Bir varmış bir yokmuş. Futbolu çok ama çok seven bir ülke varmış. Aslanların, kaplanların, kartalların hatta timsahların bile temsil ettiği oyuncuların sahaya çıktığı bu ülkede hayaller tükenmezmiş. Avrupa ve Dünya şampiyonalarına gitmek, Şampiyonlar Ligi’ni kazanmak ve daha daha neler varmış bu hayallerde. Bir maça çıkmadan evvel teknik direktörlerin ağzından bal akarmış. ‘Şöyle yapacağız, böyle yapacağız’ diyerek fanatik taraftarları coşturur, gazetelerin baş sayfalarına otururlar. Ertesi günü Avrupa’nın adı hiç bilinmemiş ikinci sınıf takımlarına yenilince ümitsizliğe düşmez, ‘gelecek sefere onlara hadlerini bildireceğiz’ derlermiş.
Mağlubiyetten sonra ilk sözleri ‘ah bir hakiki oyunumuzu tutturabilseydik’ olurmuş. Hangi tip bir oyunmuş bu bir türlü açıklanmazmış. Bu ‘tutturabilseydik’ sözü sezon sonuna kadar tekrarlanır ve fanatik taraftar uyutulurmuş. Sezon başlarken nedense hep zamanı geçmiş oyuncular transfer edilir. Sezon sonunda gelen gideni aratınca başlar ellerin arasına alınıp şunları bir satabilsek denirmiş. El oğlu Afrika’dan işe yarar ucuz oyuncu toplarken, bunlar nedense Avrupa hayranı olarak batıya yönelirlermiş. Çoğu zaman bu Avrupalılar ciddi maçları
Yıllarca evvel üniversitede çalıştığımızda dünyadaki kongrelere katılmak istediğimizde karşımıza bir tahsisat hazretleri çıkardı. Yani tahsisat yok dendi mi, akan sular durur hudut dışına çıkamazdınız. Esasında bu tahsisat denilen ucube de nedense hemen hemen hiç olmazdı.
Üniversiter anlamda görgü ve müşahade önemli bir faktördür. Hiç unutmuyorum, İstanbul Üniversitesi Spor Akademisi’nden bir grup öğrenciyi Salzburg Üniversitesi Spor Tesisleri’ne götürmüştük. O gün bugün bu çocuklar gördüklerini hala anlatırlar. Ve döndüklerinde işlerine daha bir başka moralle şevkle sarılmışlardı. Gördüklerinden daha iyisini yapabilmek için görmenin ve bilgi edinmenin sınırı yoktur. Ve öğrenci ve öğretim üyesinin bilhassa dış ülkede edindikleri görgü inanılmaz bambaşka bir kazançtır.
Şu anda Londra’da olimpiyatlar başladı. Düşünüyorum da üniversitelerin spor akademilerinden oyunlara katılan aktif sporcu ve idarecilerin dışında ne kadar spor akademi üyesi sadece görgü edinmek için bu oyunları izlemeye gönderilmiştir. Yoksa onların da önüne tahsisat hazretleri mi çıkmaktadır. Eğer 2020 olimpiyatlarına namzet isek üniversite spor akademilerindeki öğretim üyelerinin ve antrenörlerinin sık sık
Mantık nedir diye sorana bu sıcakta bu sualin şimdi sırası mı denmez mi? Son zamanlarda maalesef sporda bazı dedikodular karşısında mantıki olarak doğru mu yanlış mı diye sormak aklımızdan geçmez mi? Mesela dünya çapında yapılan organizasyonlar evvelden satın alınıyor denirse, yazılırsa, yok yahu diyebilir misiniz? Mesela soralım ‘Siz hiç ülkenizde bir dünya şampiyonası veya olimpiyatlar yaptınız mı?’
Yukardaki dedikodular karşısında şimdiye kadar hiç yapmamışsanız çok dürüst bir ülke olmuyor musunuz? Başvurularınız hep değerlendirilmediyse mantıki yönden el altı yoldan müracat etmediğiniz neticesi çıkmıyor mu?
