Galatasaray maçı ezeli rekabetin bir parçasıydı, Karagümrük karşılaşması ise bu sezonun yol haritası… Komple bir test… İyi ve hazır bir takım, önce savundu, golden sonra saldırdı; her iki durumda Fenerbahçe üstünlüğü ele alıp gol atmayı başardı.
Açık söylemek lazım, Karagümrük kendini savunurken daha rahattı Fenerbahçe. Rakip gol aradığında ise korkulu zamanlar yaşadı. Demek ki, pek çok maçta iki farklı takım haline gelmesi lazım Fenerbahçe’nin. Beş futbolcu değişirken zor değil. Nitekim ikinci yarı Ozan ve Thiam çıkıp Sinan ile Mert oyuna girince Karagümrük’ün baskısı kırıldı. Daha sonra Sosa-Tolga değişikliğinin sebebi Erol Bulut’un daha savunmacı bir orta saha arayışı olmalı.
Aslında Karagümrük hocası Şenol Can’ın da katkısı var Fenerbahçe’nin rahatlamasında. Aatıf’ı, Jimmy Durmaz’ı oyuna sokup sürklase mi edeceksin Fenerbahçe’yi?
Kadro dışı olanlarla kulübede oturanlardan şampiyon adayı bir takım kurabilecek Fenerbahçe, aslında “bolluk”
Keşke pazartesi günü İspanya’dan, İtalya’dan falan bir telefon gelse de… Şöyle CV’de ışıldayacak, reddedilmesi yakışık almayacak Avrupa kulüplerinden biri “teknik direktörlük teklif etmek için” Sergen Yalçın’ı arasa!
Açsa eski kıtanın kapılarını… Dökse önüne çuvalla parayı. “Gel” dese; “Mourinho’dan fazlan var, eksiğin yok”!
Beşiktaş da dahil hepimiz gurur duyarak ve pandemiye inat hava alanını tıka basa doldurarak meşalelerle yolcu etsek Sergen hocayı.
Evet… “Beşiktaş da dahil” gururla uğurlasak.
Egoistlik olmasa. “Bırakmam Seni” kampanyanın sloganı kalsa.
Beşiktaş’ın öz evladı -futbolculuğunda hak edip ulaşamadığı değil- resmen kaytardığı “evrensel futbol adamlığına” teknik direktörlük kariyerinde ulaşacak; kolay mı?
Çok iyi olur valla!
Lige ikide ikiyle başlayan Galatasaray ve kendi sahasında 9 kişilik Hatay’ı yenemeyen Fenerbahçe karşı karşıya gelince, üstüne üstlük seyirciyi pandemi almış olsa da derbi Galatasaray’ın evindeyse…
Bitmedi… Format olarak Galatasaray saldıran Fenerbahçe savunan takımsa ve biri ezber kadroya sahip, öteki hava alanında futbolcu karşılıyorsa hala.
Ezer geçer Galatasaray değil mi?
Hayır, öyle değildi derbi. Neden mi?Fatih Terim’in tercihi kazanmaktan çok kaybetmemekti çünkü.
Geçen sezon tedavülden kaldırdığı “Kadıköy Geleneğini” gölgelemek, henüz mağlup durumdayken ne yapacağını pek kestiremediği takımının erken bir golle şok geçirmesini ve kazaya kurban gitmesini istemiyordu.
Fenerbahçe tamam da; Galatasaray resmen savunmaya ağırlık veriyordu derbide. Aynen rakibi gibi topu kaybettiği anda savunmaya geçiyor, rakip de aynı halde olunca orta sahalar pandemi kurallarına çok uygun oluyordu… Boş ve rahat yani.
Bu koşullara bir de ortada görünmeyen Falcao’yu, “yalancıktan” oynayan Arda ve
Bakmayın kazandığına; neredeyse yeniden yaratılan Fenerbahçe’nin eskisinden hiç farkı yoktu Rizespor sahasına adım attığında.
On bir yeni futbolcu eklenen takımın yedek kulübesi ağzına kadar doluydu, lisanslar koştura koştura yetiştirilmişti ama yenilik adına sahada sadece Thiam, Gökhan ve Caner vardı.
Hatta eskisinden daha fenaydı…
Erol Bulut Ozan’ı kulübede bırakip orta sahada Tolga’ya, en uçta “gol atamayan santrafor” Frey’e forma vermişti. Savunmada ise kiralık gittiğinde Fenerbahçelilerin bayram yaptığı Zanka vardı yine.
Yahu başla yenilerle… Yenil… “Hazır değillerdi” diyelim. Madem ikinci yarıda Valencia’yı, Sinan Gümüş’ü, Ozan’ı, Sosa’yı alacaksın, bu fanteziler niye?
