephe doğmasına yol açtı. Tahran-Bağdat-Şam’dan oluşan bu cephe Türkiye’ye karşı kullanacağı araçlara sahip. Ankara’yı özellikle Suriye’de etkisiz kılabilmek, içişleriyle meşgul etmek, iç çatışmalara sürükleyerek komşularına benzer görüntüler veren bir ülkeye dönüştürmeye çalışacaktır.
Bu cephe daha önce birbirlerinden bağımsız olarak da yaptığı gibi PKK’yla işbirliğine yöneleceği gibi yine kontrol ettikleri diğer silahlı örgütleri de Türkiye’ye karşı devreye sokabilir.
Bu örgütler doğrudan terör eylemleri yapabileceği gibi PKK’yla işbirliği halinde de faaliyetlerde bulunabilirler.