Zafer İşeri - İsim ve soyadı değiştirme, kişinin şahsına sıkı sıkıya bağlı bir haktır; isim ve soyadı değiştirme hakkının kullanılması devredilemez, kişi ya kendisi ya da özel yetkili vekaletname verdiği avukat ile değiştirme hakkını dava yoluyla kullanabilir. İsim değiştirilmesini talep eden kişinin yaşı küçük ise, velayet hakkına sahip veliler veya vekaletname verecekleri avukat tarafından da bu dava açılabilir. Kişilerin en önemli kimliklerinden biri ad ve soyadı olarak kabul edilir ve kişiler, toplum içinde ad ve soyadı ile bilindiğinden bunların değişimi belli bir hukuki prosedüre bağlıdır.
İsim ve/veya soyadının düzeltilmesi davası ile değiştirilmesi davası arasında farklılıklar vardır. İsim ve soyad değiştirme davası ile davacı, ad veya soyadını tümüyle değiştirmekte veya mevcut ismine yeni bir isim eklemektedir. İsim ve soyadı düzeltme davası ile davacı, isminde mevcut olan bir hatayı ortadan kaldırarak ismi düzeltmektedir. Örneğin, nüfus kaydında Kaan olan ismin Kağan yapılması gibi. Her iki davanın da hukuki niteliği aynıdır. Ancak isim veya soyadı düzeltme davalarında tanık
İsmail Özcan / Eğitimci/Yazar<br><br>Mısır’ın, yüzü esmer, gönlü apaydınlık bir Müslümanı olan felsefe profesörü Hasan Hanefi, 21 Ekim 2021’de, 86 yaşında ebedi âleme göçtü. Hasan Hanefi, Mısır’ın hem İslam dünyasında hem de dünya genelinde en çok tanınan bilim insanıydı. Ana bilim dalı İslami ilimler ve felsefe, üzerine özel olarak eğildiği alan ise İslam’ın yaşadığımız çağın problemlerini çözebilecek şekilde anlaşılması, yorumlanması ve bu çabanın en büyük engeli olan gelenekçilikle mücadele idi. Bu yüzden o da kendi ülkesindeki ve başka Müslüman ülkelerdeki benzerleri gibi çok ağır suçlama ve hücumlara hedef olmuştur. Ama o doğru bildiğinden şaşmamış ve bu yolda birbirinden değerli eserler vermiştir.
Bugün bütün dünya Müslümanlarının en temel sorunu dinin geçmiş yüzyıllardaki yorumlarına sıkı sıkıya bağlı kalmak; günümüzün çok farklı, çok çeşitli problemlerine de aynı yorumları
Bülent Akarcalı
İstanbul’da ödediğimiz taksi ücretinin ortalama yarısı plaka sahibine gider. Şu anda aylık kira on bin TL civarındadır.
Bu on bin TL/ay olan rantı devre dışı bırakırsanız taksi ücretleri yüzde 50 düşer.
Plaka sahibi, 120 bin TL kazanca karşın, yılda 3 bin TL vergi öder! Aynı miktar emlak kira geliri olsa en az yüzde 20 yani 24 bin TL öderiz. Buna ayrıca yıllık emlak vergisini de eklemek gerekir.
Yani başınızı sokacağımız, aile olarak yaşayacağınız bir daire için, bir taksi plakası sahibine kıyasla en az on defa daha fazla vergi veririz. Kutsal olan, sanki aile yuvası değil, taksinin plakası ve sahibidir!
Rant emek karşılığı elde edilmiş hak değildir.
Bu da gösteriyor ki; halka hizmetin koşulsuz bir zorunluluk olduğu çağımızda, bu şart ve ortamda taksi plaka sahibi olmak, taksi plakasının bir bedelle satılması artık bir hak olmaktan çıkmıştır.
Geçmişten kalan taksi plakasından rant sağlama düzeni, günümüz için, başka mesleklerde görülmeyen tam bir sosyal ve ekonomik kamburdur. &
Prof. Dr. Cengiz Kuday<br><br>Atatürk yurt kurtarıcılığının yanı sıra birbiri ardına devrimlerini gerçekleştirmiştir.<br><br>O zamanki Birinci Meclis çoğunluğunun bu devrimlere inanmadıkları; karşı olduğu bilinirken Atatürk ne düşünüyor idi; gayesi ne idi. Medreseden yetişme şeriatçıların vicdanları üzerindeki egemenliği yıkıp laik bir devlet sistemine girmedikçe; dünya işçilerini yalnız akıl yolu ile çözüp çevirmedikçe dini sadece Tanrı ile kulu arasında bir vicdan işi olarak bırakmadıkça, baştaki istibdat yıkılsa bile Tanrı adına toplumu hükmü altına tutan geri medrese şeriatçılığının yarattığı yığın despotluğu önlenmedikçe, eğitim sistemi laik müspet ilimlere dayanan eğitimle değişmedikçe, toplumu değiştirmeye, ilerlemeye, kalkındırmaya vicdan ve akıl hürriyet yolundan siyasi hürriyete kavuşturmaya, resmi devamlı ve kararlı bir hürriyet resmi yapmaya imkan yoktur.
