Muhteşem dalgalanma

13 Kasım 2012

Haftada üç defa maç seyredince insan haftada üç defa baklava yemiş gibi oluyor. Ve tabii baklavanın tadı kalmıyor. Onun için futbol yazısı okumakta yavaş yavaş sıkıcı hale geliyor.
Avrupa Ligi, Şampiyonlar Ligi ve milli maçlar. Görülüyor ki artık renk aşkı, kulüp aşkı ve bilmem ne aşkı, heyecanı birbirine karışıyor. Bugün kimin maçı var diye sormuyor muyuz? Eskiden Fenerbahçe, Galatasaray maçlarını unutur muyduk? İşte o zaman benim yaptığım gibi siz de işi light psikoloji yönünden ele almalısınız.
Ülkelerin futbol bilginlerini inceleyince görülüyor ki tarihte olduğu gibi milletlerin futbolunda da yükseliş, duraklama ve gerileme devirleri var. Bakıyorsunuz bir millet, bir zaman içinde bütün kupaları ülkesine götürmüş. Birkaç yıl sonra tam tersi.
Bakın şimdi sıra Almanlarda. Hee bize gelince; biz şimdi bana kalırsa gerileme devrindeyiz. Ne zaman yükselme devrine geçeriz onu Allah bilir.
Sosyal, ekonomik, politik oluşumlar bu iniş çıkışlarda rol oynar sözü bence yanlış. Onun için üzülmeyin. Bir gün gelecek biz de yükselme devrine geçeceğiz. Muhteşem Süleyman’ı beklemenin anlamı yok.

Yazının Devamı

Maç yazarı

6 Kasım 2012

Eskiden spor yazarı denince akla maç yazan kişi gelirdi. Bu sanıldığı kadar kolay bir iş değildi. Çünkü maçı izleyip yazarken, okuyana maçın heyecanını yaşatmak ön planda olurdu.
O zaman televizyon yoktu ki taraftar maçı izlesin. Maçtan bir gün sonra taraftar spor sayfasındaki maçı anlatan yazıyı adeta ezberler gibi okurdu. Maç yazmak her babayiğitin işi değildi. Kar ve yağmur yağdığında top çamura gömülür, onu çıkarma mücadelesini yazmak bir maharet isterdi. Penaltıları, ofsaytları, faulleri taraftarların hayal gücüne indirmek büyük işti. Çünkü faul faul müydü, penaltı penaltı mıydı, ofsayt ofsayt mıydı, yazarken tarafsızlık ilkesi vicdani bir sorumluluktu. Yani maç yazarı adeta bir ressam gibi zanaatkâr bir kişiliğe sahipti.
Maç yazısı bugünkü gibi bir kaç satırla geçiştirilemezdi. Bu sanatı televizyon öldürdü. Ve sonra televizyon spor oturumları geldi. Taraftar artık bu spor oturumlarını adeta Muhteşem Yüzyıl dizisi gibi izler oldu. Diyebiliriz ki büyükler de masallara düşkündürler. Onları da spor dünyasında küçükler gibi uyutmak mümkündür.
Taraftarlar televizyondaki kendi görüşlerine mi inanırlar, yoksa oturum şöhretlerinin kavgalı gürültülü anlatım kabiliyetlerine mi

