Dibi görünmeyen denize bile olta atsanız çekeceğiniz balık kullandığınız misinaya, iğneye, yeme ve mevsime göre aşağı yukarı bellidir.
Derbiler ise herkesin görüş alanında uluorta oynanan, kimlerin nasıl oynadığı bilinen, sonuçta ne çıkacağı kestirilebilen olaylardır.
Hele taraflardan biri “mükemmele”, diğeri “kötüye” kıl payıysa… Hele bir yanda huzurlu, mutlu, umutlu Beşiktaş, karşısında tepeden tırnağa sancılı “bayat balık sendromu” yaşayan Galatasaray varsa!
Öyle “derbiler belli olmaz” türünden gizem yaratmanın alemi yok. Yazı-tura mı bu?..
Sezon başı kağıt kalemi alıp, “atan-tutandan” başlayarak puan hesabı yapanların “bu takımdan ne köy olur ne kasaba” dedikleri Beşiktaş, uzun zamandır rakiplerinden uzak ara futbol oynuyor işte.
Egemen, iştahlı, hızlı…
Kuyumcu terazisine gerek yok!
Daldaki “şampiyonluk kuşuna” bakarken eldeki “ikincilik kuşunu” bırakmadı Fenerbahçe… Hatta biraz sıktı galiba Kadıköy’de!
Maça öyle bir başladı ki ev sahibi, sanki sahada maç değil karnaval vardı.
Bilinen baskı değildi bu… Adeta sanattı.
Gol adamı Emrah’ı da bırakıp İstanbul’a gelmek zorunda kalan Erzurumspor, Fenerbahçe ile arasındaki teknik farkı bir tek şekilde kapatabilirdi; o da mücadeleydi.
Erzurumspor mücadeleyi biraz abartıp açık oynayınca, tam tersine Fenerbahçe’nin yetenekli orta sahalardan kurulu öndeki beşlisine istemediği kadar alan açtı ve gol yağmuru başladı.
Mesut topu özlemişti. Kanatlara geçince hem ortadaki ağır markajdan kurtuldu hem de İrfan Can’ı rahatlattı. Gezgin Mert Hakan ve içeri girmekte becerili Pelkas arkadaki top ustası Sosa’dan gelen paslarla Erzurumspor kalesini hallaç pamuğuna çevirdi ve 14 dakikada üç gol attı.
Ardından rölantiye aldı Fenerbahçe. Bir yandan aktif dinlenirken bir yandan da futbolun fantastik yönüyle ilişkili paslaşmalara,
Emre Belözoğlu ve Fenerbahçe zorlu Alanya sınavında “çakmış” sayılmaz ama “geçmesine” yetecek puan da yok ortada.
Sebebi “görünmez kaza”!..
Zira, maçın yarısını on kişi oynadı Fenerbahçe.
Ligin en baskın ekibine on kişi yenilmemek de iyidir ancak, amacı o değildi ki Fenerbahçe’nin.
Artık bekle ki, Beşiktaş iki kere yenilsin!
***
Oysa bir önceki maçtaki gibi harikalar yaratamasa da Fenerbahçe hiç de kötü başlamadı Alanya’da. Adım adım maçı eline aldı, yükseldi ama devre biterken Gökhan’ın atılmasıyla tepetaklak oldu.
Bence Fatih Terim “başkan adaylığını” geçen gün açıkladı, geometrisi zayıf futbol camiası pek kavrayamadı.
Terim’in Antalyaspor galibiyetinden sonra çizdiği ailesi, dostları ve Galatasaray’dan oluşan yaşam üçgeninde “açıortayların kesişme noktası ve iç teğet çemberin merkezi” Galatasaray Başkanlığıdır eşyanın tabiatına göre.
Nereden mi çıkardım?
Maç sonu açıklamasında aile ve dostlar köşeleri konu dışı olduğuna göre - Pisagor teoremi dahilinde- Galatasaray köşesinde basit bir “pozisyon değişikliği” var, o kadar…
Üçgen aynı üçgen.
Peki, neden şimdi, bu sezon ve bu yönetim sürecinde?
Galatasaray Başkanı, bir yandan Terim’in futbolcularını infaz ederken bir yandan Hoca’nın boş günlerde Bodrum’a (gezmeye değil evine) gitmesini konu yapmadı mı?
