Cumhuriyet tarihimizin en sinsi, en tehlikeli örgütünün Fenerbahçe’ye çökmeye çalıştığı ve Fenerbahçe’nin örgüte karşı ilk kitlesel direniş için alarma basıp Türkiye’yi uyandırdığı tarihten bu yana tam 11 yıl geçti.
Kanlı kalkışma ile örgütün foyası ortaya çıkalı 6 yıl oldu.
Önce suçlu sonra mağdur olarak mahkeme kapısında geçti seneler.
Ve inanılmaz bedeller ödedi Fenerbahçe...
Onuruyla oynandı, iftira edildi, boyun eğmedi.
Başkanı, yöneticileri zindana atıldı, kişisel mağduriyetler bir yana konup mahkemeden “memleketin elden gittiği” haykırıldı.
Kupası elinden alınıp ikinciye verilmeye çalışılarak futbola nifak tohumları ekildi bölücülüğün şahikası örgüt tarafından.
Sadece Fenerbahçe’de değil; “patronu çıldırıp” kasayı patlatarak “büyük beden yabancı hoca” ithal eden her kulüpte, nasıl gelirdi işin devamı?
Dipsiz kuyu gibi!
Eldeki kadroya falan aldırmazdı lütfedip gelmiş teknik direktör. Talepleri ya imzadan önce konmuş olurdu masaya ya da hocanın iç cebinden çıkardı:
“Yıldız topla benim için” !..
Afalladık Jorge Jesus’u görünce…
Adam “çilekle” falan girişmedi işe. Önce pastanın kremasını, hamurunu düzeltmeye, süsüne değil lezzetine odaklanmaya kalktı.
Hazırlık maçında korneri Novak’ın kafasına çarptırarak gol atan Lincoln adrese pasları garantiye almak, Bruma ve -muhtemel transfer-Emre Mor iki kanada birer turbo motor takmak değil mi?
Tezat ve kara mizahın tam kıvamında harmanlandığı bir özeleştiridir “bizde hiçbir başarı cezasız kalmaz” cümlesi.
Çok kullanılır, çünkü rutin bir uygulamadır.Hele futbol gibi üsttekini paçasından çekerek yükselmek geleneğine sahip Dolar ve Euro dünyasındaki kurtlar sofrasında…
Ve yeşil saha ile sınırlı değildir.
Bakın, TFF yeni bir başkan edindi. Başkan Mehmet Büyükekşi’nin ilk direktifi tüm federasyon kurullarından istifasını istemekti.
Aslında haklıydı… MHK, Tahkim, Ceza ve Gözlemciler kurulu gibi hatalar yapmış, güven yitirmiş, yıpranmış kurulları yenilemek, makul ve mantıklıydı. Sonuçta, o kurullara verilen notlar etkiliyordu futbolun huzuru ile TFF’nin ağırlıklı puanını.
Lakin, sorun çıkarmadan maçını izleyen adamın da nasiplendiği “tribüne ceza” gibi toplu infazda “kurunun” yanında yanan “yaş” da vardı.
Mesela, TFF Engelliler Koordinasyon Kurulu.
Seçim ve yeni yönetim umalım ki, arınma, beyaz bir sayfa açma fırsatı olsun Galatasaray’a…Mümkün mü?.. Çok zor!
Çünkü ağır sorunlar var dünden bugüne… Pek çok yanlış iliklenmiş düğmeler, maddi manevi harcanmış değerler, aynı çatı altında birbirlerine düşman insanlar var. Sadece taraftarın odaklandığı ve kulübü sırtlayan futbol yok!..
Hem de çok uzun zamandır.
Mesela, bir sezonu bile tamamlayamadan erken emekli edilen “tek kullanımlık” başkanla geldi bu seçime Galatasaray…
Kendisiyle birlikte efsane teknik direktörü Fatih Terim’e yazık ederek ve bir başkan ile bir hocanın hiç görülmemiş atışmalarını sergileyerek üstelik.
“Terim’i göndermekte geç kaldım” diyen başkana “velini getir” yanıtı Galatasaray başkanlık makamını zedelemedi mi?
Kaybedilmiş sezonun ardından yenisi gelirken sahadan, takımdan elini eteğini çekip seçim tarihini belirlemeye uğraştı kadim kulüp.Ardından başkan adayları ortaya çıktı… O bile birkaç
Işıl ışıldı Stefan Kuntz’un gözleri... Belli ki, “duraklama ile gerileme devri arasında bekleme yapan” A Milli Takımımızı uçuracak formülü bulmuş, bizlerle paylaşmak üzereydi.
Ve çok dayanamadı, basın toplantısının başında güm diye koydu önümüze:
“Milli Takıma yogayı getiriyoruz”!..
Hurraaa!..