Yazının Devamı

Nostalji

22 Ekim 2012

Spor yazarlığına başladığım yıllarda bir İslam Çupi ağabeyimiz vardı. Spor yazarlığını, spor edebiyatı haline getirmişti. Yazıları ile dışlanan futbolu, daha o zaman entellektüel salonlara taşımıştı. Acaba yaşamış olsaydı bugünkü Türk futbolunu nasıl bir edebi kriter ile eleştirirdi.
Zamanındaki muhafazakar spor nasıl olmuştu da bugün dibe vurmuştu? Acaba Cihat Arman, Hakkı Yeten gibi zamanın yaşamış futbol asillerini bugünkülerle karşılaştırıp nasıl bir hiciv yazısı yazardı? Yoksa artık yapılacak bir şey yok, bu kadar ekmek bu kadar köfte mi derdi? Acaba her toplum o günkü yapısına göre futbolunu yaşar mı derdi? Yoksa Freud olup Türk futbolunu psikoanaliz divanına mı uzatırdı?
Ah şu nostalji. Kim derdi ki eski günleri arayacağız diye. Acaba bir gün gelecek futbolumuz yeniden yeşerip yeni İslam Çupiler, futbolumuzu övecekler mi? Modern psikolojide coaching diye bir tabir var. Acaba teknik direktörlerimiz ve futbolcularımızın bu psikolojik eğitimden haberleri var mı? Burada birincisi başarının yükseltilmesi, ikincisi kişinin mesleğini daha iyi yönetebilmesi öğretilmektedir. Sanırım maalesef bu eğitim moda dünyası ve gece kulüplerinde verilmemektedir.

Yazının Devamı

Püf noktası

14 Ekim 2012

Daha çok değil, bundan birkaç hafta evvel korku dağları başlıklı bir yazı yazmıştım. Oyuncularımız ne kadar iyi olurlarsa olsunlar topu kale içine değil, dışarı atma hünerlerinden bahsetmiştik. Ve bunu psikolojik korkuya bağlamak istemiştik. Eloğlu topu kalecinin bacak arasından kaleye sokarken, bizim şutlarımız ne hikmetse kale direklerini teyet geçip dışarıya çıkıyorlardı. Son yıllarda bu yüzden kulüplerimiz golcü yabancı oyuncu ithali için çırpınıyorlar. Bu kale önü korkusunu biraz da acemiliğini yenecek bir psikolojik eğitime ihtiyacımız olduğunu artık kabul etmeliyiz.
Eloğlu bir karşılaşmada 5-6 gol atarken, bizim 90 dakika rakip kale önünde ezici oynayıp topu kaleye sokamamamızın araştırılması gerekmez mi? Yerli teknik direktör de olsa yabancı teknik direktör de olsa durum değişmiyor. Bu iktidarsızlığımızın püf noktasını bulmamız gerek. Çünkü eğer psikolojik problem varsa viagra ilacı da olsa iktidarsızlıktan kurtulamıyorsunuz.

Yazının Devamı

Alfabe

28 Eylül 2012

Yazı yazmak hele hele sezon başında biraz zor bir iştir. Bir şeyler bulmak gerekir. Hal böyle olunca olayların derinine inme beceriniz yoksa en kolay yol kişilerle uğraşmaktır. Mesela ne demek 3A. Matematiksel bir problem mi? İnsanları böyle alfabetik kategoriye sokmak. Ancak batıda olur.
İnsanın aklına buzdolaplarının üstündeki enerji tüketimini gösteren harfler ve rakamlar geliyor. Anlaşılan böyle giderse, kulüp başkanları ve teknik direktörleri yakında a1, b1 gibi kelimelerle adlandıracağız. Mesela acaba Manchester United’ın teknik direktöründen bahsederken sir yerine, a1 gibi bir lakaba mı başvuracağız?
Doğrusu 4+4+4 öğretiminde böyle bir komik sınıflanmanın yapılacağını sanmıyorum. Bakın şimdi işin ciddi tarafına gelelim. A sınıfı Aziz Yıldırım’ı seversiniz ya da sevmezsiniz başka. Ama söylemlerinde valla iltifat etmiyorum, hakikaten tartışılması gereken ciddi cümleler var. Geleceğe ışık tutmak istiyorsanız, söylediğinizi bileceksiniz ve sonuçlarına katlanacaksınız. Yoksa hâlâ alfabenin z sınıfında kalırsınız.