Atatürk’ün amacı devrimciliği köylere yaymak; din görevlilerini de bu düşünce tarzında
Dr. Cavid Veliyev / (Uluslararası İlişkiler Analizler Merkezi)<br><br>44 günlük savaş sonrasında Azerbaycan’ın Karabağ zaferini belgeleyen üçlü bildiri 10 Kasım 2020’de imzalandı. 44 günlük savaş sırasında birkaç defa Ermenistan’a savaşı sonlandıracak anlaşma imzalanması teklif edilmiştir. Tabii ki, Azerbaycan’ın şartı Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesi şart koşulmuştur. Fakat Ermenistan tarafı bu teklifi reddederek savaşa devam etmiş ve çok ağır bir yenilgiye mahkum edilmiştir. 8 Kasım 2020’de Azerbaycan’ın kültürel başkenti Şuşa’nın Ermeni işgalinden kurtarılmasından sonra 25 bin askerinin kuşatma altına düşmesi tehlikesi ile karşı-karşıya kalan Ermenistan 10 Kasım tarihinde Azerbaycan’ın şartlarını kabul ederek bildiriyi imzalamak zorunda kalmıştır.
Tabii ki, bu bildirinin önemini birkaç açıdan anlatmak mümkündür. Özellikle savaştan önce Dağlık Karabağ sorunun çözümü için Azerbaycan’a yapılan tekliflerin içeriğini gözden
ZAFER İŞERİ<br><br>Bir çocuğu sevgisiyle büyüten, ona emek ve değer veren kişiler biyolojik açıdan olmasa da gerçek anlamda anne ve baba olabilirler. Bu şekilde evlat edinmek de ebeveyn olmanın alternatif yoludur. Evlat edinmenin amacı, evlat sevgisini tatmak ve yaşamaktır. Evlat edinmenin her halde küçüğün yararına bulunması ve evlat edinenin diğer çocuklarının yararlarının hakkaniyete aykırı bir biçimde zedelenmemesi gerekir.
Arada 18 yaş olmalı
Peki evlat edinmenin şartları nelerdir? İlk olarak birlikte evlat edinebilme açısından evlat edinilmek istenilen küçük ile koruyucu aile arasında en az 18 yaş bulunmalıdır ve sadece evli olanlar birlikte evlat edinebilirler; evli olmayanlar birlikte evlat edinemezler. Bunlara ek olarak eşlerin birlikte evlat edinebilmeleri için alternatif iki şart aranmaktadır; ya eşlerin en az beş yıldan beri evli olmaları gerekmektedir ya da eşlerin her birinin otuz yaşını doldurmuş olması gerekmektedir. Birlikte evlat edinme için bu iki şarttan sadece birinin bulunması yeterlidir.
Birlikte evlat edinme haricinde eşlerden birinin evlat
Oktay ÇETİN / Dr.Öğr. Üyesi Kapt. - Barbaros BÜYÜKSAĞNAK / Öğr. Gör. Kapt.<br><br>Yirminci yüzyılın başlarına kadar hiçbir ülkeye ait olmayan adaların durumu madenciliğin bölgede önemli bir endüstri haline gelmesiyle değişmiştir. Bölgedeki arazilerin değer kazanmaya başlamasıyla birlikte güvenilir bir yönetim ve mevzuat ihtiyacı gündeme gelmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından 9 Şubat 1920 tarihinde Fransa’da imzalanan “Spitsbergen Antlaşması” ile adalar resmen Norveç egemenliği altına girmiştir. Antlaşmanın yürürlüğe girdiği 1925 tarihinde adı Svalbard olarak değiştirilen adalarla ilgili imzalanan antlaşma günümüzde yaygın olarak “Svalbard Antlaşması” olarak anılmaktadır.
Türkiye’nin ilgisi
Antlaşma ile adalara taraf devletlerin lehine olmak üzere Norveç anakarasındaki yerlerden farklı olarak uluslararası özel bir statü kazandırılmıştır. Buna göre; Norveç’in tam ve mutlak egemenliği altında olsa da antlaşmaya taraf devletlerin vatandaşları adaların
Oktay ÇETİN / Dr.Öğr. Üyesi Kapt. - Barbaros BÜYÜKSAĞNAK / Öğr. Gör. Kapt.<br><br>Pîrî Reis Üniversitesi öğretim üyeleri olarak hazırladığımız ve International Journal of Environment and Geoinformatics (IJEGEO) dergisinin Eylül 2021 sayısında yayımlanan “Turkey’s interest in the Arctic region: the evaluation of being a party to the Svalbard Treaty” başlıklı makalemizin kısa bir özetini Svalbard anlaşmasının öneminin ve Türk vatandaşlarına sağlayabileceği avantajların anlaşılması maksadıyla kaleme aldık.
Kuzey Kutup Bölgesi olarak da bilinen Arktik Bölgesi; Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika kıtalarının kuzey kısımlarını ve bu üç kıta arasında yer alan Arktik Okyanusu’nu içermektedir. Buzla kaplı olan ve dünyanın en küçük okyanusu olarak kabul edilen Arktik Okyanusu, ortalama 987 metre derinlik ile diğer okyanuslara kıyasla daha sığdır ve kapsadığı 14.090.000 km²’lik alan ile dünyanın en büyük denizi olan Akdeniz’den beş kat daha büyüktür. Kanada, Danimarka, Finlandiya,