En gayretli, en yürekli ve en zeki futbolu oynayan Galatasaray ile Beşiktaş arasındaki mücadele, hem keyif hem de heyecan vaat ediyor da… Asıl “büyük” derbiyi, insanoğlu Corona ile oynuyor yer kürede…
Hem de “ölümüne”!
Yavaş yavaş Dünya bir hapishane, Corona gardiyan olmak üzere.
Sokağa çıkmamak şimdilik bir tavsiye. İtalya ev hapsine girdi bile… Lokanta, cafe, statlar halka kapalı… Fransa, İspanya benzer yolda. Polonya’da olağanüstü önlemler var. Yeni kıta, ada kıta, Asya hep aynı.
Amma “mikrop” virüsmüş ya!
Böyle giderse ne Hac bırakacak Corona, ne maç.
Dün Gençlik ve Spor Bakanımız sayın Mehmet Muharrem Kasapoğlu, liglerin ertelenmesi veya seyircisiz oynanması gibi bir karar alınmadığını açıkladı.
Makul ve mantıklı…
Asıl korkulması gereken korkunun kendisidir ve bir salgında en son istenen şey paniktir.
“Şimdilik gerekmiyorsa iyi; umalım hiçbir zaman gerekmez. Salgına karşı zamanında ve cesur önlemler alan Türkiye, en az kayıpla atlatır bu felaketi” derken, tüm spor müsabakalarının seyircisiz olacağı açıklandı.
Ona da eyvallah. Önlemin radikali iyidir. Bir an önce kurtulmak lazım bu salgından.
Yoksa derbi diye bir derdimiz bile kalamaz, borç batağındaki kulüplerimizin “ipini çeken” cellat olur Corona. İtalyan, İspanyol kulüpleri dayanır; bizimkiler dayanamaz.
İnsan yaşamı yanında pek lafı edilmez ama her felaketin ekonomik bir karşılığı olduğunu, kulüplerimizin ise en ufak bir darbeye tahammülü kalmadığını düşünürsek, ağzımızdan yel alsın; Corona yayılır statlar uzun süre boş kalırsa, futbolun son kanı da çekilecek.
Tribün boş veya dolu; biz yine sahaya bakalım.
Hatta, malum frekansımıza geçelim ve “kim kazanır” tartışmalarına dalalım.
Aslında bu tartışma, pek objektif yapılamaz… Altında “niyet” barındırır daima.
O zaman tersten başlayalım Ters Köşe’de:
Corona sebebiyle seyircisiz oynama kararı alındığına göre, “Beşiktaş” kazanır derim ben… Tribün dolu olsaydı tersini söylerdim. Mesele gerçekten ortada… Çünkü Terim’in tecrübesiyle Yalçın’ın zekası, tam da elma ile armut karşılaştırması ve hangisinin galebe çalacağı bilinmezin dik alası.
İşte bu noktada hile yapıyorum ve Beşiktaş’ın kefesine serçe parmağımla basıyorum azıcık!
Kazanabilir mi Beşiktaş?.. Evet. Paradoksal bir şekilde, kazanma iştahını frenleyebilirse kazanır. Bu derbiye özel plan geliştirme yeteneği Sergen Hoca’da var.
Galatasaray düşmanı veya Beşiktaşlı olduğumdan değil; Sergen Yalçın yüzünden torpil geçiyorum Beşiktaş’a…Daha doğrusu, futbolda yeni teknik direktör neslinin zamanı geldiğini, Sergen Yalçın’ın da o neslin en bariz temsilcisi olduğunu düşündüğümden.
Türk Milli Takımı 1993’de Fransa’da Akdeniz oyunları şampiyonu olduğunda, başlarındaki Fatih Terim, İtalyanların kampını ziyaret edip uluslar arası dostluklar kurmaya uğraşırken, kepini ters giymiş olimpiyat köyü ortasındaki parkta salıncağa binip çekirdek çitleyen ergen Sergen çok geride kaldı, artık o ve akranlarının Türk futbolunu sırtlama zamanı. Aksi halde kimse cesaret edemediği için Lucescu’ya tasfiye ettirip sancılı bir şekilde gençleştirdiğimiz Milli Takım’a dönecek bu iş.
Yukardan say aynı, aşağıdan say aynı. Bir elin parmaklarını geçmiyor teknik direktörlerimizin “baş pehlivanları”.
Neden?..
Gençlerden üst düzey futbolculuktan gelmiş, karizma ile zekayı yarıştıran, kitleleri peşine takabilecek, ortaya yeni bir şeyler koyabilecek, asıl önemlisi bunların hepsine aynı anda yapabilecek olanlar çok değil. Bugünkü baş pehlivanların birikimlerini koyabilecekleri federasyon başkanlığı, kulüp başkanlığı gibi daha üst görevlere zorlayamıyorlar. Sergen Yalçın önder olabilir yeni nesil hocalar için.
Elbette Sergen Yalçın’ın Beşiktaş’ı, Fatih Terim’in Galatasaray’ını yenerse genç hocaların önü bir günde açılmayacak… Ama o yoldaki sağlam taşlardan biri olacak.
Neyse… Uzatmayayım; zaten kelle-paça çorba içip maske ve makarna bulmam lazım! Hak eden kazansın.