Lütfen bana aşkımı unutturun
Henüz bekleme salonunda sırasının gelmesini beklerken gözüm ona ilişti, içeridekilerden sadece o, gönlündeki fırtınanın göz pınarlarından gürül gürül akmasına mani olamamıştı. Hüzünlüydü besbelli. Diğer danışanımı uğurladıktan hemen sonra ara vermeden buyur ettim. Sessizce ve ürkek bakışlarla içeriye süzülüverdi. Koltuğa adeta yığıldı. Nicedir elinde tuttuğu kâğıt mendil şekilden şekle girmiş, un ufak olmuş bir haldeydi ve o hala gözyaşı dökmeye devam ediyordu.
Söyleyecekti bir şeyler söylemesine ama buna gözyaşları mani oluyor içini çekmekten sözlerine bir türlü başlayamıyordu. Ben birkaç söz mırıldandım ise de o anlar için ne kadar işe yaradı bilemiyorum. Bu tür durumlarda benim de karşı aktarımlarım olur doğal olarak; kimi zaman sadece sessizce kalıp dinlemeyi ama illaki o sessizliğin derinliğini yaşamayı isterim. Öyle de yaptım. Kısa bir sessizlikten sonra; “Ne olursa olsun sizi dinlemeye ve anlamaya hazırım ne kadar derin bir acı çektiğinizi o kadar içten ve samimice gösteriyorsunuz ki…” diyerek seansa başlamış oldum.
Biraz rahatlamış olacak ki, o buruşmuş ve kendinden geçmiş, dile gelse neler neler anlatacak minnacık kağıt mendiliyle göz pınarlarındaki son damlaları da sildikten sonra; “lütfen bana onu nasıl unutacağımı söyleyin, sizden başka hiçbir şey istemiyorum. Onu unutayım yeter. Koskoca 3 yıl dile kolay, olmuyor işte bir türlü unutamıyorum. Gece yatıyorum rüyalarımda, gündüz uyanıyorum hep aklımda… Ne yaparsam yapayım onu bir türlü unutamadım. Lütfen bana yardımcı olun…”
Bu tür edilgen yaklaşımlı ve bir miktar zavallı (ve/ veya mağdur) olma algısının göze çarptığı olgularda başlangıç itibariyle ego güçlendirici yaklaşım sergilemeyi tercih ederim. Ne var ki karşınızda bütünüyle eriyip biten, yaşam damarları adeta kurumuş bir insan vardır ve bu yüzden de işiniz çok zordur. Ne bulacaksınız o kederli yaşamın içinde de onu çıkartıp bir güç olarak gösterip tekrar yerli yerine yerleştireceksiniz. Bu o kadar kolay olmaz genellikle. Ben de bu defa aşkın iç dünyamızdaki ağırlığından, onun acıtarak olgunlaştırıcı boyutundan, insanın acıyla olgunlaşma ve bütünleşme sürecinden söz etmek istedim.
…Unutmak mı? Niçin unutuyor muşuz, niçin unutmamız gerekiyormuş ne mecburiyetimiz var? Neden korkuyoruz da onu bir daha hatırlamak istemiyoruz? İnsan sevdiğini niçin unutmak ister? Sen belki özelde Ali ile bir arkadaşlık yaşadın. Peki, yaşadığın en nihayetinde neydi? Bir aşktı değil mi? Peki öyleyse söyler misin aşkın nesinden korkuyoruz da unutmak istiyoruz? Ali ile olan süreç için evet ama aşkı unutmaya hayır. Bu konuda yaşayacağın her acıyı bir şifa belleyeceksin, acıyla adeta yoğrulacaksın, senin acını gören işte aşkı bir çiçek gibi değil adeta bir kurşun gibi yaşayan maşuk diyecekler. Aşkı bir kurşun gibi taşıyacaksın göğsünde, tıpkı Sezai Karakoç gibi. Üstad ne kadar güzel söylemiş Kara Yılan şiirinde; “Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum.”
Aşkın aynı zamanda bir keder olduğunu bileceksin. Kederine en az kaderin kadar inanacaksın. Amma kederlenmeyeceksin. Kaderin gibi seveceksin kederini de…
Üzüleceksin, ağlayacaksın ama asla o gözyaşlarında boğulmayacaksın. Unutmak için harcayacak olduğun enerjini boşa harcama! Lakin, aşkın güzelliklerine keşfetmek yorucudur, yıpratıcıdır.
Gerçek aşka talip olanlar bütün bunlara da taliptirler aslında. Gerçek aşka talip olanlar; yanmaya, ıstıraba, gülün dikenine, pişmeye, örselenmeye, acı ve kedere de taliptirler. Ne var ki biz sadece aşkın görünen (yavan)yüzünde yıllarca oyalanır dururuz. Kendimizi avuturuz anlayacağın. Ama asıl olan budur işte.
Bu paylaştıklarımızı herkes anlamaz. Aşkın derin anlamından bîhaber günümüz dünyası aşıklarından olma sakın. Görüyorum; şükür ki sen onlardan değilsin, kıymetini bil, aşkını sev.
Seni saf bulanlar olacaktır. Gül geç, kederlenme. Çünkü onlar nasipsizlerdendir!
* Bu yazı, Sn. Dr. Mustafa Ulusoy’un “Evlilikler, Yalnızlıklar, Umutlar” kitabından esintilerle kaleme alınmıştır…)