Kemik erimesi (osteoporoz) özellikle kadınların korkulu rüyası. Şöyle zannediliyor veya anlatılıyor. Kemikler parça parça kopuyor veya eriyor. Bu doğru bir yaklaşım değil.
Hatta kemik erimesi diye ifade edilen sözcük doğru değil. Yani asıl isim osteoporozun karşılığı değil. Öyleyse osteoporoz nedir, bunun cevabını arayalım?
Orta yaşı geçince kadın, erkek ayırt etmeden herkeste kemik kütlesinde bir azalma görülür ve kemiğin mikromimarisi bozulur, kemikler delikli hale gelir. Biz buna tıp dilinde osteoporoz diyoruz.
Kemik kaybının aşırı ilerlemesi kemiklerin kolayca kırılabilir hale gelmesi demektir. Bu, çocuklarda ve gençlerde de görülebilmektedir.
Özellikle kadınlarda menopoz döneminden sonra kemik kaybı daha da hızlanır. Ayrıca omurgada kemik erimesine bağlı çökmelerde de boy kısalması ve sırtta kamburluk gelişebilir. Tüm bunlar oluşuncaya kadar da herhangi bir belirti ve ağrı olmaz.
Skolyoz, omurganın ve kaburganın bir deformitesidir. Çok vakada nedeni bilinmemekle beraber genetik bir faktörün rolü olduğu düşünülmektedir.
Skolyoz omurganın yana eğikliğinin dışında ayrıca dönmesiyle (rotasyon) kendini gösterir.
Skolyoz yapısal olan ve yapısal olmayan diye ikiye ayrılır. Yüzde 80’i genetik nedenle oluşur. Beyin sapındaki bir fonksiyon bozukluğunun veya iç kulaktaki bir lezyonun genetik skolyozun nedeni olduğu düşünülmektedir.
Tedavi gerektirecek kadar ağır eğiklikler kızlarda erkeklerden yedi kat daha fazladır. Hafif eğiklikler ise kızlarda ve erkeklerde eşit oranda görülür. Genetik skolyoz annede varsa hem erkek çocuğunda hem kız çocuğunda ortaya çıkabilmektedir. Şayet babada skolyoz varsa kızında görülme ihtimali daha yüksektir.
Anne veya babada ağır eğiklikler varsa çocuklarda da aynı derecede olacak demek değildir. Çocuklarda hafif eğiklikler olabilir veya hiç olmayabilir.
Genetik skolyozu olan kişi çocuk sahibi olursa çocuklarının üçde birinde skolyoz olabilmektedir.
Anne ve babada skolyoz geni varsa sadece birinde skolyoz oluşmuşsa çocuklarda skolyoz riski daha fazlalaşır.
Doğumdan 1-2 ay sonra çocuğun boynunda yana doğru eğiklik varsa buna dikkat edin.
Doğuştan eğri boyun problemine sık rastlanabilir. Doğumdan sonraki 6. ya da 8. haftalarda tanımlanır. Boynun kenarındaki kasın kasılmış bir şekilde durması pozisyonunda görülür. Çocuk başını öne eğerken baş ters yöne doğru hareket eder.
Bu hadisenin genellikle çocuk doğarken doğum kanalından geçtiği esnada boynun herhangi bir tarafında (sağ veya sol olabilir), o kasın kansızlaşmasına bağlı olduğuna inanılmaktadır.
Bu, yeni doğan çocukların yüzde 20’sinde kalça problemiyle de birlikte görülür. Bu her iki durumun da çocuğun ana rahmindeki kötü pozisyonundan kaynaklandığı düşünülmektedir.
Doğum sonrasında ilk ayda problemli kasın olduğu yerde bir genişleme olduğu elle hissedilebilir. Daha sonra o kastaki gerginlik ve boynun eğriliği görünmeye başlar. Şayet bu düzelmezse yüzde ve başta değişiklikler oluşur.
Bir çocukluk dönemi problemi
Bu topraklarda yaşayan her insanın bir bayram hikâyesi vardır. Genellikle “Ah bizim çocukluğumuzdaki bayramlar!” diye başlayan...
Tarihler boyu bayramlar değişir, bu ifade değişmez. Acaba burada güzel olan çocuk olmak mıdır?
Daha bayramın ilk gününde sevinç ve mutluluk insanların ruhlarını, bedenlerini ve yüzlerini sarar.
Yine her çocuğun bayramın ilk gününde uykusuz bir gecesi vardır. Yeni ayakkabıları, yeni giysileriyle koyun koyuna yattığı.
Bayram bazen de hüzün olarak gelir; hastanelere, mapushanelere ve evinde hasta yatanlara...
Çünkü bu insanların özgürlükleri kısıtlıdır. İçlerindeki çocuğu mutlu olarak uyandıramazlar bayram sabahına. Kendilerine dışarıdan gelen veya gelecek olan mutlulukları beklerler. Çünkü gözler kapılardadır, kulaklar çalacak olan zillerde...
Hastanelere de bir başka gelir bayram.
Bel ağrıları, insanlık tarihinin en eski hastalıklarından biridir.
