Tam anlamıyla bir vize maçıydı Kadıköy’deki… Bir kere camia olarak “schengen vizesi” peşindeydi Fenerbahçe. Avrupa Ligi’nde oynama ihtimali tükenmemişti ve ancak Göztepe’yi mağlup ettiğinde sürebilirdi.
Fenerbahçe’nin ikinci vize talebi taraftardandı… İki sezondur kahrettikleri taraftarın yeni sezonda takımını aynı sevgiyle kucaklaması için hiç olmazsa sezon sonunu iyi bitirmesi gerekirdi. Hedefsiz Göztepe farklı bir galibiyet için biçilmiş kaftandı.
Başardı mı peki?
İlk vizeyi 2-1 galibiyetle ucu ucuna yakalasa da farklı galibiyet ile yeni sezon vizyonu yaratmakta fosladı Fenerbahçe.
Son “vize talepleri” ise kişiseldi ve futbolculara aitti…
Örneğin maçın ilk yarısında harika koşular, harika bindirmeler yapan, harika paslar veren Hasan Ali’nin Fenerbahçe yönetimi ve teknik kadrosundan “kalmak için” vize talebi vardı. Hasan Ali fırtınası bir devre sürdü ne yazık ki…
Sonra Ferdi… Onun vize beklentisi Şenol Güneş’tendi. Türk Milli Takımı’nda
Lig yarışının zirvesindeki dört takım da haftayı puan kayıplarıyla kapatınca şampiyonluk adına yeni bir şeyler söylemek zorlaşır. Lakin öyle bir parametre daha var ki, puan kadar önemli:
Pandemi arasından sonra oynanacak sekiz haftanın bugün beşe inmiş olması.
Altı maç için 7/8 puan farkla beş maç için 7/8 puan fark aynı mı?
Dünden bugüne “yüzde yirmi” daha belirleyici hale geldi puan farkları.
Yani, iki adayı kaldı şampiyonluğun:
Başakşehir ve Trabzonspor.
Peki hangisi mutlu sona daha yakın?
Fenerbahçe Kadıköy’de maçın üçte birini on kişi oynayan Malatyaspor’u zor güç, ıkına sıkına 3-2 yendi.
Peki, Malatyaspor’u 10 kişi bırakan neydi?
Bir tür “pandemi”!.. Evet; Covit-19 değil ama ondan çok daha eski ve inatçı bir virüs… Anadolu takımlarını kırıp geçiren, bulaştığında penaltı veya kart semptomları gösteren, bir türlü yok edilemeyen “kayırma” virüsü.
Bu kez Kadıköy’de hakemin düdüğünden fırladı. Malatyaspor’u enfekte etti. Malatyasporlu Gökhan atıldı. Daha da acısı bu “bulaşa” ununu elemiş 40’ına merdiven dayamış, sportif direktör olmuş “haksızlığa tahammül edemeyen”(!) Emre’nin sebep olduktan sonra üç maymunu oynamasıydı.
Malatyaspor’a yazık, Fenerbahçe’ye ayıp yazar bu galibiyet.
***
Maça gelince…
Polis kaportaya abanmış üzerine koyduğu koçandan yeni bir makbuz doldurmaya uğraşıyor, tepesine dikilmiş genç kızımız fena halde isyan ediyordu:
“İndiğim minibüste kimse maske takmıyordu, etraf maskesiz dolu, niye cezayı ben ödüyorum”!
Haklı… Kuralı çiğneyenlerin sayısı kurala uyanlara yakın. Birini cımbızlayıp ceza yazmak Allah’tan reva mı?
Ama polis de haklı… Talimat gelmiş, bir yerden başlayacak işte.
Hem kuralı uygulamak hata mı?
İşte hakem Alper Ulusoy’un sandıktan çıkarıp Galatasaray kalecisine uyguladığı penaltı ile biten altı saniye kuralı, aynen böyle bir şey ve tam Nasrettin hocalık!
