Eğildi... Çimenlere tutunmaya çalıştı... Ve dünya ile bağını koparıp kendini bıraktı Gomis!
O bildiğimiz kükreyen enerjisi sıfırlanmıştı.
İlk tepkimiz, sıra dışı olayı anlamlandırmak gayretiydi...
Korneri beklerken dirsek mi yemişti, kafasına bozuk para falan mı gelmişti?..
Saliseler içinde Kasımpaşalı futbolculardan kale arkası tribünlere kadar çevresindekileri “şüpheli” olarak gözaltına aldık, sorguladık, mahkemeye çıkardık, beraat ettirdik.
Zihnimizdeki tüm Gomis dosyalarını tarayan nöronlarımız, önümüze henüz transfer olurken yarım ağız bahsedilen sağlık sorunu ile kulüp doktorunun “bayılmalara rastlayabiliriz” açıklamasını koydu; “tamam” dedik, “o hastalık”.
Endişemiz katlandı...
Keşke sahada olsaydık... Soğan koklatırdık, kolonya sürerdik. Baygın adama ısrarla sorardık “iyi misin” diye.
Bir yandan krizin seyrini merak ediyorduk deli gibi.
Ağzı köpürüyor muydu? Acı çekiyor muydu? Dili dönüp boğulmasın sakın.
Kim bilir ekran başındaki kaç milyon vatandaş yayıncı kuruluş kameramanının kulaklarını çınlattı sahaya dalıp yakın plan çekim yapmadığı için.
Ekranda sadece çoraplarını ve kramponlarını görerek bir faydamız olamazdı ki!
Dakikalar saat kadar zor aktı. Sedye geri gönderilip Gomis ayağa kalkınca bu sefer “oynayacak mı acaba” fazına geçtik.
O oynadı... Biz “krizden ne kadar etkilendi” diye dikkat kesildik. Gencecik adamın yığılması sinirlerimizi bozmuş, panter gibi kasların, aslan yelesi saçların, paranın, şöhretin iskambil kağıdından kuleler olduğunu yüzümüze vurmuş, evladımıza, kardeşimize bir şey olmuş kadar sarsılmıştık.
Artık maç falan kalmamıştı. Hepimiz Gomis’tik.
Her gol kaçırdığında yüreğimiz kararıyordu. Fatura melun hastalığa kesiliyordu. Galatasaray’ı falan düşünen yoktu artık... Gol atsın da hasta hasta oynayan çocuğun “fedakârlığı” ödüllensin istiyorduk.
Maç bitti biz Gomis’te kaldık.
Antrenmansızdık! Hastalığı tanımıyorduk. Nasıl davranacağımızı bilmiyorduk.
Kimimiz omurilik soğanından başlayarak tıbbi açıklamalara daldı. Kimimiz pragmatik açıdan yaklaşıp Gomis’in transferini sorgulamaya kalktı. Bu arada Galatasaray yenilmişti ve adet yerini bulsun diye Terim’i eleştirmek isteyenlere “niye oyundan almadı” türünden çeşni yarattı Gomis olayı.
Oysa Tanrı bilir aynı semptomları kaç yüzüncü defa yaşamıştı Gomis... Ama biz ilk kez şahit oluyorduk ve modern çağın gladyatörleri ile gücü kuvveti yok eden hastalığın arasındaki tezattan şoke olmuştuk.
Ne kadar dehşete kapıldığımıza bakıp, dehşete kapılıyorduk.
Futbol başka bir dünyaydı... Gündelik hayatta lafı olmayacak şeyler orada algı katlamasına maruz kalır, toplumsal ve bireysel meselemiz haline gelirdi.
Mesela ülkemizde 800 bin epilepsi hastası vardı... En azından hiç uyarı olmadan gelen ve insanı olduğu yere seren krizleriyle Gomis’inkinin benzer bir hastalıktır Epilepsi. “Farkındalık” için haftalar falan düzenleniyordu ama nafile... Epilepsi’yi bulaşıcı sananlar bile vardı.
Ama Gomis’in çok daha ender rahatsızlığını çok daha iyi biliyoruz dünden beri...
Neden?.. Tommiks Teksas gibi futbol kitabının arasına giriverdi Gomis sayesinde.
Şimdi anladınız mı bir zamanlar Fetö propagandası yapan Hakan Şükür’le, boğaz kesme işareti yapan Emre Belözoğlu ve bilumum agresif, saldırgan ve kötü örnek futbolcu ile taraftar küfürlerini, kulüp tavırlarını göze alarak mücadelemizin sebebini.
İşte bundan.
Ne olursa olsun... Davranış, yaşam biçimi, fikir, ürün, jargon, moda hatta hastalık; bir futbolcu, futbol adamı veya kulüp marifetiyle gündeme geliyorsa sadece toplumsal karşılık bulmuyor ülkemizde, fert fert hepimizi ta iliklerimize kadar etkiliyor.
İnanın kırk yıllık “profesyonellik” bile kâr etmiyor...
Ancak beş yılda bir aspirine ihtiyaç duyan bendeniz, sabahın beş buçuğunda ense köküme saplanan ağrı ile uyandım ve bir ağrı kesici yuttuktan sonra kaçmış uykumun yerine bu yazıya sarıldım. Muhtemelen Gomis sendromu!