Şayet “çalışmalar” mutlu sona ulaşır, Anadolu çimenleri Falcao adındaki futbol üstadının formasına yapışırsa bile, bu sezon Galatasaray’a gelmiş-gelecek “yeni” futbolcular arasında Fatih Terim’i en çok heyecanlandıran isim değişmez.
Dikkat edin; “mutlu eden” demiyorum. Veya “cuk oturdu hissi veren” değil...
Hoca’yı heyecanlandıran futbolcu...
İçini titreten. Üzerine hayaller kurduran. “Proje” adam tekdir.
Emre Mor...
Neden mi?
Çünkü Fatih Hoca öyle bir noktaya geldi ki, artık gözü “büyük sanatkarlıkta”!
Hani, “ezeli rekabet” diye bir klişe vardır ya “ebedi dostluk” şekeriyle ekşisi dengelenen… Limonata gibi yapılan.
Bölücü örgüt marifetiyle galiba sonsuza kadar ortadan kaldırıldı Trabzonspor ile Fenerbahçe arasından.
“Rekabet” baki de... Gerisi “ebedi nifak” oldu 3 Temmuz’dan sonra.
Mazbatasını aldığı günden beri her işi “doğru” yapan Trabzonspor Başkanı Ahmet Ağaoğlu’nun bile konu 2010-11 kupası olunca camialar arasındaki husumetin altına odun atmaktan çekinmemesi, çılgınlıkla izah edilemez sadece...
Olsa olsa melun örgütün bir laneti.
Husumeti beslemeye ihtiyaç mı vardı, yoksa mecbur mu kaldı sayın Ağaoğlu, bilinmez.
Ama kesin olarak bilinen gerçek, 3 Temmuz’un Fenerbahçe’den sonra en büyük zarar verdiği kulübün Trabzonspor olmasıdır.
Futbolculuğu sırasında kimin kayığına bindiği şaibeli Orhan Ak, dört yıl ara ile iki kere “aynı gemiye bindi” Beşiktaş taraftarı ile.
İlkinde, kıymetli arkadaşı, yoldaşı, canı ciğeri -hatta daha ötesi- Emre Belözoğlu’nu Beşiktaşlıların elinden kurtarmak için yumruklarını konuşturmuş, rivayete göre silahına davranmıştı.
Feribot karakola çekilmişti neredeyse...
Çok berbat herifler olmalıydı şu Beşiktaşlılar!
İkincisinde Beşiktaş seyircisine “şampiyonluk” vaat eden kaptanın çarkçıbaşı Orhan Ak! Muavini, eli ayağı...
Gelirse bir başarı, feribottakilerle birlikte üçlü çekecek.
Tuhaf mı durum?
Yeni, taze, umut vaat eden bir sezon başlarken Fenerbahçe Başkanı’nın hocaya, takıma, medyaya, muhaliflerine, hatta rakip takıma sert çıkması “ayar vermesi” alışıldık bir şey mi?
Hayır...
Ama “ağanın eli tutulmaz”, strateji sahibinindir.
Olmuşa bakalım biz...
Bu “sezon başı kükreyişini” iki şey tetikleyebilir:
Birincisi, muhteşem bir sezonu geride bırakmıştır, gücünün doruğunda ve büyük bir özgüven içindedir “ayar veren”...
İkincisi, en başta kendisi tedirgindir.
Yayıncı kuruluş, “70 sente muhtaç” kulüplerin tam 650 milyon lirasını 15 gündür salladı, bundan sonra ne yapacağı da belli değil. Milli piyango büyük ikramiyesinin hesabını yapanlar iyi bilir; faizi İskandinav bir stoper parası.
Gerekçesi bilinmiyor!.. Yok da mı vermiyorlar, var da süründürüyorlar mı, Allah bilir.
Lafı kurşuna döküp klişe yapsak “kimsenin parası kalmaz” küresel yayıncıda... Üstelik söz konusu para da “atla deve değil” onların çıtasında.
O zaman maksat “parayı toparlamak” değil “alt yapı” yapmak...
Neyin alt yapısı mı?