Yıllarca evvel çok büyük ama çok şöhretli bir dünya spor adamını bir organizasyon için İstanbul’a geldiğinde onunla bir röportaj yapmak isteyen bir arkadaşla ziyaret etmiştik. Büyüğümüz 5 yıldızlı otelde kendine ayrılmış özel bir asansör istemişti. Çok haşmetli bir adamdı. Sporcu milleti idareciler adeta ayaklarına kapanıyordu. Sonradan hakkında öyle dedikodular çıkmıştı ki, şaşırırsınız ama neticede hiçbir şey olmamıştı.
Sporda kimin dürüst olduğunu, kimin dürüst olmadığını artık mantık da çözemez hale geldi. Sizin anlayacağınız dünyada artık filozofinin,
Güneş başına mı çarptı demeyin. Çünkü hem tatil sezonunda hem de bu sıcakta niye böyle soğuk mevzuları ortaya atıyorsun diyebilirsiniz. Bir futbol takımından bahsediyoruz. Kıpırdanmalar var, artık gençleşelim diyoruz. Artık ithal sporcu almayalım diyoruz. Okey... Ama elimizi çabuk tutmalıyız. Avrupa kupasında da görüldüğü gibi yabancı kulüplerdeki yıldız oyuncular başarılı olamadılar. Çünkü onlar paralı askerler ve milli duyguları parada boğulmuş.
Lafı uzattık önümüzde Dünya Futbol Şampiyonası var. İyi bir araştırma ve seçme ile tarafsız bir içgüdüyle kendi gençlerimizi onore etme zamanı geldi. Bakın Alman milli takımını Löw nasıl gençleştirdi. Gerçi Avrupa Şampiyonu olamadılar ama önümüzdeki yıllarda isimlerini duyuracaklar. Aksiyon lazım. Laf ile peynir gemisi yürümüyor. Varsın başlangıçlarda birkaç maç kaybedelim. Fakat futboldaki geleceğimizin kendi gençlerimizde olduğunda ısrarlı olmalıyız. Hani çocukluğumuzda söylediğimiz gibi yerli malı herkes onu kullanmalı.
Bir zamanlar.. Bunu binlerce yıl ya da yüzlerce yıl evvel diye de kaydedebilirsiniz. Ne telefon vardı ne internet ne de televizyon. Acaba o zamanlar insanlar bizden daha mı mesuttular? Ne düşürülen uçaklardan, ne Samsun’daki sel baskınından, ne de dünyadaki ekonomik krizden haberleri olurdu. Günlerini gün edip yaşıyorlardı.
Bana kalırsa işin filozofisine kaçmadan biz de onlar kadar mesut insanlarız. Zira canınız mı sıkılıyor; açarsınız gazeteleri al sana şike hikayeleri, eğlenip durursunuz. Canınız mı sıkılıyor, açarsınız televizyonu al sana Avrupa Futbol Şampiyonası. Canınız mı sıkılıyor al sana Wimbledon Tenis Turnuvası.
Dahası var al sana Fransa’daki bisiklet turu. Yok istemem derseniz, Formula otomobil yarışlarına ne dersiniz? Haa unuttum herhalde, Avrupa Atletizm Şampiyonası’nı da izlemişsinizdir. Unutmadan söyleyeyim önümüzde bir de Dünya Futbol Şampiyonası var. İşte görüyorsunuz biz modern insanlar, tarihteki insanlardan daha mutlu ve mesutuz; çünkü spor var.
Son Avrupa Şampiyonası maçlarında hiç sahaya ineni, meşale yakanı, sahaya yabancı bir madde atanı gördünüz mü? Davranış psikolojisi bu tip davranışları kitle psikolojisi açısından toplumsal psişik bir yetersizlik olarak tarif etmektedir. Birçok ülkede ve Almanya’da da nadir ve az da olsa bu tip davranışlara rastlanmaktadır. Ama bizde maalesef sık olarak görülmektedir.