Bel ağrıları hakkındaki ilk yazılı belgeler M.Ö. 1500 yıllarına kadar uzanır. Yapılan araştırmalarda bel ağrısının gelir düzeyi yüksek ülkelerde, gelir düzeyi düşük olan ülkelere göre 2-4 kat daha fazla görüldüğü tespit edilmiştir.
Bel ağrısı pek çok ülkede iş gücü kaybında ikinci sırayı almaktadır. Bu da üretim azalmasını etkilemektedir.
Bel ağrısı, tüm dünya nüfusunun yüzde 80’inde, hayatın herhangi bir döneminde ortaya çıkabilir. Bel ağrısının görülme sıklığı insanın yaşı ile de yakından ilgilidir. En sık 45-54 yaş grubunda görülür. 60 yaşından sonra görülme sıklığı azalır.
Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere göre daha fazladır. Burada etken kadınların yapısından ve daha duyarlı oluşlarındandır. Bel ağrısında uğraşılan meslekler risk faktörleridir.
Kilo bel fıtığı sebebi mi?
Yıl 1991, bir bahar günü genç bir doktorla yine onun kadar genç olan annesi muayene odama girdiler. Genç doktor muayene olacaktı. İki yıl önce İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nden mezun olmuştu ve ihtisas sınavlarına girmişti.
Şikâyetinin ne olduğunu sordum. Belinden sol bacağına ve kasıklarına vuran ağrısı vardı. Bel fıtığı teşhisi konmuştu ve tedavisini yapmaya çalışıyorlardı. Anamnezi alırken çok detaylı sorular soruyordum, bu sorgulamalarda bazı atipik bulguları da anlatıyordu. Ortamı biraz rahatlatmak için annesine sordum:
“Siz gerçekten annesi misiniz?”
“Biz birlikte büyüdük, çocukluğumuzu da birlikte yaşadık” dedi.
Aralarındaki ana oğul sevgisi dışında arkadaşlık da birbirlerine olan sevgilerini daha güçlü kılıyordu. Bunu hissetmemek mümkün değildi. Doktor İ.‘yi muayene ettikten sonra daha detaylı yeni bir MR isteyeceğimi belirttim. Dr. İ. bana MR’larının, röntgenlerinin olduğunu söyledi. Ben bu tetkiklerin yeterli olmadığını, biraz daha detaylı bazı bulguları görmek istediğimi ifade ettim. Ve sonunda da yanılmış olmaktan çok mutlu olacağımı söyledim.
İçimde muayeneden dolayı bir kuşku vardı, daha kötü şeyler çıkacağından şüpheliydim. Düşündüklerimin çıkmaması için de
Belin veya boynun mu ağrıdı? Koluna veya bacağına ağrısı vurdu mu?
Önce hemen bir MR çekelim. Sonra fiziki muayeneye bakmadan tam teşhis etmeden veya edemeden doğru ameliyata. Çünkü size söylenen felç olursun, idrarını ve büyük abdestini tutamazsın, tekerlekli sandalyeye düşersin, erkeksen de iktidarını kaybedersin sözleri hastaya koro halinde söylenmeye başlar ülkemizde.
Halbuki bu söylemler büyük yalanlardır ve yanlış yönlendirmelerdir. Eğer bunlara inanırsanız ister istemez bu yanlış çarkın içine girersiniz.
Kestir, kurtul anlayışı
Bu köşenin yazarı bunların doğru olmadığını, tam 25 yıldır söylemektedir. Fakat ülkemizde kestir kurtul anlayışı cerrahinin bizim tarihimize girmesiyle başlar ve bu hatalar zincirinin içinde kendinizi bulursunuz.
Neyi kestiriyorsun? Ve niçin kestiriyorsun? Bunu hiçbir zaman sorgulamayız. Bel fıtığı ve boyun fıtığı ameliyatlarına girdiğiniz zaman ölüm dahil birçok komplikasyonu ve riski de birlikte alacağınızı unutmayın.
Toplumumuzun da, kültürümüzün de ne kadar yanlış bir kabullenmesidir bu.
Bu sözü hastalıklarımızda ve günlük hayatımızda, sosyal olaylarda kullanırız.
Her şeye boyun eğerek ve her şeye evet diyerek...
Halbuki hastalıklarda da, sosyal hayatımızda da bu bakış açısı işin kolaycılığıdır. Toplumun sosyo-psikolojik yapısı, dolayısıyla da zoru sevmememizden kaynaklanır. Üzülerek söyleyebilirim bu düşünce biçimi eğitimimizden veya eğitimsizliğimizden ya da sosyo- kültürel yapımızın tartışmaya açık olmamasındandır. Bizim toplum ve insanımız tartışma deyince doğru veya yanlış düşüncesinin karşı tarafça kabul edilmesini yahut da kavga diye algılar.
İcat çıkarma!
Halbuki yaşamdaki doğrular ve yenilikler; aklın ve bilimin ön planda olduğu, tartışmalardan ve analitik düşünceden kaynağını alırlar, beslenirler...