Yarın öbür gün döviz yükselirse kur sabitlemekten tutun, taahhüt edilen parada indirim istemekten, dekodır sahibi “kümesteki tavukları” biraz daha yolmaya kadar uzar gider ihtimaller.
Galiba “bu lig bu para etmez”e getiriyor Katar şirketi.
Fenerbahçe’nin efsanevi kalecisi Cihat Arman, civciv renkli kazağıyla kuş gibi uçup doksana giden imkansız bir topu çıkardığında, ahşap tribünlerden önce ona, sonra takıma yakıştırılan “Sarı Kanarya” lakabı, tam seksen yıldır keyifle benimsendi, gurur duyuldu, marka oldu...
Ama geçtiğimiz sezonda öyle şeyler yaşandı ki, “kanarya” biraz nahif kaçıyor artık...
Karada fil, suda balina gibi olmalı Fenerbahçe. İlla “kuş” lazımsa, “Zümrüd-ü Anka” yakışır yeni sezona!
Zirvesi bulutların üstünde Kaf dağını mekan tutmuş, bilgi ağacının dallarına kurulmuş, türünün önderi, gözyaşı bile şifalı, mitolojik bir ögedir ya Zümrüd-ü Anka...
Hani, yanıp kül olduktan sonra küllerinden doğduğu, sonuçta ebedi olduğu anlatılır ya nesilden nesile kulaklara...
Aynen o şekilde, mitolojik bir kahraman gibi küllerinden doğmak zorunda Fenerbahçe.
HHH
Futbol hayatı boyunca hakemleri sadece ete kemiğe bürünmüş kural kitapları olarak görmüş, onlarla itaat veya itirazdan başka ilişkisi olmamış Zekeriya Alp’in yedi yıl önce MHK başkanı unvanı alması, belki hakem camiasını şoke etmişti ama herkesin onayladığı bir “mecburiyetti” aslında... <#comment>#comment><#comment>#comment>
Çünkü, çığırından çıkmış hakemleri ancak Zekeriya Alp gibi bir proje toparlayabilirdi. Futbolun gayrı resmi akademik kariyerinde “profesör” hak edilmişliğine çoktan sahip olması bir yana; dürüsttü, adildi, temizdi. Saygı duyulan biriydi.
Hakem camiasına uzaklığı hem avantajıydı, hem dezavantajı.
İki sene dayanıp istifa ettikten beş sene sonra aynı koltuğa ikinci oturuşunda, kişiliğinden kaynaklanan avantajları değişmedi Alp’in... Üstüne üstlük en büyük dezavantajı olan “zirvesindeki çaylak” pozisyonundan çok uzak bugün.
Eskisiyle, yenisiyle, korkağıyla psikopatıyla camianın alayını tanıdığı gibi, kişiliğinin ham maddesi “adaleti” gramıyla tartabilecek VAR sistemine de sahip artık.
Bunca
“Belki yarın, belki yarından da yakın” her kulüp ve her takım, günün birinde “Fener Ol” kampanyasının bir benzerine muhtaçken, üstelik Galatasaray en büyük adaylardan biriyken, rakibin bu yaşamsal icadına Galatasaray Başkanı Sayın Mustafa Cengiz’in alay/istihza/küçümseme hatta “hakaret” ile yaklaşımı neden ola ki?<#comment>#comment><#comment>#comment>
“Gerekmez” Galatasaray’a dese, mümkün değil inanmayanlar kulübün bilançosuna ve muhaliflerin açıklamalarına baksın.
Şampiyonluğu getirisi ile iş bitti sanıyorsa, “Bir UEFA Kupası kazandık, iki yakamız bir araya gelmedi” cümlesi tarihe geçmiş Ali Dürüst’ü hatırlatayım.
**
Öyleyse, fena mı önünde denenmiş ve başarılmış bir örnek olması? Şimdi lazım değilse, koy cebine joker gibi... Fenerbahçe çuvalla para toplar, UEFA kabul ederse ne ala... Sana “yol” olur, taraftarına “teşvik” değil mi?
Geçtik hepsini, “haset” benliğini ele geçirmiş “istikbal hissini” bile yok etmişse, ezeli rakibe