Bazen bir şeylere ara vermek, bir aralıktan bakmak isteriz. Baştan başlamak, rotayı değiştirmek ya da bıraktığımız yerden devam etme gücümüz her zaman aktif. Duygumuzda, düşüncemizde, hayatın akışında ferahlığa ihtiyacımız var. Geçmişte olana, olmayana, gelecekte olacağa… ara verebilir, anda kalıp derin bir nefes alıp yaşama devam edebiliriz.
Hikayemiz kimliğimizin parçasıdır. Hikayemizi de geçmiş, hayaller, olmayanlar, duygular, düşünceler, geleceğe bakışımız, anla ilişkimiz… oluşturur. “Ben”den “bana” iletişimi kuvvetlendirmek için hikayeye ara vermek gerekebilir. Kimliğinin ana teması sensin, kendine olan bağlılık için hikayeyi durdurabilir ve yeniden başlatabilirsin.
“Nasıl ara veririm?” Diye soruyorsan,
· Sadece nefes almaya, soğuk havanın içinde dolaşmasına odaklanabilirsin. Zamanda minik bir ara verebilirsin.
· Geçmişin geçtiğini hatırlayabilirsin. Anda kalarak zamanı doğru parselleyebilir, aktif olmayanı geride bırakarak doğru zamanda kalabilirsin. Böylece yaratım gücüne alan açabilirsin.
·
Zaman, elimizden su gibi kıp gittiğine inandığımız, kontrol edemediğimizi düşündüğümüz derin bir kavram. Hayatımızda zamanın baskısını oldukça fazla hissediyor ve yoruluyoruz. İşleri bitirme zamanı, sabah kalkma – akşam yatma zamanı, diş fırçalama zamanı, ödeme zamanı, sınav zamanı, evlenme zamanı, çocuk yapma zamanı, ev-araba alma zamanı… Ne çok uyulacak ve yönetecek zaman var hayatımızda.
Zaman da bizden yoruluyor. Zamanın sabit bir ritmi ve akışı var. Bizler ona fazlaca anlam yüklüyoruz ve o kendi akışında kendince usul usul giderken ona kızıyor, yetişemiyorum diyoruz. O ise bilge bir tavırla gülümseyip “İşte buradayım, gel uyumlu hareket edelim” diyor.
Zaman, vakit çok kıymetli. Günlük hayatı her şeyin bir zamanı olduğuna inanıp onlara yetişmeye çalışırken yönetemiyor, kendimize ve zamana haksızlık ediyor olabiliriz. Ayrıca yaşam yetişmekle sürdürülecek bir kavram değil. Yaşamı hissetmeye ihtiyacımız var. Zamanı kovalayıp yaşamı hissedemeyiz.
Yetişemiyorsanız, zamanla kavgalıysanız, “Hiçbir şeye vaktim yok”
İnsan önce rahme doğar. Yumurta ile sperm buluşur, canlılık başlar. Büyür, gelişir, rahimde tamamlanır ve dünyaya doğar. Hayata, aileye, var olmaya doğar. Doğum enerjisini tekrar etmek ister. İnsan hayatın içinde doğmaya devam eder.
Evden çıkıp okula başlar, kurumların içinde var olan birey olmaya doğar. Öğrenmeye, bilincini beslemeye doğar. Kurallarla birlikte hareket etmeyi öğrenir iyiden iyiye topluma doğar. Hem birey hem de toplumun bir parçası olarak ilerlemeyi bilir.
Her yeni taşınma bir doğumdur. Yeni mekanlar, şehirler, ülkeler yeniden doğmayı getirir. Yeni işler, aynı anda birçok iş yapmak ve içlerindeki büyük değişimler doğumdur. İnsan çalışırken, üretirken, işini yaparken kendini keşfeder ki her keşif kendine yeniden doğumdur.
Yeni ilişkiler, ilişkilerin içindeki insanın kendini yeniden buluşu, diğerleri ile uyumu ya da uyumsuzluğu, arayışı, beklentileri, duygularla ilişkisi yeniden yeniden doğumdur.
İnsan her mevcudu değiştirdiğinde, kendisinin yeni bir versiyonunu keşfettiğinde, neler yapıp neler yapamayacağını gördüğünde, ilerlediğinde,
İş yapma ve yaşama şeklimizin pandemi ile değişmesi sonucunda hemen her şey birbirine karıştı. Evde çalışmak aile içi rollere müdahale etmiş gibi görünse de birçok faydayı da beraberinde getiriyor. Yola ayrılan zamanın uykuya teslim edilmesi, aile bireyleriyle daha fazla zaman geçirilmesi, iş bitince dikkatin kişinin kendisine ve ailesine dönebilmesi gibi faydalar sürecin daha sevgi dolu yönetilmesine sebep olabiliyor.
Bebeğini bırakmak istemeyen anneler için, çocuklarının online derslerini takip edemeyeceği endişesinde olan ebeveynler için de evden çalışmak oldukça tercih edilen bir yöntem oldu. Sabah işe gitmek için 2-3 saat önce uyanmak zorunda olanlar ve aynı şekilde akşam eve dönmenin çok zaman aldığı mesafeleri aşmak zorunda kalanlar için de evden çalışmak stresi azalttı.
