Galatasaray’ın maddi/manevi tüm enerjisini borçlu olduğu devasa taraftar motorunda, gıcır gıcır bir “şampiyonluk susturucusu” olmasa, kimse uyuyamazdı dün gece Sarı-Kırmızı camiada... Ama yönetim mışıl mışıl, taraftar işin makarasında;
“Ne yani; Vedat Muriç, Messi mi”?..
Hayır... Nereden çıktı?
Gerçi, “uzanamadığı üzüme koruk diyen tilki” biraz özensiz ambalajlanmış, kuyruğu dışarıda kalmış ama bir de gerçek var ortada; Vedat kim, Messi kim.
Olsa... Zaten ne işi var bu coğrafyada?
Bankalar Birliği’nin himmet, himaye ve denetimine muhtaç Fenerbahçe ile Galatasaray mı pey sürecek Messi veya ayarı için?
Fenerbahçeli boş durur mu?.. O da tabağı boş göndermiyor Galatasaraylıya… İçine de Vedat Muriç’i hak ettiğinden çok süsleyip püsleyip buram buram nispet kokan yanıtını koyuyor:
“Muriç, olsa olsa bizim Süper Lig’in İbrahimoviç’idir; o kadar”.
Rekabette olur böyle vakalar!
Ama sübjektif değerlendirmeler bir yana, istatistik bilimi futbol dili ile diyor ki, Vedat Muriç, büyük bir takımın santrafor mevkiini zimmetledikten sonra gözü arkada kalmayacağı bir forvettir.
Alan, hayrını görecektir!
Niyet eden Fenerbahçe ve Galatasaray’dan elbette biri başaracaksa, iki takımın tarihindeki Engin Verel veya Hasan Vezir transferlerindeki kadar gürültüyü hak etmektedir.
Galatasaraylı ve Fenerbahçelinin şu anda yaptığı ise futbolun “peşrevi” sayılan transfer sezonunda “ebedi didişmenin” sadece tuzu biberidir. Ana yemek değil.
Nedir sevinç ve hüzündeki düşük yoğunluğun nedeni?
Çünkü Muriç yarışını kaybeden Galatasaray son şampiyon, kazanan aynı sezondan son nefeste kurtulan Fenerbahçe.
Açık söylemek gerekirse, bomba gibi patlamasa bile Fenerbahçe’nin ihtiyacı vardı böyle bir muhabbette galebe çalan taraf olmaya.
Güle güle kullansın Muriç’i...
Çünkü Galatasaray’a attığı transfer golü yanı sıra Tanrı ayağını düz bastırsın ama yeni havalanmış bir uçak gibi sürekli yükselen bir grafiğe sahip Muriç.
Çıkacağı irtifayı ancak “fizik kuralları” bilir.
İstikrar onda...
Golcülük onda...
İkili mücadeleyi kazanma rekoru onda... Kafa topunu kazanma rekoru da bounusu! Koca sezonda 34 maçın sadece 34 dakikasında dik dörtgenin dışından bakmış oyuna.
Diagne’nin penaltılarını çıkartırsanız, bir eksik gol atmış sezonun uzak ara gol kralından. Boş zamanlarında onun gibi oyunu seyretmemiş, çalışmış.
Pozisyonu gole çevirme yüzdesi, Burak’tan fazla mesela.
Normaldir... Altı yaşında savaş görmüş bir bireyin yaşama ve işine sarılması biraz farklı olmalı diğerlerinden.
Messi, İbrahimoviç fantezileri bir yana, Fenerbahçe’nin Vedat Muriç’i Diagne’nin yarı fiyatına alıp kadrosuna katması “kutlanası” bir hamledir.
Fenerbahçe’nin bu eylemi Vedat Muriç’in peşinde Galatasaray varken yapabilmesi ise olsa olsa katmerlendirir başarısını. Kıymetlendirir.
