Fikret Bila

Fikret Bila

fbila@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 102. maddesindeki değişiklik hükmünün yürürlüğe girmesiyle başlayan tartışma sürüyor. Bu hüküm ile azami tutukluluk süresini dolduran sanıklar tahliye edildiler.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, özel yetkili mahkemelerdeki davalarla ilgili azami tutukluluk süresini 10 yıl olarak belirledi. Bu karar iki yönden eleştirildi. Birincisi Ergenekon davası gözetilerek sürenin çok uzun olduğu eleştirisiydi. 10 yıllık hesabın yanlış yapıldığı öne sürüldü. İkincisi 10 yıllık tutukluluk süresini dolduran Hizbullah sanıklarının tahliye edilmesiydi. Bu tahliye, domuz bağı cinayetleri nedeniyle kamu vicdanını rahatsız etti.
Tartışmalar bu eksenden, yargının iş yükü açısından sürdürüldü. Özellikle Yargıtay, davaları zamanında karara bağlamamakla eleştirildi. Konu, hükümetle Yargıtay arasında bir tartışmaya dönüştü.

10 yılın sorumlusu
Önce özel yetkili mahkemelerde görülen davalarda azami tutukluluk süresinin 10 yıl olarak belirlenmesine değinelim.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin bu yöndeki kararı, CMK’nın 102. ve 252. maddelerine dayanıyor. 102. maddenin 2. fıkrasında, “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez” hükmü yer alıyor. 252. maddesinde de 250. maddenin (c) fıkrasında öngörülen suçlar bakımından bu sürelerin iki kat olarak uygulanacağı hükmüne yer veriliyor.
102. maddenin 2. fıkrasındaki, “uzatma süresi toplam üç yılı geçemez” hükmü sorunun kaynağını oluşturuyor. Asıl süre olan 2 yıla 3 yıl eklediğinizde tutukluluğun azami süresi 5 yıla çıkıyor, 252. maddenin düzenlediği konularda da iki kat uygulanacağından, 10 yıla ulaşıyor. Bu hesapta bir hata yok. Dolayısıyla Yargıtay 9. Dairesi’nin verdiği 10 yıllık süre kararı, maddelerdeki hükümlerin lafzına uygundur.
9. Daire’nin bu kararı, “yanlış yorumdur”, söz konusu fıkrada asıl süre “2 yıl uzatmayla birlikte 3 yılı geçemez” yorumu yapılmalıydı yaklaşımı, zorlama bir yaklaşımdır. Yasa koyucu açıkça “uzatma süresi toplam üç yılı geçemez” hükmünü koymuştur.
Dolayısıyla burada eleştirilmesi gereken Yargıtay 9. Dairesi değil TBMM’dir. Nedeni ise bu sürelerin AİHM kararlarına aykırı olmasıdır.
Yargıç Işıl Karakaş’ın da açıkladığı gibi AİHM, tutukluluğun bir yılı geçmemesini, zorunlu hallerde yapılacak uzatmalarla birlikte toplam sürenin 3 yılı aşmaması gerektiği görüşündedir. Oysa Türkiye’de 5 yıl ve 10 yıllık süreler kabul edilmiştir.
Anayasa’nın 90. maddesi gereğince uluslararası antlaşmaların üstünlüğünü kabul eden Türkiye’nin yasa yaparken, bu kararları dikkate alması gerekirdi.

Pazarcı: “Yargıçlar esas almalı”
CHP milletvekili ve uluslararası hukuk uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı, Türkiye’de yargıçların AİHM kararlarını gözeterek hüküm kurmaları gerektiğine dikkati çekti. Pazarcı, dünkü görüşmemizde şu değerlendirmeyi yaptı:
“Tutukluluk süresi nedeniyle yaşananlar kabul edilebilir nitelikte değildir. Anayasa’nın 90. maddesi gereğince uluslararası antlaşmaların ve AİHM kararlarının esas alınması gerekiyor. AİHM tutuklulukta azami süreyi bir yıl, zorunlu hallerde toplam üç yılı aşmaması gerektiğine hükmetmiş durumda. Bu, Türkiye’yi bağlar. Yargıçlarımızın karar verirken bunu dikkate almaları gerekir. Ancak yargıçlarımız sanki egemenlik hakkımıza halel gelecekmiş gibi düşünüp, uluslararası antlaşma ve mahkeme kararlarını dikkate almadan karar veriyorlar. Böyle olunca da kararlar, AİHM’de Türkiye’nin mahkûmiyetiyle sonuçlanıyor.
Ayrıca 102/2 maddedeki hüküm de sorunlu. Uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği ifadesi sorun yaratıyor. Kuşkusuz yasama organının da uluslararası hukuku dikkate alarak yasa yapması gerekli.
Bir diğer sorun ise Türkiye’de yargıçlık, savcılık mesleği için yapılan sınavlarda uluslararası hukuk ve mahkemelerle ilgili soru bile sorulmamasıdır. Oysa yargıçlarımızın, savcılarımızın bu konuda da eğitilmeleri gerekir.”