Fatih Terim’in korktuğu başına geldi, seyircisiz derbide ilk Korona virüs kurbanı Galatasaray oldu. Bariz ve net iki puan kaybetti Galatasaray. Üstelik zirvedeki iki rakibi Trabzonspor ve Başakşehir ikişer puan kaybetmişken.
Gerçek şu ki, seyirci olmayınca ne derbinin ihtişamı kalıyor, ne de futbolcuların iştahı… Oysa “yan etki” olmayan sessiz derbinin kaderi tamamen sahadakilere bağlıydı.
Yanlış anlaşılmasın… Maçın ilk yarısında hem Galatasaray’ın hem de Beşiktaş’ın futbolcuları işlerini yaptı, mücadele etti; ama o kadar.
Pozisyona gelince durun… Boş kaleyi bulan; Feghouli tarafından Kairus’un kucağına nişanlanan şut.
Seyircisiz kararı ile birlikte saha avantajını yitiren, ancak yine de takım halinde oyununu oynayan Galatasaray’ın en önemli silahı Onyekuru’yu kullandırmadı Beşiktaş… Apaçık bir taktik icattı Sergen Yalçın’ın yaptığı. Galatasaray’ın sahasından topla çıkmasına izin verdi ama santradan itibaren basıp hataya zorladı, ara toplara, arkaya uzatmalara izin vermedi. Yine olmazsa Gökhan’ın tecrübesine çarptı
Maçların seyircisiz oynanması yetmez; toplum sağlığı gereği Fenerbahçe maçlarının televizyondan da yayınlanmaması lazım galiba!
Korona virüsün zatürresi ne ki, insanın ciğerine işliyor Fenerbahçe’nin hali. Kalp, solunum ve şeker hastaları için çok tehlikeli.
Yazık… Çok yazık. 9 kişi kalan Konyaspor’a bile yenildi sonunda.
Neden?..
Diziliş, tercihler, hatta oyun anlayışı aynı ama Ersun Yanal sürecinin karikatürü gibiydi Konya’da.
Hele maçın ilk yarısında.
Güya Fenerbahçe’nin “prestij” maçı… Tek yaptığı topa sahip olmaktı; o da kendi sahasında!
En gayretli, en yürekli ve en zeki futbolu oynayan Galatasaray ile Beşiktaş arasındaki mücadele, hem keyif hem de heyecan vaat ediyor da… Asıl “büyük” derbiyi, insanoğlu Corona ile oynuyor yer kürede…
Hem de “ölümüne”!
Yavaş yavaş Dünya bir hapishane, Corona gardiyan olmak üzere.
Sokağa çıkmamak şimdilik bir tavsiye. İtalya ev hapsine girdi bile… Lokanta, cafe, statlar halka kapalı… Fransa, İspanya benzer yolda. Polonya’da olağanüstü önlemler var. Yeni kıta, ada kıta, Asya hep aynı.
Amma “mikrop” virüsmüş ya!
Böyle giderse ne Hac bırakacak Corona, ne maç.
Dün Gençlik ve Spor Bakanımız sayın Mehmet Muharrem Kasapoğlu, liglerin ertelenmesi veya seyircisiz oynanması gibi bir karar alınmadığını açıkladı.
Travma yaşamış bir takımdı Fenerbahçe… Tarihinden utanır hale gelmişti. Şampiyonluk iddiası, hocası, hatta seyircisinden bir kısmını yitirdikten sonra coşkusunu, inancını, isteğini kaybetmesinden doğal bir şey olabilir miydi?
Kendine gelmesi için bir ihtimal vardı; o da Denizlispor maçına yetiştirilecek yeni hoca… “Burası Fenerbahçe”ydi ama yetiştiremiyordu yönetim hocayı işte.
Eski yedeklerden Ferdi’yi ilk onbire almanın, Jailson’dan vazgeçip Gustavo’yu stopere çekmenin neresi beklenen şoku ve dirilişi yaratabilirdi ki?
Bitmemişti Fenerbahçe’nin kötü talihi… Maçta arttı eksilmedi! Ferdi’nin hiçbir şey oynamaması bir yana, daha maçın ilk yarısında sakatlanan Kruse’den de oldu, penaltı yaptırıp ikinci sarı kartla oyun dışı kalan Tolgay’dan da…
Açıkçası Denizlispor teknik direktörü Bülent Uygun, Fenerbahçe’nin bu “uygun” durumundan yararlanarak kişisel kariyerine bir sayfa açmaya gelmişti Kadıköy’e…
Başardı sayılır!