Fenerbahçe açısından tek eksik, Galatasaray’ın üzüntüsünü pek belli etmemesidir.
O eksik de sezon başlayınca kapanır muhtemelen.
(ARA NOT: Rizespor’a Euroların yanında ikisi emaneten verilen dört genç futbolcunun vebali ise Fenerbahçe’ye genç ve yeni bir takım kurmak için gelmiş Comolli ile onun işvereni Ali Koç’un boynundadır; o ayrı yazı konusudur, en azından tarafımdan yazılacaktır)
Evet... “Ezeli rekabetin” rakibin kampanyasını “dilencilik” olarak nitelemek veya rakip hocanın Milli Takım’dan yargıç kararı ile aldığı tazminatı “hukuksuz ilan etmekle” yapılan “amiyane türü” de vardır ama edepli ve sportif olanı, iyi futbolcuyu kaptırmamak, ardından çimenler üzerinde başat olmaktır.
Fenerbahçe “transfer sezonu şampiyonluğuna adaylığını koya rak” hiç olmazsa yarısını başardı şimdilik.
“YETERSİZ” TOPUK YAYLASI’NDA İŞİ NE F.BAHÇE’NİN!
Ters yönde epey mesafe kat edilen berbat sezonu geride bırakmak için yola çıkıyorsanız, önce geçtiğiniz noktalara ulaşmalısınız...
Transferde tuttuğunu kopartmaktan, koptuğu yuvasına dönmeye kadar ufak ufak sıfır noktasına yaklaşıyor Fenerbahçe... Starta giriyor.
Umulan o ki, yarışa aynı yerden başlayacak.
Gerçi hiç kimse “neden” diye sormadı ama Fenerbahçe’nin bu sezon ilk nefesini Topuk Yaylasında aldı mesela.
Sahi ya... Aziz Yıldırım’ın özel malikanesi özeniyle yapıp prefabrik hızıyla bitirdiği ve 2011 yılından beri sezon başı kamplarının değişmez adresi olan huzurlu/oksijenli Topuk Yaylası’ndan niye vazgeçmişti Fenerbahçe?
Unutanlara hatırlatayım... Sayın Ali Koç başkan seçilince anahtarı teslim ettiği Mösyö Comolli incelemiş, “yetersiz” bulmuştu orayı.
Evet... “Yetersiz”!..
3 Adet UEFA standardında sahası -ki, çimleri yeryüzünde toprağı en iyi kavrayan ve daha ötesi olmayan cinstendir- ahşap sağlığında ve nefis doğa manzarasında beş yıldızlı 80 odası, futbolcuları gündelik yaşamdan, aşırı hayrandan ve meraklı medyadan kopararak sadece kramponlarına odaklayan konumu, tatmin etmemişti Mösyöyü.
Daha mükemmelini ikinci sınıf Avrupa otellerinde arıyordu.
Azeri, Katar takımları binlerce kilometreden oraya taşınırken İstanbul’a 250 kilometre mesafesi uzak geldi deseniz o da mümkün değildi. Kapris mi, ukalalık mı, emperyalist küçümseme mi neyin nesiydi kim bilir.
Galiba Aziz Yıldırım’ı Fenerbahçe tarihinden silmenin gavurcasıydı ama “doğruyu” ne kıskançlık ne kin ne de art niyet tersyüz edemezdi... Döndü dolaştı Topuk Yaylasına geldi Fenerbahçe.
Comolli’nin de fotoğrafları çıktı yaylada. Çok neşeli!
Muriç sayesinde olamaz... Onun listesinde yoktu muhtemelen!
Belli ki, önyargısız bakınca Topuk Yaylası’nın kıymetini anlamıştı.
Adama “ne değişti” bile diye bilen yoksa pişkin pişkin dolaşır tabi.
Fenerbahçe tersine gittiği sezondan geri dönerken, mutlaka Comolli ile buluştuğu noktadan da geçecek; emin olun.