Ya... İşte bize böyle süper projelerle gelin. Berrak zihinler esnek bedenler vaat edin. Geleceğe yatırım budur. Bravo Kuntz. Helal olsun Hamit Altıntop. Milat olur milat!
Senelerdir “Bizde ne eksik de un/şeker/yağ varken ağzımızın tadı yok” diye kafa patlatıyorduk; hiç aklımıza gelmemişti yoganın icat edildiği coğrafyanın futboluna bakıp feyz almak. Hindistan Milli Takımı niye buldozer gibi sanıyorsunuz? Çünkü her çocuk yogaya doğuyor, her genç az veya çok yogi oluyor oralarda...
Bizde yoga, müstehcen ihbarı yapılıp yasaklanmazsa hanımefendilerin terapisi sayılıyor. Biraz uğraştılar ama görev tanımlarını zorlama pahasına çareyi şıp diye buldu
Jorge Jesus’un Fenerbahçe hocası olması dört sezondur hayal kırıklığı yaşamış ve yaşatmış bir Başkan’ın “arınma” girişimi veya şampiyonluk için çıta yükseltme hamlesi değildir sadece...
Tarihi bir kavşakta yol tercihidir.
Süper Lig’in her sezonunu kocaman bir adım kabul edersek, bazen güçlü bazen sarsak, bazen yoluna kurulan tuzaklardan, sıkılan kurşunlardan kurtularak gelmiş, bir sapakta yolunu seçmiştir Fenerbahçe.
Seçilen “paralı yoldur”!.. Hem de euro bazında...
Kimisi “devrim” diyebilir buna…
Ki, onlar da haklıdır.
Rakiplerinin hayal bile edemeyeceği şekilde, takımı alınabilecek en iyi teknik direktör ve onun alınabilecek en iyi futbolcu tercihleriyle donatmak, elbette futbol denilen “çok bilinmezli” denklemi çözmek değildir ama yarışı asimetrik hale getirip başarı şansını tavana vurdurmaktır.
Yeni sezonda Fenerbahçe’nin başına hangi hocanın geleceği ve sahaya hangi “özel” isimleri süreceği kadar önemlidir 1/3 futbol yılında takımı paketleyip, yıpratmadan, düşürmeden, kırmadan, kaybetmeden, adrese tertemiz teslim etmek.
Hem de üzerinde Sarı-Lacivert kocaman bir “Avrupa” kurdelesiyle…
Fenerbahçe’de ümitsiz sanılan operasyon başarılmış, son nokta Malatya deplasmanında konmuştur sezon itibarıyla.Söylemek boyun borcu; Kartal’a “ara dönem” dediler, dört senedeki tek “ana dönem” onunkiydi!
***
Sonuca bakmayın; Malatya’daki maçın ilk yarısı asimetrik başladı, devre bitmeden dramatik hale geldi. Hiç de ligin son maçı gibi oynanamayan mücadele dolu karşılaşmanın yarısında kaleciler Abdulsamet ve Altay başroldeydi.
Yirmi dakika her bakımdan üstün, rakibini ceza sahasına hapsetmiş Fenerbahçe’nin gole kadar dört pozisyonu ve bir de VAR’dan dönen golü vardı ve bu arada Barış’ın kırmızı kartıyla ev sahibi 10 kişi kalmıştı.
Ancak, Malatyaspor ilginç bir
Baba Hakkı’dan Süleyman Seba’ya kadar yaşım yeten tüm Beşiktaş efsanelerini tanıma onuruna ulaşmış, Ahmet Nur Çebi’yi dikkatle izleyen bir kalem emekçisi olarak açıkça söylemeliyim ki, Beşiktaş ipek zıbınla doğmuş bir kulüptür.
Kartal’ın en ağır yükünü sırtlayan, cüzdanıyla birlikte boylu boyunca taşın altına yatan Beşiktaşlıların, yani başkanların kumaşı zariftir ama ok işlemez. Beşiktaş’ın zenginliği insan unsurundan gelir. (istisnalar kaideyi bozmaz)
Ve açık söyleyeyim Ahmet Nur Çebi, o neslin devamıdır. Eğmeden/bükmeden; sanki “ikinci” Süleyman Seba’dır kendisi. Kadife kındaki keskin kılıçtır. Her daim ölçü ve hesap vaat eder. Gücü sesinin desibelinde değil dile getirdiklerinin doğruluğundadır. Umarım Beşiktaşlılar Süleyman Ağabey’e reva gördükleri vicdansızlıkla yollamazlar onu da sonunda.
Bakın… Baba Hakkı ile ilk masaya oturduğumda torunu yaşındaydım ve asker arkadaşı gibi saygı sevgi gördüm. Eğlendim. Hatta yan masadakiler bile bize transfer oldu keyfe