Denizlispor tepeden tırnağa
Fenerbahçe yönetimi tarafından mana ve öneminden koparılıp “Ersun Yanal’ın jübilesine” çevrilen Ziraat Kupası Yarı Final ilk maçında Fenerbahçe’de her şey her zamanki gibiydi.
Ne futbolcuların reaksiyonu söz konusuydu, ne rehaveti. Yüksek enerji de yoktu, kaytaran da. Yerinde oynamayan savunmacıların hataları bile aynıydı.
İstikrar abidesi sanki Fenerbahçe!
Hoca gitmiş, Avrupa’ya kestirme biletmiş, fark etmedi… Biraz iyi, biraz kötü, deplasmanda yenilip döndü yine Fenerbahçe. Tek avuntusu attığı bir gol. Belki ilerde işe yarayabilir!
Fenerbahçe’de ilk on biri Ersun Yanal değil “kader” yaptı aslında. Sakatlıkları süren Emre ve Rodrigues’e ufak tefek arızalar veren Dirar, Hasan Ali ve Serdar da katılınca Fenerbahçe yepyeni bir savunmayla çıktı sahaya. Yetmedi tek orijinal stoperini de sadece yedi dakika kullanabildi.
Yine de ilk yarıda baskın taraf Fenerbahçe oldu.
Doksan dakikaların bazı bölümlerinde topu, hatta oyunu rakibe bırakan ve rakip hata yaptığında güçlü forvet hattı ile
Fenerbahçe ile Ersun Yanal’ın yolları ayırmasından daha “doğal” ve daha “gerekli” bir hamle olamaz.
Yanlış anlaşılmasın; bu karar her kiminse, “irade sahibi” Fenerbahçe Futbol Takımı’na olduğu kadar Ersun Yanal’a da iyilik etmiştir ki, karar vericinin taraftar olduğu bellidir.
“Yönetimin takdiri” veya “Yanal’ın kararı” hikaye…
Taraftar getirdi, taraftar yolladı Yanal’ı… Ve “taraftarlık sınırları içinde” getirirken de haklı, gönderirken de!
Hızlı ve dominant bir futbol umarak istedi, elinde sönük, edilgen, zikzaklı futbol bulunca “istifa” dedi.
Hayatın doğal akışına yüzde yüz uyumlu bir taraftar davranışı… Kulübü taraftar veya sosyal medya yönetiyorsa hiçbir sorun yok!
Peki yönetimi ne yapar bu kulübün?
Kaptanın karşılaştığı fırtınalara değil gemiyi limana getirip getirmediğine bakılıyorsa şayet; Fenerbahçe kaptan köşkü tam bir rezalet… Yakında filikalara binip gemiyi ilk onlar terk edecek!
Aslında şanstı Antalyaspor için bir hafta önce nakavt olmuş Fenerbahçe… Tatsız, tuzsuz moralsiz olması kaçınılmazdı. Ruh karartan sürekli bir operasyon algısı da cabası.
Hem rakipleri hem de kendisi tarafından tüketilmiş Fenerbahçe’nin, öne geçtiği deplasmanda üst üste goller yemesi ve beraberliği zor kurtarıp ligde kepenk indirmesi içinde bulunduğu ruh halinin gereğiydi aslında.
Eski aylar kırpılıp yıldız yapılmıştı ve eski adamlardan kurulu yeni bir Fenerbahçe vardı sahada. Fenerbahçe teknik aklının yanlışta ısrarını Jailson kendisi düzeltmiş ve sayısız hata yaptığı stoperden orta sahaya geçmiş, savunmadaki yerini “başkanın transferi” Falette’e bırakmıştı.
Söylemek lazım, Comolli boşuna para almış Başkan’ın seçimi de onun gibi… Fenerbahçe’nin bir yenisi de Mehmet Ekici’ydi ki, “maç
Protesto… Yumurta… Taş!..
Sen misin Kadıköy’de Galatasaray’a yenilen arkadaş?..
Yıktın bizi… Mahvettin yirmi yıllık geleneği. Ne şampiyonluk ümidi kaldı ne ezeli rekabetin yenilmezlik apoleti.
Sarı-lacivert her berenin altında fokurdayan kızgınlık bu.
Çünkü Fenerbahçeli için sadece bir istatistik değil, onur duyduğu, teselli bulduğu son veriydi o.
Peki… Bir geleneği bozabilmek için önce o geleneğin yaratılması gerekmez mi?
Yirmi yıl boyunca Galatasaray’ı Kadıköy’de üç puana hasret bırakan kim?