Kaçınmak ya da yüzleşmek
Aslında çay en çok sevdiğim ve içmekten hoşlandığım bir içecek. Ancak kokusu burnumda tütse de ağzımın suları aksa da okulda içmiyorum. Biliyorum ki, içtiğim çaylar kısa bir süre sonra idrar torbamı dolduracak ve tuvalete gitme ihtiyacı hissedeceğim. Tuvalete giderim gitmesine de tuvaletten çıkmak ve sonrası benim için tam bir kâbus. Tuvalette acaba sağa sola değdim mi, acaba üstüme idrar sıçradı mı diye çok fazla titizleniyorum. Bu yüzden paçalarımı dizlerime, kollarımı da dirseklerime kadar sıyırıyorum. Tuvaletten çıkmadan önce bu bölgelerimi de en az üç kez yıkıyorum. Çıktıktan sonra yine aynı şekilde dışarıda da yıkamam gerekiyor. Yine 3 kez. Ve daha sonra kâğıt mendille kuruluyorum. Güvendiğim bir arkadaşım var, ona acaba değmiş midir diye soruyorum. Biliyorum tuvalette benimle değildi ama yine de soruyorum. Sorum saçma olsa da ondan onay alma ihtiyacı hissediyorum. Bütün bu süreç bir hayli uzun zaman alıyor. Herkesin 3-5 dakikasını alan bir işlem benim için saatleri buluyor. Bu yüzden ben de ev dışında su ya da sulu ürünler almamaya özen gösteriyorum…
Yani?
Yani sizin de söylediğiniz gibi “kısa gün kârına” tevessül ediyorum, kısacası
Lütfen bana aşkımı unutturun
Henüz bekleme salonunda sırasının gelmesini beklerken gözüm ona ilişti, içeridekilerden sadece o, gönlündeki fırtınanın göz pınarlarından gürül gürül akmasına mani olamamıştı. Hüzünlüydü besbelli. Diğer danışanımı uğurladıktan hemen sonra ara vermeden buyur ettim. Sessizce ve ürkek bakışlarla içeriye süzülüverdi. Koltuğa adeta yığıldı. Nicedir elinde tuttuğu kâğıt mendil şekilden şekle girmiş, un ufak olmuş bir haldeydi ve o hala gözyaşı dökmeye devam ediyordu.
Söyleyecekti bir şeyler söylemesine ama buna gözyaşları mani oluyor içini çekmekten sözlerine bir türlü başlayamıyordu. Ben birkaç söz mırıldandım ise de o anlar için ne kadar işe yaradı bilemiyorum. Bu tür durumlarda benim de karşı aktarımlarım olur doğal olarak; kimi zaman sadece sessizce kalıp dinlemeyi ama illaki o sessizliğin derinliğini yaşamayı isterim. Öyle de yaptım. Kısa bir sessizlikten sonra; “Ne olursa olsun sizi dinlemeye ve anlamaya hazırım ne kadar derin bir acı çektiğinizi o kadar içten ve samimice gösteriyorsunuz ki…” diyerek seansa başlamış oldum.
Biraz rahatlamış olacak ki, o buruşmuş ve kendinden geçmiş, dile gelse neler neler anlatacak minnacık kağıt
Yapmak ya da yapmamak
Jon Kabat-Zinn farkındalığa ulaşmak için 7 kuraldan söz eder. Her biri bir diğerinden önemli kurallar yaşamı yaşanır kılmak adına önem arz etmektedir.
Yargısızlığın, kabul etme tercihinde bulunabilmenin, sabretmenin, güvenli bir yaşam içinde olmanın, hırstan arınmış bir yaşam sürdürmenin, her sabah yeniden kurulan dünyaya her sabah taze bir başlangıçla merhaba diyebilecek acemi bir beyne sahip olmanın ve nihayet işleri oluruna bırakabilme cesareti gösterebilmenin farkındalığa ve anda olabilmeye giden yolun temel taşları olduğundan dem vurur Zinn…
Ne var ki geriye dönüp baktığımızda bu özellikleri kullanmadığımız gerçeği ile karşılaşırız. Anda olmak yerine, geçmişin tozlu raflarında eşelenirken ya da geleceğin belirsizliğinde debelenirken buluruz kendimizi. Heyhat! Tüm bunlar yaşanırken “şimdi”, çoktan tarihteki yerini almış olur. Şimdide kalmak oysa son derece önemlidir. Anı yaşamak, anı değerlendirmek ancak anın farkındalığıyla mümkün olur.
Danışanlarımla terapi süreçlerinde davranışsal bazı çalışmalar yapmamız gerekir. Genelde bu zamanlarda pratiğe yönelik dirençlerle karşılaşırız. Pratik yapmadan hemen kısa yoldan bir şeyler elde etmenin
Dövdüğünüz Kadınlar Erkekliğinizi Ölçmez!
Cuma günü yayınlanmak üzere yazımı henüz bitirip gazeteye göndermiştim ki, gazetenin birinde şu haberi görünce işin doğrusu irkildim. Şöyle bir mazide gezindim. Eşimle birlikte Denizli’ye yerleşme kararı verdiğimizde birbirimize ilk şu cümleyi söylemiştik; burası bir Ege kenti, Ege insanı kibardır, insana saygısı vardır v.b. (gerçi daha sonraki zamanlarda insanın insan olduğunu ve bölgelerin sadece bir yanılsamadan ibaret olduğunu maalesef anladık ama neyse…) cümlelerle konuşmamız devam etmişti. Üstelik İzmir daha bir Ege’dir değil mi? Ama gelin görün ki Emniyet Müdürlüğünün yayınladığı istatistiksel veriler bazı gerçeklerin çok farklı olduğunu gösteriyor.
