İnsanı en güvenli yerinde, yuvasında canından eden doğanın gazabı deprem, bir kez daha ülkeyi yasa boğarken, bize düşen Hakka yürüyen vatandaşlarımıza rahmet, yaralılara şifa dileyip yaşam denilen oyunu sürdürmek.
Maçtan keyif alıp bittiğinde atkılarını, kaşkollarını depremzedeler için sahaya bırakan Fenerbahçe seyircisi gibi. Üzülmek serbest, yıkılmak yasak.
Futbol da öyle değil mi?
Bu arada, gelenekselleşme ihtimali beliren içerde-dışarda Fenerbahçe mağlubiyeti ile Başakşehir yıkılmış olmasa bari!..
Antep deplasmanındaki Fenerbahçe genelde pek beğenilmezken “dönüm noktası” diye yazmıştım... Çünkü, skordan bağımsız orada mücadele, yardımlaşma ve birlikte hareket etmenin örnekleri vardı.
Kadıköy’deki Başakşehir maçında ise hepsi zirve yaptı. Üzerine bir de coşku ekleyin; sezonun en iyi maçıydı Fenerbahçe adına.
Aslında her iki teknik direktör de “önce güvenlik” fikriyle dizayn etmişlerdi takımlarını. İşaretleri Başakşehir’in Mehmet Topal, Fenerbahçe’nin Tolga
Gümbür gümbür çöken Beşiktaş’ın “Abdullah Avcı Projesini” bugün yerden yere vurmak kolay tabi…
Ben yapamam!.. Düşene tekme vuramam.
O “şerefi” bir zamanlar Abdullah Avcı’yı “futbol mesihi” ilan edenlere bırakıyor ve dört ay önce yayınlanan bir Ters Köşe’yi yinelemekle yetiniyorum.
Zaten Abdullah Avcı ve Beşiktaş “aynı tas aynı hamam”!
***
AVCI’YI DA ALIP GİT BAŞKAN
Beşiktaş son on yılın en kötü başlangıcını yapıp futbola zulmederken, Beşiktaş taraftarı tribünden Sergen Yalçın’ı çağırırken, Başkan Fikret Orman bile kaçıp kurtulmaya çalışırken, “adam asmaca” üstadı necip medyamız, neden suçu/günahı Abdullah Avcı’nın 4-1-4-1’inde arayıp eveleme/geveleme ötesine geçemiyor hâlâ?..
Muriç’in ikinci sarıdan kırmızı kart görerek cezasını kupa maçında çekecek ve Başakşehir’e karşı forma giyecek olmasını tartışmak bile saçma aslında.
Rastlantı ise cuk oturmuş, tercih ise doğru olmuştur.
Kural dediğiniz iki tarafı keskin bir bıçaktır… Hem “yapmamanız” gerekenleri belirler hem de “yapabileceklerinizi”.
Yani, içinde “yasaklar” kadar “fırsatlar” da vardır. Muazzam servetler nasıl kazanılıyor sanıyorsunuz; sadece teknoloji veya bilişimde yeni bir şeyler icat ederek mi?
Diyeceksiniz ki, “isteyerek kart görmek yasak kardeşim”! “Futbol kurallarının 37. Maddesi, yasaklıyor taammüden kart görmeyi”.
Cezası iki maç men!
Güldürmeyin insanı… “İntihar etmek yasaktır” gibi saçmalık sadece.
Devre arasında metamorfoz (başkalaşım) geçirip ağır aksak “tırtıldan” uçan bir “kelebeğe” dönen takımların başında Galatasaray var.
Değişim Fatih Terim’de değil… O en baştan beri hızlı oynayan bir takım istiyordu ama elindeki malzemeyle yapamıyordu. Deniyor, yanılıyor, kızıyordu.
İkinci yarıların sürprizli takımı Galatasaray, yine yapmış yapacağını… Devre arasında değişmiş, hızlanmış, eskiye oranla çok daha yüksek oranlı bir enerjiye sahip olmuş. Üstelik bunu “yeni” adamlarla değil, düzelen sakatlarla ve tribüne çıkardıklarıyla yapmış şimdilik.
Sakatlıktan dönen Emre Akbaba, Galatasaray’a dikine ivme kazandıranlardan biri olması yanı sıra, dört gün arayla çok benzer ikinci golünü atarak skor da yaptı Denizli maçında.