Fenerbahçe yılın en iyi futbolu ile başladı maça. Sadece bir devre ama sezona bedeldi… Sahaya yayılış, yardımlaşma, tempo, uyum hepsi on numaraydı.
Üstüne bir de coşku…
Keşke pandemi olmasa da Fenerbahçeli tribünden izleseydi 45 dakikayı. Böylesine Kadıköy’ü öylesine özlemişlerdir ki!
Skor kaçınılmaz olarak geldi.
Önde basıp rakibi kaleden uzak tutarak ve rakip savunma arasına arkasına toplar atarak bunalttığı Kasımpaşa’nın engel olması imkansızdı.
Rakamlara bakın; bir devrede rakip kaleye attığı şut 14, isabet 9, gol 3. Bu zamanda bu oyun; bravo Emre Hoca.Rakamlara bakın; bir devrede rakip kaleye attığı şut 14, isabet 9, gol 3. Bu zamanda bu oyun; bravo Emre Hoca.Kolay değil… Çok etkili olmasa da koşan, mücadele eden, can derdindeki bir Kasımpaşa vardı Fenerbahçe karşısında. Beşiktaş’ı bile yenmiş, ne yapacağı belli olmayan Kasımpaşa, Fenerbahçe baskısı karşısında kasıldı kaldı.Peki, neden (bir devre de olsa) yükseldi Emre Belözoğlu Fenerbahçesi?..Birincisi, Sosa’ya sahanın patronluğunu vermişti Belözoğlu. Diğer on
Başakşehir galibiyeti ortaya koydu ki, Fenerbahçe henüz “uçmuyor” ama “Kartal’ın” peşini bırakmaya hiç niyetli değil.
Çünkü “can derdindeki” Başakşehir’i kendi sahasında devirmek her takımın harcı değil.
“Güzel futbol” da cabası.
Sahadan talepleri “muhafazakar” ile “radikal” kadar zıt kutuplarda olsa da Aykut Kocaman ve Emre Belözoğlu’nun yöntemi aynıydı. Her iki hoca, ayıp olmasa sahadan alıp eve götürecek kadar “topa sahip olma” arzusundaydı ve maç aynen öyle başladı.
Bir ipte iki cambaz olunca maçın ilk çeyrek saati futbol yerine “şahane” geri paslar, “mükemmel” yan paslarla geçti.
Lakin daha istekli, daha organize olan, savunması kötü, forveti iyi sayılan Başakşehirdi. Daha doğrusu Fenerbahçe’nin aynı tarz rakip karşısındaki durgunluğu ev sahibini üstün gösteriyordu.
Belözoğlu’nun Altay ve Gökhan gibi iki zorunlu değişiklik dışında kazanan takımı bozmamak için sahaya sürdüğü
Bu sefer “faturayı” yükleyecek “Galatasaray düşmanları” yok ortada.
“Alman usulü” bile yapamazlar.
Başkanıyla, hocasıyla, futbolcusuyla ve dahi muhalefeti ile kendileri ettiler, kendileri buldular.
Cadı kazanı gibi kadim kulüp… Şimdiden “skandal şampiyonu” oldular.
Neden peki?
Dileyen dilediğini suçlasın; bana göre zanlı “dördüncü boyut”!..
Yani, zaman.
Malatya beraberliği sonrası kimileri Emre Belözoğlu’nu “ince kıyım” yapmaya girişirken “Sancılı Dönüşüm” başlığı ile Fenerbahçe’de uzak şehrin lambaları gibi yanıp sönen ışığa bu yüzden işaret etmiştim işte…
Sezonun son dönemecinde, aynı kadrodan futbol oynayan bir takım çıkarmak elbette sancılı olacaktı.
Ama bitmedi…
Daha çok sancı da var, daha çok iyi oynanacak futbol da.
Ha cesaret Belözoğlu!..
Evet… İlk yarı için skoru bir yana bırakırsanız -ki, sezon başından beri Fenerbahçe’nin ilk sıraya koyduğu sorunu skor değil oyundu- özlenen Kadıköy manzarası vardı ortada.
Koşan, mücadele eden, önde kalabalıklaşan Fenerbahçe’ydi. Görevini yapmayan tek futbolcu yoktu sahada. İlk düdükle birlikte Gaziantep’i kendi yarı alanına, hatta ceza sahası çevresine hapsetti ve yarım saat çıkartmadı.