Canım kardeşim Enis, sonuna kadar hakkını veren bir adamdı Fosforoğlu soyadının… En karanlık devirlerde bile özündeki cevher fosfor gibi pırıldar, yüzüne vururdu aydınlık.
Kristal sesi, kusursuz Türkçesi ve yitip gitmek üzere olan kent soylu nezaketiyle ışıl ışıl yapardı çevresini.
Hep ezilenlerin yanında olmak, musluğun başındakilere uzak durmak bilinçli tercihiydi. Dünyadan nasiplenecekse, hak ederek almak isterdi… Ve hemen paylaşmak…
Sanatçılığın “onurlusu” böyle bir şey olsa gerekti.
Evet… Büyük bir sanatçı ve yüce bir ruhtu Enis Fosforoğlu.
Ne mutlu bana… 45 yıl kardeşim, sırdaşım oldu.
Dün Moda Camii’nde vedalaştık. Alkışladım tabi… Alkışı en çok hak edenlerden biriydi.
Peki, aynı zamanda gerçek bir futbolsever ve gerçeküstü Galatasaraylı olduğunu bilir misiniz Enis Fosforoğlu’nun?
Sanmıyorum… Çünkü güç ve servet sahiplerine şirin görünmek huyu olmadığı gibi, Galatasaray’dan nemalanmak için sanatçı(!) şirinlikleri yapmaz, sevgisini yüreğinde yaşardı.
Hüznü de… Kırgınlığı da…
Evet kırgındı… Kulübüne değil, futbolun “edebini” bozuk para gibi harcayanlaraydı kırgınlığı. Yıllar önce küfürbazların arasında olmamak için şapkasını alıp tribünden çıkmış, bir daha dönmemişti.
Ama küsüp giden ve arkasına bakmayanlardan olamazdı Enis. Sevgisi konjonktürel olanlardan hiç değildi. Oturup kafa patlatmıştı tribündeki sözlü şiddet için “ben ne yapabilirim” diye.
Ve bulmuştu çareyi:
Ağzı bozuklara tek tek terapi yapamayacağına göre, tribünlerde bayrağı devralacak yeni nesilleri eğitebilirdi sanatıyla.
Şahane bir çocuk oyunu yazdı. “Futbol bir oyundur”.
Enis Fosforoğlu da gönüllü ebesiydi oyunun! Kan ter içinde koşturdu durdu çocuklara dokunmak için.
Taşın altına kalbini koydu.
Ta ki, durana dek…
Yüz bine yakın ilk öğretim çağındaki çocuğa futbolun oyun olduğunu, düşmanlık ve şiddetin bu oyunda yeri bulunmadığını, gülerek eğlenerek moda tabir ile “subliminal mesajlar” vererek anlattı.
Ada’da Moda’da değil, Hakkari’de Şırnak’ta kuzeyde güneyde… O çocukların pek çoğu hayatında ilk kez bu oyunda tiyatroyla tanıştı. Daha da çoğu feyz aldı gençlik çağında.
UEFA’dan takdir mektubu, Milliyet Yılın Sporcusu organizasyonundan özel ödül, onu minik izleyicileri gibi nasıl sevindirmişti; hatırlarım.
Zor olan çocuklara ulaşmak değildi Enis için… Bu kutsal eylemine kaynak yaratmaktı. Semeresi yıllar sonra alınacak eğitim - sanat - futbol kokteyline sponsor bulmak zorlaşınca kendi birikimlerini bile harcadı bu yola.
Yine de vaz geçmedi. Ne zaman dertleşsek oyuna eklemelerini anlatır tribünden önce tiyatrosunun koltuğuna oturmuş ve çocuk yaşta futbolun “spor” diye özetlenen nihai hedefi ile “taraftarlığın özünü” kavramış milyonlarca genç beynin hayalini kurardı.
Dün dediler ki, Türk Tiyatrosundan bir yıldız kaydı.
Doğru ama eksik.
Kaybeden ailesi, sevenleri, sanat değil sadece.
Futboldan tutun da zarafete, insanlığa kadar her şey.
Fosforumuz söndü anlayacağınız.