Seri bir devrede yaptığı bir asiste, ikinci devrenin eşiğinde Denizli karşısında bir tane ekledi ve yenilerini hayal etme fırsatı yarattı. Seri, Galatasaray’ı hızlandıranlardandı. Tribünden inen Linnes, küskün olmak bir yana yeni ve hırslı transfer gibiydi. Kupa maçında kırık not alan
Fenerbahçe “diş söker gibi“ bir maç kazandı ama takımın “ana dişlisi” Muriç’i kaybetti. Taktik midir değil midir Muriç ile Allah arasında, lakin Muriç’in oynamadığı her maç Fenerbahçe adına tehlikedir.
Fenerbahçe’nin deplasman, Gaziantep’in iç saha karneleri birbirinin kopyasıydı… 9 maç üç sonuca eşit bölünmüştü. Antep ve eksantrik hocası açısından düzeltilmesi gereken bu istatistik veri, Fenerbahçe’nin “şampiyonluktan” söz edebilmesi için mutlaka aşılması gereken bir fobiydi.
İlk yarıyı Rize deplasman galibiyeti ile bitirip ligin ikinci devresine Gaziantep deplasman galibiyeti ile başlamak daha iyi bir çözüm olabilir miydi Fenerbahçe’nin kronik hastalığına?
Tamam Fenerbahçe iyi oynamadı…
Ama Başakşehir ve Trabzonspor maçları arifesinde ve Ocak transferleriyle takviye yapılmadan kazanmasına ne demeli?
Şampiyonların belirlendiği ligin ikinci devresinde Fenerbahçe’nin Antep’te kazandığı özgüven, en
“Keskin sirke” diye yıllarca günahını almışız sayın Aziz Yıldırım’ın!.. Düşman kulüplerin, gergin futbolun, kavganın, gürültünün faturasını ona kesip yanılmışız.
Gitti de “dikensiz gül bahçesine mi döndü” futbol?
Hayır... Çünkü Fenerbahçe “batının en hızlı silahşoru” gibi!.. Kendinden emin olan onun karşısına dikiliyor… Olmadı, pusu kurup mermi sıkan bile çıktı. Gücü-silahı yetmeyen şöhretini lekelemek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Zira hakkında atıp tutmak bile prim yapıyor kasabada!
Dayanmak zor.
Nitekim, sistem ve üslupta devrim yapmak vaadiyle Yıldırım’dan bayrağı devralan sayın Ali Koç da bir buçuk sezonda selefi gibi oldu. Tarzı değişti, 3 Temmuz’a sarıldı, Comolli’yi gönderdi.
Adrenalini gerçek anlamda yükselten ilk hayati mesele “kulüplerin yapılandırılması” süreci, sadece futbolumuzun balayını bitirmedi, düşmanlığı da hortlattı.
Ben söylemiyorum; sayın Koç açıkladı:
Milliyet’in ulaştığı Üç Büyükler’in harcama listesinde tek eksi bakiye veren Fenerbahçe’yi ve Ocak’ta transfer yapabilmesi için kapatması gereken 85 milyon lira gibi okkalı rakamı gören Fenerbahçelilerin ne düşündüğünü adım gibi biliyorum…
“Halleder yönetim”!..
Biliyorum; çünkü ben de aynı şeyi düşündüm.
“85 milyon ne ki”!..
O kadar büyüklerine alıştık ki, borçlar kulüplere aitse, milyonlar kuruş gibi geliyor insana. Futbol kulüplerimiz sayesinde deformasyona uğradı para algımız.
Gayet rahatız!
“Bankalar Birliği yapılandırmasını reddeden Ali Koç finans kuruluşlarıyla anlaşır, Federasyondan yeniden değerlendirme ister, diğer kulüpler gibi transfere bile para artar” dedim kendi kendime.
Arda bahane!.. Mesele, Fatih Terim’in kendini “Onursal Galatasaray Başkanı” gibi görmesi, daha da beteri öyle davranması...
En azından “eş başkan” olduğunu sanıyor Hoca!
Bilemiyorum dünyada bir örneği var mı?.. Ama ülkemizde olmadığı kesin. Tamamen Galatasaray-Fatih Terim ilişkisine özel bir durum ve Hoca görevdeyken başkan kim olursa olsun değişmez kaide.
Bu sebeple rakip takımın başkanı ile de polemiklere girip çıkıyor Terim, TFF ve Kurulları ile de... Hatta Galatasaray’ın başkanıyla bile.
Nereye kadar?
Gittiği yere!
Evet... Sevgili hocamız Galatasaray tarihine damga vuran futbolcu ve teknik adamların başında gelebilir. Yaşayan bir efsane olabilir. Lakin, kulüp yönetimlerinde “eş başkanlık sistemi” henüz icat edilmedi.