“Kadına yönelik şiddet, 3 yıldır Türkiye’nin gündemini en çok meşgul eden konuların başında geliyor. İstatistiklere göre, aile içi şiddete maruz kalan kadın sayısı her yıl artıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü, bu konuyla ilgili bir rapor hazırladı. Raporda, illere göre, ‘Eşim beni dövüyor’, ‘Eşim beni öldürecek’ gibi şikâyetlerle polise başvuranların sayısı yer aldı. Veriler ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un yürürlüğe girdiği Mart 2012’den bu yana
Bilinçli Farkındalık ve İletişim
Bilinçli farkındalık normal yaşamda sık denebilecek tekrarlarla yaptığımız yargılama ve yorumlamada bulunmak yerine çevremizde olup bitenleri olduğu gibi algılamakla sağlanır. Diğer bir değişle; yaşamakta olduğunuz âna ne sorusu ile yaklaşmaktır. Ne sorusu, içinde bulunulan ânı olduğu hali ile algılamaya ve anlamaya yarar. İçinde her hangi bir yorum barındırmaz. Her şey ve herkes olduğu hali ile kabul edilir.
Nasıl, niçin ve neden soruları ise içinde yorum barındırdığı kadar yargı da içerebilir. Kimi zaman bu soruların cevabı bizde değildir. Arkadaşım bana bunu nasıl yapar? Sorusunun cevabı kişide değil karşı taraftadır. En doğru şekilde arkadaşından alacağı cevap yerine soruyu kendisi cevaplamaya kalktığında kişi, gerçeklikten çok uzak sonuçlara ulaşabilir. Bazı düşünce hataları içine düşebilir. Aşırı genelleyici, felaketleştirici, önyargılı yorumlar iletişimin zedelenmesine ve zamanla kaybolmasına yol açabilir. Cevabı bizde olmayan sorulara karşılık vermeye kalktığımızda bilgisiz insanların düştüğü duruma düşeriz. Hem zaman hem de enerji kaybına yol açan bu durum istenilen sonuca ulaşmamıza engel olur. Bu yüzden cevabı bizde olmayan
Bilinçli Farkındalık
Bilinçli farkındalık; “dikkatin isteyerek ve bilerek şimdiki ana yöneltilmesine ve deneyimlerin yargılanmadan ve oldukları gibi kabullenmesine dayanan bir uyanıklık ve farkında olma durumudur (İyi Hissetme Sanatı. Diyojen Yayınları, 2015).” Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere Bilinçli Farkındalık, daha fazla dikkat vermek değil, dikkati yönlendirme tarzınızı elinizdeki veri ve imkânlarla akıllıca ve bilinçli bir biçimde değişimleyebilmektir.
Bilinçli farkındalığı yaşamın içinde uygulayabilir olmak için öncelikle daha önceki bir yazımda da ifade ettiğim üzere yavaşlamak ya da sakin olmak ve hatta kimi zaman durmak gerekiyor. Hızla yaşamın akışına dalıp gittiğimizde çevremizdeki olup bitenlerden bîhaber kalıyoruz. Oysa farkında olmak bilinçli farkındalığın bir ön şartı gibidir. Bunun için de doğal olarak yavaşlamak yaşamı ağır çekimde izlemek gerekir. Ne var ki, günümüz dünyası bir hız dünyasıdır. Daima en önde olmayı, hemen ve çabuk olmayı zorunlu kılar. Yavaşlamak adeta cezalandırılan bir davranış modeli olarak görülür. Bu yüzden artık çok daha fazla oranlarda farkındalığa ihtiyacımız vardır.
Hızlı çalışan zihin karmaşıklaşır. “Acele işe şeytan karışır”
Aşk acısı nasıl tedavi edilir?
Aşk bir hastalık mıdır ki tedavi edilsin?
Aşk bir hastalık değildir elbette ancak kişilerce pekâlâ hastalık haline getirilebilir. Hele günümüz dünyasının magazin tezgâhında hazırlananlarına hangi gözle bakılacağını bir türlü değerlendiremiyorum. Sevginin muhteşem güzelliğine ve adanmışlığına ve bağlılığına karşılık, hastalıklı (patolojik) aşkta, belirgin bir bağımlılık söz konusudur. Hatta burada sevginin varlığını bile tartışabiliriz.
Kişi kendisi için değil de aşkı için yaşamaya başladığında, kendisinin varlığından öte onun varlığını içselleştirmeye başladığında tehlike çanları çalıyor demektir. Başlangıç itibariyle bu durum takdirle karşılansa da uzun vadede sorunların çıkmasına engel olamamaktadır. İçinde kendine özel bir değerlilik hissetmeyen birey bu sürecin devamı noktasında istekli olmaz. Sadece kendisinin yaptığı fedakârlıkla süren bir ilişkiden söz eden danışanım bunu daha fazla sürdürürse kendisine olan saygısını yitireceğinden söz etmişti.
Hep bazı kavramları karıştırırız; sevgi, aşk, tutku, seks… Aslında hepsi kendi içinde tanımlanması gereken özerk yapılardır.
Sevmeyen bir kişi âşık olur mu? Evet, olur! Ama bunun