Teknik direktörün tercihlerine saygı duymak gerekir tabi… Futbolcularla yaşayan o.
Hocalığına söz edilmeyecek Erol Bulut’un bilemediği Fenerbahçe’nin hocası olmanın ne anlama geldiğiydi!.. Olmazsa olmaz bir sezon başlıyor, neredeyse yepyeni bir takım kurmuş Fenerbahçe’yi yönetenler. Tribünler boş ama
Fenerbahçe, mağazalar zincirine sahip üç Süper Lig kulübü Galatasaray/Beşiktaş/Trabzonspor- dışında kalan 17 rakibine “dükkan sizin” deyip kapıları açtı, formalarını satış reyonuna astı ya...
Bir tek küçük dilimizi yutmadığımız kaldı.
Oysa bu “çok eski normal”!
Çanakkale’nin kıyısına mıhladığı dehşet içindeki Anzaklar’ın siperlerine sadece mermi değil, memleketten bin bir güçlükle gönderilen yemişleri de atan yüce gönlünü Mehmetcik’leri okuyup öğrenmiş bizim nesil şaşırmaz.
Altında buzağı da aramaz…
Olsa olsa alkışlar.
Pandemi, “hayatta kalmakla ayakta kalmak” arasına sıkışmış insanlığın ciğerini yakarken, futbol denilen centilmenlik temelli mücadelede, sportif rakibinin elinden tutmaya çalışmak ne ki?
Yeni sezona “şampiyonluk şart” sloganıyla hazırlanıp “limitsiz parayla” fırtına gibi yatırım yaparak tepeden tırnağa değişen ve bu yolda en büyük riskleri üstlenen Fenerbahçe Kulübü olduğu için “biz Fenerbahçe’ye söyleyelim rakipleri de anlasın”!..
Tarihin -maddi/manevi- en zor sezonu var önümüzde…
Sokaktaki çocuğun bile bildiği gibi futbolumuz epeydir bataktaydı ve üzerine bir de küresel pandemi yıkıldı.
Telefat çok olacak!
Delik büyük yama küçük… Bu futbol boş tribünleri, kısılmış muslukları ile herkesi birden kurtaramaz.
Yani ancak şampiyon olup Avrupa’da biraz ilerleyerek para toplayan kulübün ayakta durabileceği, diğerlerinin belki kepengi bile açık tutamayacağı “en kritik” sezondayız.
Üstelik ligin akıbeti belli değil…
Tamam... Futbolu Pandemi vurdu, sistem, kura, tribün, her şey değişti, her takım da boyun eğdi kaderine razı oldu…
Ama Beşiktaş’ın durumu ilginç doğrusu.
Önce şans… Şampiyonlar Ligi’ne gitme ihtimali şansın zirvesiydi.
Ardından şanssızlığın dik alası… 2. Ön Eleme Turu’nda Akdeniz’de aramızın bozuk olduğu Yunanistan ekibi PAOK ile eşleşmesi, tek maç sistemi gereği maçın Selanik’te oynanması, hatta maçın hakemi, üst üste yaşanan şansızlık değil mi?
Yani bir gazetecinin “avantaj” olarak sıralayacağı unsurların tümü PAOK takımında şu anda.
Buna uluslararası bir maçın bütün yükünü Beşiktaş’ın omuzlarına bırakan ulusal duyarsızlığımızı ekleyin!
Evet… PAOK’un “altıpatlar” başkanı Savvidis tarafından- futbolcularına hitap etse de- verilen tahrik edici demeçlere Dışişleri Bakanımız derhal el koyup ekibini de destek için görevlendirdi ama nerede toplumsal kınama ve sahiplenmemiz?
Futbolun zirvesinde büyük bir kapışma var(dı)!..
Ve keşke “kapışma” olarak kalsaydı...
Hani hepimizin aşina olduğu, hemen her sezon yinelenen, kimi zaman gerilimli, çoklukla heyecanlı, bazen nahif bazen sert ama pek de can yakmayan futbol içi renkli polemiklerden biri olup, ötesine taşmasaydı.
Çoktan geçti o sınırı, soğuk savaş düzeyine ulaştı, “hayat memat meselesi” olmasına az kaldı.
Kahramanları Fenerbahçe ile TFF değil, Sayın Ali Koç ile Sayın Nihat Özdemir.
TFF Başkanı Nihat Özdemir, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un lastiği patlasın diye yola eğri çiviler atmıyor, ufak tefek eleştirilerle Fenerbahçe’nin kötü yönetildiğini ima etmiyor artık...
Ali Koç klasik TFF yakınmalarıyla yetinmiyor, 3 Temmuz dil sürçmesi yüzünden Nihat Özdemir’i Fenerbahçe üyeliğinden istifaya zorladığı günleri bile geride bırakıyor şimdi.