Nitekim Almanya’da Türk takımlarının yapacağı özel karşılaşmaların bu yüzden men edildiği bildirildi. İstanbul ve Marmara Üniversiteleri’nde uzun yıllar davranış psikolojisi dersleri vermiş birisi olarak, bu derslerin değil üniversitelerde ilkokuldan başlayarak sistematik ve bilinçli olarak verilmesini öneririm. Zira ağaç yaşken eğilir.
Maalesef üniversitelerin de bu dersleri ne kadar ciddiye aldığı tartışılabilir. Sanırız bu dersler sayesinde değil sahalarda, sokakta ve aile içindeki şiddete de bir çağre bulunabilir. Eloğlu bizden farklı davranıyorsa bir eğitimden geçtiği içindir. Yoksa insan insandır.
Alman Milli Takımı’nın her gol atışında Başbakan Angela Merkel havalar sıçrayıp, ellerini çırpıyor. Ne var bunda demeyin. Toplumsal ilişkiler zaman içinde bazen tavana vurabilir, bazen de dibe. Almanya ile Yunanistan’ın bugünkü ekonomik ilişkileri o kadar gergin ki Merkel her havaya sıçradığında Yunan seyircinin yüreği daralıyor, inciniyor. Hatta Hitler’i bile hatırlıyorlar.
Gördüğünüz gibi futbol taraftarının da bir kalbi var. Çabuk inciniyorlar. Toplumsal ilişkiler, futbolda orman yangınına benziyor. Bir kıvılcım yangın çıkarabiliyor. Gelelim benzer bir konuya. Acaba ırkçılık bir aşağılık kompleksinden mi kaynaklanıyor?
Bakın Türk asıllı Mesut Özil, Almanya’da başarıdan başarıya koşuyor. Şimdi ona bir kağıt parçası ile Alman olamazsın demenin bir anlamı var mı? Böyle bir davranış Alman İçişleri Bakanı’nın bile kalbini dağlamış, bu davranışta bulunanları ayıplıyor. Zira o da biliyor ki böyle çıkışlar, Alman-Türk ilişkilerini hele Almanya’nın Türk asıllı toplumunu yürekten yaralıyor ve yabancılaştırıyor.
Kısaca toplumları ufak tefek kışkırtmalarla inciltmemek gerekir.
Farkında mısınız Avrupa Futbol Şampiyonası’nın hiç tadı yok. ‘Nerede o eski maçlar’ diyenler çoğunlukta. İsterseniz buna nostalji deyin ama bu böyle. Orta saha oyuncuları sanki birbirleri ile al gülüm ver gülüm gibi topu aralarında paslaşıyorlar. Kaleye giden pek yok. Hele hele yıldız futbolcular ‘banane milli maçtan’ dercesine hiç de yeteneklerini kullanmıyorlar.
Şimdi Allah var, liglerde tüm sezon top koşturmuşsun, Şampiyonlar Ligi’nde mücadele etmişsin, milli maçta koşturuyorsun, koş babam koş. Tıpkı at yarışlarındaki gibi... Bezmiş artık topu görmekten futbolcu. Bu işin bir sonu gelse diye çırpınıyorlar. Onlar için milli maçlarda profesyonelliğin dürtüsü yok.
Esasında ister istemez spor medyasında da bir bıkkınlık var. Atılan başlıklar bir heyecan taşımıyor. Her gün her gün pilav yenmiyor. Spor yöneticileri, kondisyonerler, spordan çıkarı olanlar, spor psikologları, sporu bir bilen ortaya çıkıp futboldaki bu anlamsız yarışmalara, arkası arkasına gelen şampiyonalara dur demelidirler. Yoksa yakında birileri çıkıp haftalık resmi karşılaşmaları çıkardık diyecek. Futbol kalitesi ekonomik getiriye kurban ediliyor. Futbolcunun adele gücünün de bir fizyolojik sınırı olduğunu