Eskiden bağımlılık dendiğinde alkol, uyuşturucu, kumar bağımlılığı gibi “klasik” bağımlılıklar akla gelirdi. Teknolojinin imkânlarıyla kuşatıldığımız günümüzde bunlara bir de teknoloji bağımlılığı eklendi. Cep telefonları, e -postalar, cep bilgisayarları, ve diz üstü bilgisayarları gibi saymakla bitmeyen sanal dünya taşıyıcıları her geçen gün bizi kendilerine daha çok bağımlı kılıyorlar. Bağımlılık bir kişinin sosyal, psikolojik veya biyolojik yapısını olumsuz etkilediği halde belirli bir davranışı yapmaya devam etmesi şeklinde tanımlayabiliriz. Teknolojik bağımlılık da diğer bağımlılık türleri gibi yaşamımızı rayından çıkarabilir ve yaşam dengemizi bozabilir. Öte yandan teknolojinin “şalterini” tümüyle kapatıp kendimizi bu olanaklardan soyutlamak da neredeyse mümkün değil. O zaman doğru dengeyi nasıl kuracağız?
Teknolojinin ve burada esas konumuz olan iletişim teknolojisinin amacının insanın yaşamını kolaylaştırmak ve onu mutlu etmek olarak görürsek bugün teknoloji sayesinde geldiğimiz noktanın aslında çok farklı olduğunu kabul etmeliyiz.
Esma Sultan Yalısı’nda verdiğimiz konferanstan sonra, o akşam Ali Kırca’nın “Siyaset Meydanı” programına katıldık. Gece saat 02.00 civarında yorgun argın yatıp, ertesi sabah saat 08.00’de İntermed’deki odamda buluştuk Columbia Üniversitesi New York Presbyterian Hastanesi’nden Prof. Dr. Mehmet Öz ile. Çay içerken de konuştuk.
Mehmet senin bu son kitabından biraz bahsetsene...
“Hasan” dedi Mehmet, “SİZ: Genç Kalın” adlı kitabım Amerika’da geçtiğimiz kasım ayında yayımlandı ve SİZ serisinin diğer bütün kitaplarından daha yüksek bir satış rakamına ulaştı. Bu başarının en önemli sırrı aslında insanların uzun ve zinde yaşam konusuna olan ilgisi. Eğer vücudun nasıl yaşlandığına dair temel prensipler öğrenilirse, herkesin 100 yaşına kadar dinç kalabilme şansının olduğunu düşünüyorum.
Kitabımda kişilerin genç kalma planını sunuyoruz. Nasıl ve hangi tıbbi taramaların (Check-Up) yapılması gerektiğini, nasıl daha kaliteli uygulanabileceğini ve öfke ve stresle nasıl baş edilebileceği gibi pek çok konuda
Altı yıldır birlikte sağlıklı yaşam konferans veriyoruz. New York Presbyterian Hastanesi Columbia Üniversitesi doktorlarından Doç. Dr. Jülide Tok Çelebi, Doç. Dr. Özgen Doğan, Prof. Dr. Mehmet Öz ve ben. Bunlar İntermed ve NYP’nin birlikte düzenlediği konferanslar ve doktorlara değil, halka yönelik. Her sene de bir ana sponsorumuz olur, bu sene UNO Ekmek ana sponsorumuzdu, basın sponsorumuz ise Alem dergisiydi. Ortaköy’de Esma Sultan Yalısı’nda tertipledik konferansı. Pr- Ekstra’dan Mana Gülan ve ekibi altı senedir olduğu gibi bu sene de konferansın organizasyonunu üstlenmişti.
Bu sene değişik bir yaklaşım uyguladık, 20’şer dakikalık konuşmalarımızın arasına 20’şer dakikalık değişik aktiviteler koyduk. UNO’nun esmer yani tahıllı ekmekleriyle sağlıklı sandviç hazırlanmasını beslenme uzmanı Müge Başer sunarken, Edutainment grubu da uygun bir skeç sundu. Daha sonra Lale Roche tüm izleyenlerin de katıldığı inanılmaz bir sağlıklı dans gösterisi sundu. Konferansı Yaşar Güvenç ve ekibinin sunduğu su sesi ve sağlıklı Türk
Sıcakların bastırdığı şu günlerde ter kokusu da pek çok kişinin problemi olmaya başladı. Problem aslında sadece kişinin kendisinin değil, çevresinin de olmaya başlıyor gerekli önlemler alınmazsa. Gerçi sıcaklardan bağımsız olarak da, ter ve vücut kokusu yıl boyunca topluluk içinde koku yayan bir kişiyi utandırabilir ve çevresindekileri rahatsız edebilir.
Fiziksel aktivite yaptığımızda, sıcakta yürürken ya da bir konuşma yaparken vücudumuz doğal olarak ter üretir, yani terleriz. Terlemek vücudun aşırı ısınmasını önleyen bir soğutma mekanizmasıdır. İnsanlarla yakın temasta olan kişiler eğer ter kokusu ile mücadele etmezse hiç farkında olmadan çevrelerine büyük rahatsızlık verebilirler.
