Fenerbahçe alışılmadık şekilde istekli, tempolu bir başlangıç yaptı, pas yaptı, rakibin pas bağlantılarını kesti Konya’da ama maçın hikayesini Konyaspor yazmıştı zaten!
Son haftaların formda takımı Konyaspor kontrollü ve açık bir oyunla başladı maça. Sanki Fenerbahçe’yi küçümser gibiydi. Pek çok Anadolu takımı bu psikolojiye teslim oluyor ve Fenerbahçe de deplasmanda bu psikolojinin parsalarını topluyor.
Zaten sol beki Guilherme sakat, savunması zayıflamıştı, sert orta sahasından da eser yoktu ev sahibinin. Tam tersine Konyaspor orta sahası yüksek top kaybıyla oynayıp Fenerbahçe gollerinin önünü açan hattı.
Ev sahibinin taktiğini Pelkas-Thiam-Osayi veya Valencia verse bundan daha faydalı olmazdı kendilerine.
Santrafor arkasında esas yerinde oynayan Pelkas topla daha çok buluşup yerinde paslarını daha çok dağıtabildi. Osayi karşısındaki Adil’e sarı kart aldırdı, faul kazandı, sık sık sıfıra indi, içeri girdi. Valencia da orta sahadaki Mert Hakan’ın katkısıyla uzun dakikaları Konyaspor ceza alanında geçirdi. Thiam varlığı ile
Meçhul, bilinmeyen bir Antalyaspor yoktu ki Kadıköy’de… İronik bir şekilde hızlı ve önde oynama üstadı Ersun Yanal tarafından “savunmanın zirvesine tırmandırılan” bir takım vardı. Topu rakibe bırakıp 6’lı savunma yapıyor, fırsat bulunca hızlı Amilton ve Gökdeniz ile kontratağa kalkıyordu; bundan önce yenilmediği 11 maçtaki gibi.
Burada Erol Bulut takımının rakip savunmayı nasıl açacağı önemliydi. Ya da açamayacağı! Her takıma aynı şeyi oynayıp ilk yarıyı ziyan ettikten sonra takımı sahada yenilemenin alemi var mı?
Trabzonspor morali falan hikaye… İlk yarıyı ziyan etti Fenerbahçe. Ne Osayi’i Antalya savunması arasına sokabildi, ne Novak - Gökhan beklerini öne çıkarabildi. Ne de Mesut servis yapabildi. Servis yapacak Fenerbahçeli yoktu ki rakip ceza sahasında. Defans arkasına koşular da yoktu, çabuk yön değiştirme de…
Gol atamadı tabi. Ama yedi. En zor gol atılan savunmanın feriştahı takım karşısında neredeyse maça 1-0 mağlup başladı. Kabus gibiydi.
Denilecek ki, “gol Tisserand’ın bireysel hatasındandı”.
Evet,
Açık söylemek gerekirse Kadıköy’de Galatasaray ve Göztepe yenilgileriyle ortaya çıkan ve kaçınılmaz olarak Erol Bulut’un teknik direktörlük görevine düğümlenen krizde Fenerbahçe yönetimi de sportif direktörü de baltayı taşa vurdu!
Yanlış ata oynadı, yanlış yerde durdu.
Pazar akşamına kadar “Trabzonspor maçını da kaybetsin kovalım” gibi bir algı yarattılar kamuoyunda.
Ben söylemiyorum; Ali Koç itiraf etti… “Tam anlamıyla destek olamadık” dedi.
Sakıncalı adamı görünce karşı kaldırıma geçenler gibi.
Maçın hemen ardından Fenerbahçe Başkanı “biz kulübü sosyal medya veya basında yazılanlarla yönetmiyoruz” dedi ya; tam tersi… Tek sebebi “alem ne der” derdi.
Muhtemelen bire bir destek konuşmaları yaptılar Erol Bulut’la… Belki “sezon sonuna kadar görevdesin” bile dediler… Ama kimseye belli etmediler.
Hayret, maç kadroları belli olduğunda başladı. “Patron” çıldırmıştı sanki!.. Topun ağzındaki Erol Bulut tahtaya fantastik bir takım yazmıştı. Tıpkı ipin ucundayken Başakşehir’e karşı benzerini yaptığı gibi…
Ancak bu kez amaç “maça asılmayanlara” son mağlubiyetin cezasını kesmekti.
Sangare bekliyor, geçen yıldan beri ilk kez on birde başlamamış Gökhan oynuyordu. Caner İstanbul’da, Novak kulübede, Slazai sol bekti. Ozan yedek Mert Hakan direk orta sahaydı… Gustavo yokken, Mesut ve Sosa ile yetenekli ama yumuşak kalacak sanılan orta saha hiç de beklendiği gibi çıkmadı Trabzon’da ?
Üstelik de Karadeniz’in dalgaları gibi artarda maç kazanan, iyi savunan müthiş hücum eden, orta sahası topu ısıran Trabzonspor karşısında.