Salgın endişesi de evde çalışma sürecinde kontrol edilebilir bir seviyede kalabiliyor. Böylece duygu durumunu daha sağlıklı halde tutmak kolaylaşıyor. Evinde, en güvenli ortamda kalıp çalışmak güvende hissetme duygusunu beslediği için
Hepimiz birçok yetenekle geliyoruz. Ailemizin hayallerini ve beklentilerini karşılamak, kendimizi bulmamızın vakit alması, toplumsal normlar, baskılar, akran zorbalıkları gibi çeşitli etkenlerle yeteneklerimizi keşfetmemiz erteleniyor. Zamanın içinde kendimizi bulmaya çalışırken yeteneklerimizi de arıyoruz çünkü onlar önemli parçamız.
Yetenek denildiğinde akla şarkı söylemek, resim - heykel yapmak gibi sanatsal özellikler geliyor. İnsan nice yeteneklere sahipken yeteneğin akıllarda sadece sanatsal olarak kayıtlanması oldukça büyük eksiklik.
Çözüm bulmak yeteneklerin en önemlisi. Çözüm bulduğumuz kadar yetenekliyiz. Çözüm kadar çözümsüzlük de bir yetenek. Olayları, durumları, ilişkileri çözüm tarafından ele almak yeteneği pozitifte tam tersi çözümsüzlükle ilerlemek negatifte kullanmayı getirir.
Doğayla bağ kurmak, şifayı kullanmak, doğru kişilere doğru şekilde yardım etmek, ihtiyaçları görmek ve doğrudan ihtiyacı gidermek, geleceğini tasarlamak, hayal kurmak ve
Henüz varlığı olmadan insana kucak açmış, barındırdığı her şeyi kullanıma açmış, besin, su vermiş, barınma alanları ile korumuş… İnsan dünya için her zaman önemli ve öncelikli olmuş. Zamanla insanın değer listesinde geriye, geriye, geriye düşmüş. Yine de sevgi ve saygıyla insanı birinci sırada tutmuş.
Bu bir masal değil, gerçekliğimiz. Sadece birbirimize değil, Dünyaya çok acı çektirdik. İçindeki ve üzerindeki insandan bağımsız canlılığa en kalpsiz tarafımızı gösterdik. Çok değer verdiği insanlığın birbirini kırmasını izledi. Toprağına akan kanı hiç ama hiç istemedi. İnsanın diğer canlılara olan hükümranlığını izledi. İnsana inanıp güvendi, “Bir gün insan ne olduğunu anlayacak ve kalbiyle düşünmeye başlayacak” dedi. Sabretti.
Tüm bu süreçte insanı kesinlikle cezalandırmadı. Deprem onun insanı silkeleme hareketi olmadı hiçbir zaman. Tsunami insanı süpürme hareketi değildi. Dünya da insan gibi canlı, içinde ve üzerinde çeşitli hareketleri oluyor ve bunlar sadece onun
Gelecek yaşamın bilinmeyen, isteklerle dolu, belirsiz alanıdır. Belirsiz olması birçok negatif duyguya sebep olabilir. Tarih boyunca insan geleceği bilmeye, öngörmeye çalışmış, olacak olana hazır olmak istemiştir. Genetiğimizde ve zihinlerimizde bu dürtü devam ediyor.
Gelecek mutlak olasılıklarla örülüdür. Hangi ihtimalin gerçek olacağı ise yaşananlara, anlara ve inançlara bağlıdır. Mutlak olasılık en iyiden en kötüye tüm ihtimalleri içerir. İnançlarımızla hangi ihtimallere canlılık vereceğimizi belirleriz. Örneğin “Ben seviliyorum” inancı, sevgi içeren, sevgiyi ifade eden kişilerle birlikte olmayı barındıran ihtimallere canlılık aktarır. “Beni kimse sevmiyor” inancı sevgiden uzak duran, sevgi alışverişini zorlaştıran ihtimalleri canlandırır.
İnançlarımız her ne kadar yaşadıklarımızdan oluşsa da aynı zamanda yaşayacaklarımızı da belirler. İnançlar hep aynı şekilde yaşamamızı sağlar. Bu anlamda iç sesimiz ve dış sesimiz eşit oranda çok önemlidir.
Önerim, yaşamaya niyet ettiğiniz gibi cümleler kurun ve
Şifa genellikle dışarıdan alınan, başkalarından gelen bir kavram gibi işleniyor daha çok. Her türlü enerjinin çeşitli uygulanma yöntemi olabildiği gibi şifanın da çeşitli uygulanma yöntemleri vardır. Kendi kendine şifa vermek, kendinin şifacısı olmak da şifacılığın uygulanma alanlarından birisidir.
Şifayı aktive etmenin en kolay yolu bir süre “Ben sevgiyim, ben şifayım” cümlesini bol bol içinizden geçirmektir. Şifanın sizde olduğunu kabul edin ve bu cümleyi söyleyin. Ellerinizde ve diğer tüm şifa kapılarınızda şifanın aktive olduğunu hissedebilirsiniz.
Sözün kıymetini bilerek pozitif konuşmak kendine şifa olmak için anlamlı bir yoldur. Sözün pozitif olması süreçlerin akışkan olmasına destek verir. Pozitif konuşarak yaşam yolunu akışkan hale getirip zaman kazabilirsin. Zamanın artıp çoğaldıkça dilediğin gibi kullanabilirsin.
Olmasına niyet ettiğin her şey için hayal kurup keyifli duygularını hayaline aktararak şifanı hayallerin için kullanabilirsin. Hayallerini duygularınla besleyerek gerçekleşmesini sağlayıp kendine olan