Bakteriler ter içinde ürüyor
Vücudumuzda 2 milyon ile 5 milyon arasında ter bezi bulunur. Vücut sıcaklığı yükseldiğinde otonom sinir sistemimiz bu bezleri uyarı ve derinin yüzeyine salınan ter sıvısı buharlaşırken vücudu soğutur. Ter aslında su ve tuzdan (sodyum klorür) ibarettir. İçinde eser miktarda
Günümüzün hızlı tempolu dünyasında iş yaşamı ve özel yaşam dengesi pek de kolay olamıyor anlaşılan. İşinde evinden daha fazla zaman geçirenler, özel yaşamlarını ihmal ediyor, bu da tabii çözülmesi zor problemlere yol açıyor. Öncelikle çocuklara yeterli vakit ayıramama, eşlerin birlikte zaman geçirmelerinin azalması gibi sorunlar ön plana çıkıyor ve gün geçtikçe bunlara başka sorunlar ilave oluyor. Özel yaşamdaki bu sorunlar da bir kısır döngü gibi kişinin işe konsantre olmasını güçleştiriyor. Bu durum ise işte aksamalara yol açabildiğinden, düzeltmek için işe daha da fazla zaman ayırmak gerekebiliyor. Sonuçta aradaki dengenin bozulması, hem özel yaşamı, hem de iş yaşamını artan bir şekilde olumsuz etkiler hale gelebiliyor.
Aslında iş yaşamı - özel yaşam dengesi kontrol altına almayı deneyebilirsiniz. Bunun için öncelikle iş yaşamının günümüzde büyük bir değişikliğe uğradığını kabul etmek gerekir. Sonra da işinizle olan ilişkinizi değerlendirmeniz ve sonra daha
Bir senedir sizlerle bu sayfalarda beraberiz. Tam bir yıl oldu, Cafe Milliyet yayın hayatına başlayalı. Ben çok seviyorum Cafe’yi. Dostlarım da çok sevdiklerini söylüyorlar, inanılmaz gururlanıyorum. Mutluyum, değerli dost Sedat Ergin beni ilk günden sarıp sarmaladı ve yazar statüsüne soktu, sevgili Ayşegül Aydoğan hep moral verdi. Gençlik arkadaşım rahmetli Hamdi Simavi’nin oğlu Harun Simavi’nin başında olduğu bir “Cafe”de yazmak da, bana hep onur verdi, veriyor. Hepimiz çok şeyler yazdık, çok şeyler okuduk. Benim açımdan bakıldığında sağlık bilinci bu bir yıl içinde daha da yerleşti. Bundan birkaç yıl önce yemeklerde, toplantılarda sadece kolesterol konuşulurken, son yıllarda artık sohbetlerin vazgeçilmez konuları hareketli yaşam, stress, sağlıklı yaşam gibi başlıklar oldu. Her geçen yıl daha da belirginleşiyor, bu yüzyıl tam anlamı ile bir sağlık yüzyılı..
Peki bu kadar insan hayatının değerli olduğu bir yüzyılda, insanlar hâlâ ya önem vermediklerinden, ya da bilgisizliklerinden, kendilerine ve çevrelerine
Birçok mineral gibi sodyum da hayatta kalmak için vazgeçilmez bir madde ama günümüzdeki beslenme alışkanlıkları bu mineralin gereğinden fazla alınmasına ve sağlığımız için risk yaratmasına neden olabiliyor.
Vücudumuzun ana sodyum kaynağı tuz ihtiva eden yiyeceklerdir. Soframızdan tuzluğu kaldırarak fazla sodyumdan kaçınabileceğimizi düşünsek de yiyeceklerimizdeki tuz miktarının yalnızca yüzde 11 kadarı yemeklere bizim eklediğimiz tuzdan geliyor ama özellikle hazır besin tüketen kişilerin bir tür “gizli sodyum” alımına dikkat etmesi gerek, zira sodyumun yüzde 70-80 gibi büyük bir bölümünü bu minerali içeren besinlerden alıyoruz. Yani siz yemeğe koyduğunuz tuzun miktarını kısıtlasanız bile yemeğin kendisi zaten fazla sodyum içeriyor olabilir.
Vücudunuzun düzgün çalışması için bir miktar sodyuma ihtiyacı vardır. Sodyum esasen aşağıdaki işlevlerde rol alır:
Vücudunuzun sıvı dengesini koruması
Sinir iletisi
Kasların kasılmasına ve gevşemesi
Vücuttaki sodyum miktarını ayarlayan
Kızartmalar, büyük porsiyonlar, cazip tatlılar, alkol ve şekerli içeceklerin kilo aldırmasında şaşırtıcı bir durum yoktur. Ya da fiziksel aktiviteyle harcadığımızdan, daha fazla kalori alıyorsak şişmanlamak garip bir şey değil. Peki ya düzenli fiziksel egzersiz ve kalorilerin kontrol edildiği sağlıklı bir diyete rağmen kilo aldığınızı görüp tartıya çıktığınızda hayrete düşüyorsanız bunu nasıl açıklarız?
Kalorileri kontrol ederken ve fiziksel olarak aktif olmamıza rağmen kilo almamızın birçok farklı nedeni olabilir. Kilo almak basit bir kalori dengesi gibi görünse de birçok faktörün etkisi altında olan karmaşık bir süreçtir. Bu karmaşık süreçte bazen hiç düşünmediğimiz yan faktörler işleri daha da karıştırabilir. En beklemediğiniz zamanda kilo almışsanız, bunun bazı başka sebepleri olabilir:
1. Uyku eksikliği kilo aldırabilir
Vücudun işlevlerini en iyi şekilde yerine getirebilmesi için iyi dinlenmesi gerekir. Yeterli uyku uyumuyorsanız vücudunuz fizyolojik stres yaşar ve daha fazla yağ depolar. Yeterince dinlenmediğinizin