Peki ne oldu?..
Trabzonspor ezberlediği oyununu oynarken 40 dakika sakin, organize, basan, pozisyon bulan Fenerbahçe çıktı sahneye. Beş isabetli şutu Uğurcan’a takılmasa ilk yarıda üç gol atabilirdi Fenerbahçe.
Trabzonspor’un beklediğinden çok daha dirençliydi konuk takım. Hatta
Kimse bir yere gitmiyor Fenerbahçe’de… Bu saatten sonra gidemez. Ne bir futbolcu ne Hoca ne Sportif Direktör ne Yönetim ne Başkan…
Tam tersine, herkesin pozisyonuna/koltuğuna sıkı sıkı yapışma zamanı.
Hatta, herkes başkasının işine bile karışmalı!
Olağanüstü durumlara olağanüstü çözümler gerekir çünkü.
Nitekim Erol Bulut maçtan önce yayıncı kuruluşa ağzının payını vererek Ali Koç’tan rol çaldı. Ali Koç neden takımın üçlü defans oynaması fikrini ileri süremesin? Emre Belözoğlu Sosa’yı kulübeye çekmeyi teklif etmesin?
Madem ki, futbol ekip işi; ekip birbirini desteklemeli.
Topun ağzında diye Erol Bulut’un yerine hoca aramaktan “Fenerbahçe’nin teknik direktörünü değiştiren yorumcu olmak” sevdasından da vazgeçsin birileri.
Medyadaki hesap stada uymadı ve Erol Bulut ilk on bire Mesut- Pelkas ikilisini yazmadı. Daha doğrusu yazamadığını sandık…
Aslında sezon başından beri “önde ve baskılı” oynama vaat eden Fenerbahçe için ceza sahası dışından gol projeleri çizen Mesut’a en çok gereken Valencia ile Thiam’ın yanı sıra rakip kale önündeki Fenerbahçeli sayısını arttıracak Pelkas’tı.
Çünkü geçen hafta görüldüğü gibi baskılı oynadığı süreçlerde bile pozisyon zenginliği yaşayamıyordu Fenerbahçe.
Ancak, önde ve baskılı oynamanın şartlarından biri de forvetin fizik gücüydü ve belli ki Rize maçından beri takımdan uzak kalan Pelkas doksan dakikaya hazır değildi (her halde).
İyi de 56. dakikada neden Thiam’ın yerine “kurtarıcı” olarak girdi o zaman? Mesut Özil’in bile açık açık birlikte oynamak isteğini dile getirdiği Pelkas sahada olacak durumdaysa hamle oyuncusu diye saklanacak adam mı? Hem de önde ve baskılı oynamak istiyorsan!
Neresi doğru ki!.. Fenerbahçe’de en büyük
Derbiden bu yana bitmek bilmeyen kavgada Galatasaray’ın üç büyük yanlışı var:
Futbol jargonuyla “yüzde yüz gollük üç pozisyonda ofsayta düştü”!
Birincisi, “raconu bozdu”!..
Bizim bildiğimiz, derbilerden sonra bahane yaratmak/çamura yatmak eylemi kaybeden camianın alışkanlığı idi. Hatta “hakkı” sayılır ve biraz da bıyık altından gülerek hoş görülürdü futbol aleminde.
Hem kazanıp hem rakibi suçlamak var mı?
Kadıköy’den üç puanı almışsın; bırak rakibin yakınsın. Yaslan arkana tadını çıkar zaferinin.
Tam tersi Galatasaray… Fena halde agresif.
Müjdeyi hafta içi Emre Belözoğlu vermiş, Fenerbahçe’nin topu rakibe bırakan tatsız ve sonuçsuz oyunu bırakacağını söylemişti. Uygulamasında Erol Bulut’a ne gibi bir katkısı oldu bilinmez ama Karagümrük deplasmanına Mesut Özil ile başlayan Fenerbahçe yorulana kadar tam da bunu yaptı.
Diyeceksiniz ki, “ilk 11’de başlayan Mesut Özil’in farkı”!
O da var elbet… Ancak, Mesut oynayan takımın kalitesini yükselten bir futbolcu; tek başına mucizeler yaratacak değil. İşte Karagümrük karşısında Fenerbahçe’nin farkı “oynayan takım” ilaveten “Mesut Özil”di… En azından ilk yarı!
Topa sahip olan, önde oynayan, basan ve en önemlisi atak tamamlayan bir Fenerbahçe vardı 45 dakika. İkinci devre ise rakibin boşalttığı arka alana nefis kontrataklar yaparak başlayan Fenerbahçe maçı eski haline dönerek tamamladı. Yarım porsiyon oynadı yani…
Belki, eksikler dönünce tüm maça yayabilir sezon bitmeden!
Fenerbahçe’nin üstün olduğu yarıda kanatlarda Caner ve