Herkes haklı.
Tam iki sezondur adeta “yok etmek için” yaşıyor Fenerbahçe… Önce “mirasyedi” sandık, “terminatör” çıktı… Önünde, arkasında, tarihinde ne varsa hepsini yıkıp, parçalayıp, yiyip bitiriyor.
Bir tek rakiplere ilişmiyor.
Kolay değil tabi!.. Fırsatlar yenileniyor, camia büyük, tarihi çok zengin.
Lakin azmin elinden hiçbir şey kurtulmuyor!
Bakın bir haftada ne kupa bıraktı ne Avrupa şansı.
Çok tehlikeli bir noktada artık…
Sıfırı tükettiğine, hiçbir rakibe diş geçiremediğine göre, sıra kendi kendini yemeğe gelmiş olmalı!
Muslera’nın ayağındaki iki kemik birden kırılıp Andone’nin çapraz bağları kopan maçı 2-0 kazanmış Çaykur Rizespor’un başkanı Hasan Kartal, Galatasaray’ın yaşadığı talihsizliği üç kelimeyle özetlemişti:
“Allah’ın sopası yok”!
Futbol faciaları sıralamasında ölümden sonraki en dramatik yıkım karşısında -her ne kadar rakip de olsa- bir futbol adamı nasıl böylesine zalim ve duygusuz olabilirdi?
Ve daha vahimi; nasıl gökyüzünü işaret edebilirdi?
Çünkü geçen yıl kötü bir hakem yönetimiyle aynı Galatasaray’a yenilmişti Rizespor.
Kahrolmuşlardı.
Şimdi kahrolma sırası Galatasaray’daydı!
Fenerbahçe gibi bir dev için evinde 23 yılın ardından yenilerek yitirilen son kupa umudu “çöküş” anlamına gelir. Lakin çöküşün adını iyi koymak lazımdır. Çöken takımdır, tercihlerdir, planlardır. Fenerbahçe ise yine dimdik ayaktadır ve taraftarlarıyla birlikte dün akşamdan itibaren gelecek sezon için geriye sayımı başlatmıştır.
Doksan dakikaya gelince… İlk maçını 2-1 kazandığı Türkiye Kupası yarı final rövanşında Trabzonspor’un kendi hücum oyununu mu oynayacağı yoksa savunmada kalıp Fenerbahçe’yi önce moral açısından mı çökerteceği belli değildi ama Fenerbahçe’nin tek şansı erken gol bulmak, hatta fark yapmaktı. Çünkü karşısındaki takım soyunma odasına giderken bile pozisyona girip gol atabilen Trabzonspor’du.
Tam tersi oldu ilk golü Fenerbahçe yedi. Oysa alışılmışın dışında yakın, temaslı ve baskılı başladı Fenerbahçe. Ama bu baskıyı pozisyona ve gole götürecek aksiyonları yapamayınca, savunma bekleri oyuna katılamayınca, orta saha topu forvetine
Kadıköy’de tribünler kartondandı ama Vietnam savaşına kadar basılan “altın karşılığı Amerikan banknotlarından” daha değerli “Fenerbahçe aşkına” endeksliydi…
Fenerbahçe takımı ise güya kanlı canlıydı; aslında üflesen uçacak pelür kağıttan farksızdı.
Skora bakmayın… 87 gün sonra oynanan ilk Süper Lig maçının 87 dakikasına kadar Fenerbahçe’nin durumu aynen buydu.
***
Oysa kolay bir galibiyet umuyordu Fenerbahçe.
Kayserispor maçını kazanmak Fenerbahçe için “getirisi moral ile sınırlı” bir formaliteydi olsa olsa!..
Pandemi öncesi 7 hafta hasret kalınan galibiyetleri unutturmak ve dört gün sonraki önemli sınav için “prova” yapmak, diğer beklentilerdi.