Yazının Devamı

Korku dağları

10 Eylül 2012

Bundan sonra yabancıya gavur denmeyecek diye sokaklarda çığırtkanlık zamanı geçeli yıllar oldu. Ama şimdi ‘şu gavurlara bak’ diyerek onları övme zamanı geldi galiba. Sizin anlayacağınız şu gavurlar psikolojiyi iyi biliyorlar.
Günlük aktif hayatlarında psikoloji tekniğini her yerde iyi kullanıyorlar. Heyecanı, korkuyu yenmek ve kişiye güven aşılamakta ustalar ve birebirler. Bunu şimdi futbola indirgeyelim.
Onlarda binbir zahmetle kale önüne gelip topu dışarı atma hüneri gösteren forvetler var mı? Adam şıp diyerek topu kalecinin bacak arasından bile geçirerek ağlara gönderebiliyor. Öyle ‘Şanssızdık. Daha iyi oynadık. Şanssızlıktan top direklere çarptı. Dışarı gitti’ gibi bahaneler bulursanız adamlar gülerler.
Yıllarca yazdık, sonra vazgeçtik. İstim sonradan gelsin felsefesiyle psikolojiden anlamayan yöneticilerin yapabilecekleri işte bu kadar. Yalnız sırt sıvazlamakla bu işler artık olmuyor. İnsanoğlu doğduğu ilk andan itibaren korkaktır. Ona korkak olmamayı, güven vermeyi öğreten toplum ve davranış psikolojisidir. Dört dörtlük hakiki bir eğitim gerekir. Ancak o zaman kale direkleri yükselen korku dağları gibi olmaz.

Yazının Devamı

Psikolojik stres

4 Eylül 2012

Diyebiliriz ki bugünlerde ülkemizde her çeşit taraftar belli bir stres içindedir. Nasıl olmasın ki? İsterseniz sorun. Türkiye’de futbolun durumu nedir diye. Her türlü karşılaşmalarda içte olsun dışta olsun artık stresin yerini korku almaktadır. Bütün kulüp renklerinde bir dengesizlik söz konusudur. Birinin müdafa oyuncusu bir diğerinin hücum oyuncusu yoktur. Varsa da güvenilmez. Koskoca Türkiye’de futbolcu mu yok? Yabancıda çare ararken bir de bakıyorsunuz Avrupa şampiyonu Atletico Madrid’de 2 Türk var. Seviniyoruz. Yabancı arama merakımız acaba aşağılık kompleksi mi? Hani nerede o 10 yılda 15 milyon genç, azaldılar mı?
Önümüzde Dünya Futbol Şampiyonası var. Birkaç milyonluk nüfusu olan ülkelerle karşılaşacağız. Hala Ahmet-Mehmet kavgaları ile uğraşıyoruz. Şike davalarından sonra şimdi de bu personel kavgaları niye? Ne olur artık şarklılıktan vazgeçelim, dünyaya açılma zamanıdır. Üzülmekten bıktık.

Yazının Devamı

Bayram ve seyran

20 Ağustos 2012

Başlıklar hiç bayramlık değil. Neler var neler. Viyana’da sahaya fişekler atıldı, oyun alanına giren vatandaşlarımız yüzünden maç durdu... Bir futbolcumuz hakemi gırtlakladı... Sabredin daha iyi olacağız diyorlar... “Halimiz içler acısı” diye yazanlar var, “sporda niye başarılı olamıyoruz” diye yakınanlar var. Neticede bir arkadaşımız da bu böyle gitmez diyor.
Yalnız futbolda değil, yaygın spor hayatımızı tartışırken hep aynı sözleri tekrarlıyoruz. Biz diyoruz ki milletler spor halkı olmadıkça profesyonel sporda başarılı olamaz. Biz amatör sporu bile sevmiyoruz, yapmıyoruz. Ve sporu angarya gibi görüyoruz.
Etrafınıza bakın. Kaçımız sporu bilinçli ve düzenli olarak yapıyoruz. Çocuklarımıza ve gençlerimize spor yapmaları için fazla bir baskımız yok. Her spor alanında ve çok sevdiğimiz halde futbolda bile profesyonel sporcumuz fazla yok.
Ama bir spor alanında altın madalya alalım. Bu geçici başarı ile kompleks içinde övünüp duruyoruz. Bakınız internasyonel alanda ve olimpiyatlarda fazla madalya alan ülkelere. Sokaktaki adamları bile spor yapıyor. Biz ekonomideki, politikadaki gayretlerimizi spora da yöneltmek zorundayız. Kitle sporu yapmak, ulusların bilinçli bir işidir.

Yazının Devamı